Rus Basını Nezavisimaya Gazeta
Çeviri: Vügar İmanbeyli
23 Mayıs 2008 Aleksandr Rusetski
21 Mayıs’ta Gürcistan’da parlamento için çok da başarılı olmayan yeni bir seçim denemesi yapıldı. Seçimler muhaliflere, seçmenlere, adaylara ve sivil toplum örgütlerinin gözlemcilerine karşı yapılan psikolojik ve fiziksel baskılarla geçti.
Burada uluslararası gözlemcilerin davranışlarına değinirsek, Ocak ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerine nazaran bu sefer çok fazla alkol almadıkları söylenebilir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında kitlesel boyutta olan seçim hilelerini meşrulaştırmak için fazla gayret sarf etmişlerdi. Bu seferki seçimlerde de karmaşık ve geleneksel sahtekarlık metotları kullanıldı. Ancak muhalefet 21 Mayıs’a daha iyi hazırlanmıştı ve bu bağlamda yapılan sahtekarlıkları belgeleriyle kayda geçirebildi. Bu durum da, muhalefetin elinde, mücadeleyi sürdürmek için ciddi kozların bulunduğu ve netice itibarıyla ülkede siyasi gerilim atmosferinin yükseleceği anlamına geliyor. Gürcistan iç politikasındaki gerilim iki yönde gelişebilir: Muhalefet, sürekli gösteriler veya gizli görüşmeler yaparak güçler dengesini değiştirmeyi başaracak, ya da durum, silahlı karşı çıkış niteliği kazanacaktır.
Birinci ihtimalde, seçim sonucuna göre güçler dengesi üçte iki nispetinde iktidardaki “Birleşik Milli Hareket” lehine değişecek. Parlamento, toplumda şu veya bu şekilde itibarı olan beş partiden teşekkül edecek: “Birleşik Milli Hareket”, Birleşik Muhalefet, Leyboristler (İşçi Partisi), Hıristiyan Demokratlar ve (henüz kesinleşmemekle birlikte) Cumhuriyet Partisi. Böylece bu aşamadaki siyasi mücadele meclis salonuna geçebilir; ancak parlamentodaki dağınık muhalefet, “Birleşik Milli Hareket” çoğunluğu için ciddi bir tehdit oluşturmayacaktır. Dahası, gerilim anlarında iç mukavemeti bastırmak için çatışma bölgelerinde yerel çapta silahlı provokasyonlar çıkarılabilir.
Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’nin desteklediği “Birleşik Milli Hareket” parlamentoda anayasal çoğunluk (milletvekillerinin üçte ikisi) oluşturmayı başardı. Ancak böylesi bir güçler dengesinde muhalefetin meclis kararlarını temelden etkilemesi imkansız. Ancak yine de Saakaşvili’nin, ciddi hiçbir kararın ve anayasa değişikliklerinin yasama meclisinde temsil edilen bütün grupların görüşleri hesaba katılmadan yapılmayacağını vaat ettiğini de gözden kaçırmamak gerekiyor.
Seçimlere toplam nüfusun %55’i katıldı. Bazı vatandaşlar (ki bunlar, kimine göre nihilistler, realistler, pesimistler veya paranoyaklar) ne iktidardaki rejimi ne de muhalefeti destekledi; söz konusu siyasi şovdan uzak kaldı. Üstelik bunlar hiç de toplumun vurdumduymaz kesimleri değil. Bunlardan bazıları, oy kullanmalarının sonuçları pek de değiştirmeyeceğini anladılar. İşte bu nedenledir ki, söz konusu kesimler, yeni bir jeopolitik oyunun (ya da maceranın) katılımcıları olmayı arzu etmeyerek seçimleri görmezden geldiler. Bu davranış, fiilen bilinçli veya bilinçdışı bir protesto, örgütlenmemiş bir boykot ve kendi katılımları ile “muzaffer” olanların meşruluğunu artırmama arzusunun bir sonucu. Bu tavır, aynı zamanda, denetlenebilir post-Sovyet demokrasisi olarak isimlendirilen yalanın bin bir türüne karşı gösterilen bir itiraz.
Diğer seçmenler ise sandık başına daha pragmatik nedenlerle gitmediler. Seçimlerin, çarşamba günü yapılması kararlaştırıldı. İktidar bugünü tatil ilan etmişti; ama özellikle başkent Tiflis’te iş arayışından dolayı göçmen durumunda bulunan binlerce işçinin (ki bunlar çeşitli bölgelerin seçmen kitlesi) takviminde ise böylesi tatil günleri bulunmuyordu. Ve bu yeni “siyasi taktik” de, iktidar tarafından etkin bir şekilde kullanıldı.
Seçimler, aynı zamanda, nüfusun bir kesiminin, mevcut muhalefetin iktidarın yerini alacak ve istikrarı sağlayacak konumda olmadığına inandığını da gösterdi. Bu yüzden muhalefet, hile karıştırılan cumhurbaşkanı seçimleri sırasında aldığı kitlesel desteği bulamadı. Söz konusu durum, mevcut rejimin dağınık muhalefet (çoğunluk bile olsa) karşısında daha tehlikeli bir noktaya gitmesine neden olabilir.
Bütün bunlarla beraber, mevcut seçimler, ulusal ve uluslararası güvenlik açısından Gürcistan için en kötü çıkış yolu olmayabilir. Zira muhalefetin, iktidarı devralma gibi bir şansı yakalama, “Birleşik Milli Hareket”çilerin ise daha insani olma ve sadece dış politik aktörlerin değil, toplumun da ihtiyacını dikkate alma imkanları halen var.
*Aleksandr Rusetski, Tiflis merkezli Güney Kafkasya Bölgesel Güvenlik Enstitüsü direktörüdür.
Tavsiye Et
Amerikan Basını Los Angeles Times
Çeviri: Burcu Anatay
20 Mayıs 2008 Başyazı
Bir hükümetin ahlakî kumaşı, zarar görmeye en açık vatandaşlarına nasıl muamele ettiğine ve bir felaket vurduğunda onlara iyi hizmet verme yeterliliğine bakılarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla Çin makamlarının Siçuan eyaletinde meydana gelen yıkıcı depreme verdikleri mükemmel karşılığı, Myanmar (Burma)’daki yetkililerin Nargis Kasırgası’nın kurbanlarına yardım etmekteki vurdumduymaz ve öldürücü yetersizlikleriyle karşılaştırmak oldukça öğretici olacaktır.
Myanmar geçtiğimiz hafta resmî ölü sayısını öncekinin iki katına çıkartarak 78.000 olarak açıkladı ve büyük çoğunluğu artık ölü kabul edilmesi gereken kayıpların sayını da 56.000’e yükseltti. Felaketin büyüklüğünün resmen kabul edilmesi açıkça ertelendi ve böylelikle binlerce kasırga kurbanı hayatını kaybederken ülkenin idaresini elinde tutan cunta, ulusun anayasasında yaptığı kendi lehine değişiklikleri onaylayan sahte bir referandumu sahneye koyabildi. Cunta lideri General Than Shwe nihayet kasırgadan iki hafta sonra harap olmuş bölgede halkın huzuruna çıktıysa da yetkililer, yanlarında, generali görmek için sıralanmış insanlara bile yetecek kadar yiyecek getirmemişlerdi.
Dünya kamuoyunun, hükümetin başarısızlığına karşı, Burmalı kasırga kurbanlarını uluslararası “koruma sorumluluğu”nun harekete geçirilmesi çağrılarının tahrikiyle cunta, 19 Mayıs’ta bazı Güneydoğu Asyalı kurtarma ekiplerinin ülkeye gelmesine izin verdi. Fakat Birleşmiş Milletler’e dahi yardım edebilmesi için ne kadar süre izin verileceğinin belli olmaması, açlık ve salgın hastalıklarla yüz yüze olan 2,5 milyon kurban açısından ölümcül bir durum.
Myanmar’ın tam aksine, Çin makamlarının taş üstünde taş bırakmayan depreme verdikleri acil ve duyarlı karşılık, bütün tanımlarıyla hâlâ baskıcı olsa da, meşruiyetinin yönettiklerinin (Uygurlar ve Tibetliler olmasa da en azından yönettiği Han Çinlilerinin) saygısını kazanmaya bağlı olduğunun farkında olan bir rejimin evrimini ortaya koyuyor. Çin hükümeti Siçuan eyaletine 130.000 asker gönderdi; Devlet Başkanı Hu Jintao depremden etkilenen bölgeye ziyarette bulundu; yerel yetkililer de kalitesiz inşaatın ve muhtemel yolsuzlukların okul binalarının yıkılmasının nedenleri olabileceğini kabul ettiler.
Çin’de ölü sayısı kabarırken, bir zamanlar yabancı düşmanı olan hükümet, Japonya, Tayvan, Rusya ve Güney Kore’den gelen kurtarma ekiplerini kabul etmekte küçük düşürücü hiçbir şey olmadığını görmüş oldu.
Myanmar’da gözler önüne serilen felaket, Çin’i, bizzat kendi halklarına karşı cürüm işlemekle ya da ihmalde bulunmakla suçlu olan rejimler için söz konusu olduğunda dahi, mutlak egemenlik hakkına verdiği tereddütsüz desteği yeniden düşünmeye teşvik etmeli. Eğer Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde Sudan, Zimbabve ve Myanmar’daki rejimlere tazyikte bulunmaya yönelik uluslararası çabaları engellemek suretiyle müdahalecilik karşıtı politikalarını uygulamayı sürdürürse, o takdirde acımasız yöntemlerini düzeltmeleri için bu rejimlere gizli olarak baskı yapmak gibi özel bir yükümlülüğü de üstlenmiş demektir.
Tavsiye Et