Yönetmen-Senaryo: Darren Aronofsky Oyuncular: Hugh Jackman, Rachel Weisz
Yapım: ABD, 2006, 96 dk.
Öyle filmler vardır ki vizyonda göründüğü andan itibaren izleyiciler arasında filmi beğenenler ve beğenmeyenler şeklinde keskin bir ayrılmaya neden olurlar. Bu iki grup arasındaki tartışma o denli yaygınlaşır ki bir süre sonra filme tarafsız bir gözle bakma imkanını yitirirsiniz. Sizden beklenen safınızı belli etmenizdir. Bunu yabancı filmlerde en son Matrix serisiyle yaşamıştık. Tüm sinema camiası Matrixseverler ve anti-Matrixçiler olarak birbirinden keskin biçimde ayrışmışlardı. Etrafında benzer tartışmaların yoğunlaştığı son yapım ise auteur yönetmen Darren Arronofsky’nin merakla beklenen filmi Kaynak oldu. Kaynak, farklı zaman ve mekanlarda geçen birbirine benzer üç ölümsüzlük arayışı öyküsünü içiçe anlatıyor.
16. yüzyıl İspanya’sında yaşayan Thomas, kraliçesinin hayatını kurtarmak amacıyla sonsuz yaşam sağladığına inanılan hayat ağacını bulmak için Maya uygarlığına doğru yollara düşer. Günümüzde ise Tommy çok sevdiği eşi Izzy’yi yavaş yavaş ölüme götüren kanser hastalığını durdurmak için çabalayan ve Orta Amerika’dan getirttiği bir ağaç türü üzerinden eşinin hastalığına çare arayan bir bilim adamıdır. Tommy’nin aksine ölümden korkmayan, “Korkunun yolu ölümden geçer” düşüncesiyle ölüm korkusundan kendini azade kılmış olan Izzi, yazmakta olduğu ve The Fountain adını verdiği kitabını tamamlama görevini kocasına devreder. 26. yüzyılda ise bir küre içerisinde hayat ağacı ile yolculuk eden astronot Tom, bin yıldır zihnini kurcalayan hayatın sırrını çözmek üzeredir.
Kabala mistisizmi ile modern bilim ekseninde bir bilim adamının varoluşsal sorunları etrafında gezinen Pi (1998) ve uyuşturucudan televizyona türlü bağımlılıkları ve yalnızlığı üzerinden modern insanın trajedisine odaklanan etkileyici ve ibretlik Bir Rüya İçin Ağıt (2000) filmleriyle kendine has bir sinema dili oluşturmayı başaran Aronofski, Kubrick’in 2001 Space Odysse’si ile Tarkovsky’nin Solaris’inden izler taşıyan son filmi Kaynak’ta varoluşundan beri türlü şekillerde ölümsüzlüğü arayan insanoğlunu güçlü aşk hikayeleri ekseninde resmediyor. Aronofski’nin kendine has sinema anlayışı ilk elden filmin görsel büyüleyiciliği ve hikayeler arasındaki kusursuz ve hiçbir boşluğa yer bırakmayacak şekilde yapılan geçişlerden kendini belli ediyor. Ancak filmin en önemli zaafı son dönemlerde Batı’da giderek yükselen bir ilgiye mazhar olan Budizm’in (mevcut haliyle dinden arındırılmış bir felsefe) gönüllü bayraktarlığını yapıyor görünmesi. Bu da özellikle Pi ve Bir Rüya İçin Ağıt’ın derinlikli yapısından uzak bir yüzeysellik getiriyor filme.
Tekniği ve anlatım yapısı ve Hugh Jackman ile Rachel Weisz’ın şimdiye kadarki en iyi performanslarını ortaya koydukları güçlü oyunculukları açısından gösterdiği başarıyı, içerik ve mesajına yansıtamasa da Kaynak, üç zaman dilimi içerisinde Hıristiyan, Hint ve Maya mitolojileri ile bilim açısından ölüm ve sonluluk fikrinin algılanışını karşılaştırma imkanı sunuyor. / Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Milos Forman
Senaryo: Bo Goldman
Oyuncular: Jack Nicholson, Louise Fletcher
Yapım: ABD, 1975, 133 dk.
One Flew Over the Cockoo’s Nest, “Kafesten Bir Kuş Uçtu” ya da ezberlediğimiz ismi ile Guguk Kuşu, yazar Ken Kesey’in ilk romanıdır. Roman sinemaya uyarlandıktan sonra Kesey filmin romana sadakatsizliğini gerekçe göstererek Milos Forman’a dava açar. Ancak 5 Oscar’lı Guguk Kuşu sansasyonel arka planına rağmen sinema tarihinin kült filmleri arasında yerini alır.
Film, 70’li yılların hayat tarzına ve Amerikan sisteminin tahakküm vurgusuna psikolojik bir çerçeveden yaklaşır. Deli numarası yaparak hapishaneden akıl hastanesine sevk edilen McMurphy, hastanede yeni bir süreç başlatır. Akıl hastanesinde yatan hastaların çoğu gönüllüdür. Yorgun, güvensiz ve üşengeç özneler, örülü duvarlar ardında tanımlanarak yaşamayı kendileri seçmişlerdir. McMurphy ise toplum dışı insanların tecrit edildiği akıl hastanelerinin, hapishanelerden farksız yapısına tanık olur ve filmin sistem karşıtı öznesini temsil eder. İktidarın elinde bulundurduğu tahakküm gücüne karşı sinsi bir mücadelenin liderliğini yapar. Kısa sürede hastaları örgütler ve katı kontrol mekanizmalarına karşı bir savaş başlatır. Ancak zalim ve hastalarının güvensizliklerini besleyen bir hemşire ile amansız yönetimin baskısı McMurpy’nin mücadelesini bir trajediye dönüştürür. Mc Murphy, başına buyruk tavırları ve özgürlüğüne düşkün karakteriyle diğer hastaları alışık oldukları düzenden koparmayı başarır. ‘Kaçık’ arkadaşlarına unuttukları özgürlük, mutluluk, heyecan ve özgüveni hatırlatmaya çalışan McMurphy, hastalara ve kendine travmatik bir son hazırladığının farkında değildir. Geçici bir süre psikiyatri koğuş görevlisi olarak çalışan yazar Ken Kesey, romanını psikiyatrinin en dehşet verici uygulamalarından lobotomi ile sonlandırır. Romanın ve filmin trajik sonu sadece seyircinin beklentisi açısından hayal kırıklığı yaratır. Önemli olan ise filmdeki mücadele sürecidir. Bu yüzden “Hiç olmazsa denedim”, filmin asıl sorunsalı olan kaçışın yani başkaldırının can alıcı cümlesidir. Milos Forman’ın en siyasi filmlerinden biri olan Guguk Kuşu hem Amerikan sistemini hem de gerçek delilerin kimler olduğunu hakkını vererek sorgular. Hastanedeki sağır ve dilsiz olarak düşünülen yarı Amerikalı yarı Kızılderili Reis Bromden tiplemesi de McMurphy kadar önemli bir diğer karakterdir. McMurphy efsanevi varlığıyla hastanedekiler için bir anlık uyanışın sağlayıcısı olsa da hiç kimse tam anlamıyla harekete geçecek kadar uyuşukluğunu üzerinden atamaz. İsyan duygusunun gizli savunucusu olan Reis, sistemin mekanikleştirdiği varlığından McMurphy sayesinde sıyrılan tek kişidir. Film trajik sonunu ferahlatıcı bir vaatle sonlandırır. McMurpy’ler kendini feda eder ve dener, ardından gelen Reis’ler başarır. /Esra Bulut
Tavsiye Et