Yönetmen: Bille August Senaryo: Bob Graham, James Gregory
Oyuncular: Dennis Haysbert, Joseph Fiennes
Yapım: Almanya/Belçika/Güney Afrika/İngiltere, 2007, 140 dk.
Özgürlüğün Rengi, Güney Afrika’da ırkçı Apartheid rejimine karşı çıkan Afrika Ulusal Kongresi (ANC)’nin lideri Nelson Mandela’nın 1960’larda hapse girmesinden 1990’larda serbest bırakılıncaya değin 25 yıl boyunca gardiyanlığını yapan James Gregory’nin yaşadığı zihnî dönüşümü anlatır. Güney Afrika’da uygulanmakta olan Apartheid rejiminde siyahların oy kullanma, toprak sahibi olma, seyahat etme, iş kurma ve eğitim hakları ellerinden alınmıştır. Gücü elinde tutmaya kararlı olan beyazlar, tüm siyah muhalefet örgütlerini kapatarak, liderlerini ya sürgüne veya da Robben Adası’na hapse göndermektedir. James Gregory, Transkei’de bir çiftlikte büyümüş ve çocuk yaşta Xhosa dilini öğrenmiş olması hasebiyle, Mandela ve yoldaşlarının gardiyanlığı görevine getirilir. Böylece söylenilenleri anlayabilecek ve casusluk yapabilecektir. Ancak hâlâ küçük kutusunda siyahi çocukluk arkadaşı Bafana’nın ona hediye ettiği bilekliği taşıyan James, hayattaki tek gayesi hayat standartlarını yükseltmek olan eşinin, terfi etmesi konusundaki tüm zorlamalarına rağmen, Mandela’nın etkisiyle yavaş yavaş geçmişiyle hesaplaşmaya, ırkçı hükümete olan bağlılığını sorgulamaya başlayacaktır.
Özgürlüğün Rengi, 20. yüzyılın en ırkçı devlet düzeninin akıllara zarar uygulamalarını gözler önüne seriyor. Apartheid rejimi Güney Afrika toplumunu Beyazlar, Siyahlar ve Asyalılar olarak 3 bölüme ayırdı. Irkçı yerleşim yasaları çıkarılarak siyahlar yaşadıkları yerlerin dışına sürüldü. Apartheid yasaları “Yalnız beyazlar için” yazılı levhalarla yaşamın her alanında uygulanmaya çalışıldı. Böylece ülke nüfusunun sadece %15’ini oluşturan beyazlar ülkenin siyasal liderliğini ellerinde tutuyorlardı. ‘Ötekileştirme’nin meşrulaştırılma gerekçeleri ise tarih boyunca aynı olsa gerek. Zira filmde James’in eşi “Onlar sadece mahkum değil, terörist! Serbest kalırlarsa hepimizi öldürürler!” diyerek savunuyor ülkedeki ırkçı rejimi.
Etkileyici bir sinematografiden uzak, son derece konvansiyonel bir anlatıma sahip filmi oyuncuların etkileyici performanslarının izlettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca epik biyografilerin çoğunda olduğu gibi Özgürlüğün Rengi de yönetmenin, hayatını ele aldığı ünlü kişiye adeta ilahi bir nitelik kazandırması gibi problemlerle malul (Görkemli bir sinematografiye sahip olsa da Ghandi’yi de buna örnek gösterebiliriz). Bu anlamda Mandela’nın psikolojisini, yaşadığı gelgitleri yani “insan Mandela”yı değil de bir kusursuzluk abidesini izliyoruz filmde. Bir saygı duruşu niteliğindeki bu film aslında yapı itibariyle TV biyografilerine benziyor. Özgürlüğün Rengi, kronolojik anlatıma dayalı, kuru ve eski usul bir yaklaşıma sahip olsa da Mandela tarafından doğruluğu onaylanmamış bir romandan uyarlansa da son kertede ırkçı yaklaşımın aslında başta ayrılıkçı duvarın inşa edildiği Filistin olmak üzere dünyanın birçok yerinde halen devam ettiğini anlamamızı sağlayan etkileyici sahnelerle dolu. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Gabriel Range
Senaryo: Gabriel Range, Simon Finch
Oyuncular: Hend Ayoub, Brian Boland Yapım: İngiltere, 2006, 90 dk.
Bir Başkanın Ölümü, ABD Başkanı George W. Bush’un 19 Ekim 2007 tarihinde bir suikasta kurban gitmesini konu alan ve 2008 yılında geçen kurmaca bir ‘belgesel’. Suikasttan sonra film, FBI’ın tetikçiyi bulma çabasının izini sürüyor. Sonunda Suriyeli bir adam idama mahkum ediliyor. Bush’un ölümünün bir “terör eylemi” kılıfına sokulma ihtimalini araştıran filmin temel başarısı, aslında etik açıdan tartışılır bir kurgu olay üzerinden günümüz Amerikan yönetimini ve savaşın faturasını çarpıcı biçimde sorgulaması.
Ancak film Michael Moore’un da Fahrenheit 9/11’de yaptığı gibi Amerikan filmlerindeki “kötü adam gider ve herkes mutlu olur” ön kabulünü gerçekliğe uyarlayarak ne yazık ki yeni Bush’lar üretmekte mahir sistemi sorgulayamıyor. Yine de arşiv görüntüleri ve röportajların profesyonelce bir araya getirilmesiyle gerçeği çarpıtarak yeni bir gerçeklik üreten bu film kesinlikle görülmesi gereken yapımlar arasında yer alıyor. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: George Hickenlooper Senaryo: Captain Mauzner
Oyuncular: Sienna Miller, Guy Pearce
Yapım: ABD, 2006, 90 dk.
Edie, büyük şehre gelen hevesli genç bir kızın hızlı adımlarla kendi sonunu hazırlamasını anlatıyor. Zengin ve güzel olan Edie’nin New York’a taşınmasıyla Andy Warhol’un Fabrikası’na dahil olması neredeyse eş zamanlıdır. Edie, bu Fabrika’da geleceğin ünlü sanatçıları ile karşılaşma fırsatını elde eder. Gündüzleri “underground filmler”de rol alırken geceleri sanatçıların davet edildiği çılgın partilere katılır. Uyuşturucuyla bu partilerde tanışır. Müzisyen Billy Quinn/Bob Dylan’a aşık olan Edie ilk kez kendisini çok değer verdiği Warhol ile bir yol ayrımında hisseder. Quinn’in aşklarının hatırına Warhol’u terketmesi isteğine ise cesaret edemediği için olumsuz yanıt verir. Bu nokta Edie’nin hayatının kırılma noktasıdır ve New York gece yaşantısında birlikte boy gösteren Warhol ile Edie ikilisinin arkadaşlıkları da biter. Hayatında Warhol olmadan eski popülaritesine ulaşamayan Edie, kullandığı yüksek dozdaki uyuşturucu maddenin etkisiyle 28 yaşında hayatını kaybeder.
Seri üretim nesnelerini kullanan AndyWarhol, Pop-Art akımının en hatırı sayılır ismidir. Marilynler ve Campbells adını verdiği çalışmaları da bu akımın en bilindik ikonlarıdır. Warhol sansasyonel kişiliğinin içine film yapımcılığı ve yayıncılığını da sığdırır. Radikal çıkışlar ile toplumsal olayları ilişkilendiren sanatçı, sanat camiasında kendisine gösterilen ilgi ile her daim taze kalmıştır. Edie, Vogue ve LIFE gibi dergilerden hatırlayacağımız Edie Sedgwick’in hayatını anlatan belgesel tarzda bir film olarak sunulsa da aslında Andy Warhol ve onun stüdyo evi olan Fabrika’sında çalışan herhangi birinin sıradan, trajik öyküsüdür. Bu yüzden film Warhol’un gölgesinden kurtulamamakta ve Edie Sedgwick’in öyküsünden çok, 60’lı yılların panoramasını sunmaktadır. Çılgın partiler, dönemin rengini yansıtan makyajlar, kostümler, uyuşturucu ve cinsellik ile uçukluk sınırında gezinen film, dönemin atmosferini ortaya koyma anlamında başarılı sayılabilecekken; senaryosu itibariyle sanat tarihine mal olmuş iki insan arasında sıkışıp kalır. “Hızlı yaşa, genç öl”ün temsilcisi Edie, Warhol’un çevresinde şuursuzca dönen ve birgün aniden durdurulan herhangi biridir aslında. Edie’den ziyade isyan dolu hayatlara uzanan film, içerisinde bu hayatın handikaplarını ve bayağılığını taşırken Warhol, isminin büyüklüğü dolayısıyla biraz fazla hırpalanıyor olabilir. Sanatçının zamanında söylediği “Günün birinde herkes 15 dakikalığına şöhret olacak” sözü ise ince bir hesabın neticesi olduğunu Edie ile bir kez daha ispatlıyor. 60’larda 28 yaşına kadar güçlükle gelen bir kadının şimdilerde şöhretli ömrü ne kadardır ki? /Esra Bulut
Tavsiye Et