Hayırdır inşallah, diyeceksiniz.
Koskoca Ali Cengiz Tuğrul bu başlığı nasıl attı?
Bu görkemli akıl çağında bu ne biçim başlık!
Üstelik Sayın Başbakan bile İslam Konferansı Örgütü toplantısında konuşmasına ‘Bismillahirrahmanirrahim’ diye başlamamışken.
Nereden icabetti böyle Arapça bir başlık?
Bu başlık memleketin bölünmez bütünlüğüne bir tehdit sayılmaz mı?
En azından dilimize, öz kültürümüze bir saygısızlık değil mi?
Hadi, bazı haddini bilmezler, bile isteye bu tür kelimeleri kullanıyorlar.
Bazıları günde beş sefer buna benzer kelimelerden yüzlercesini gizli-açık terennüm ediyor.
Bunu biliyoruz, dişlerimizi sıkarak da sabrediyoruz, tamam.
Ama aydınsa en aydın, parlaksa en parlak bir yazar bu başlığı nasıl atar?
Yargınızda haklı gibi görünüyorsunuz.
TEST
Ama sizlere acele etmemenizi öneririm.
Gelin bir test yapalım.
Size soruyorum:
Acele işe kim karışır?
İtiraf edin ya da etmeyin, yüksek sesle telaffuz edin ya da etmeyin.
Kafanızdaki cevabı biliyorum.
Ve soruyorum.
İsterseniz daha cafcaflı olsun diye “satan” deyin.
Size diyebilirim ki;
Bu görkemli akıl çağında bu ne biçim cevap!
Asıl indirici darbeyi şimdi yapıyorum.
Başlığı bırakın, ilk satırı okuyun.
“Hayırdır inşallah, diyeceksiniz” diye başlamıştım.
Başlığa kızdınızsa, ki benim has okurlarımdansanız kızmışsınızdır, ilk tepkiniz bu olmadı mı?
Başlığa kızdınız ama benzer kelimelerle hayıflandınız.
Bunları sizi kızdırmak için yazmadım.
Peki, o zaman niçin yazdım?
İÇİMDE AĞIR BİR HÜZÜN
Göreve yeni atanan Merkez Bankası Başkanı’nın eşi Düriye Yılmaz’ın fotoğrafına dalmıştım.
Karmakarışık duygular içinde idim.
“Bir cemaate aidiyeti ifade ettiğine” hiçbirimizin şüphe duymadığı bir şekilde bağlanmış bir baş.
Düz ayakkabılar.
Sıradan bir duruş.
Bakışlarında düşmanca veya fanatik bir ifade aradım; ama yoktu.
Keşke olsaydı, iyi malzeme çıkardı; ama dedim ya yoktu.
“Namazında, niyazında bir Türk kadını” görüntüsü.
“İrtica hortluyor” gibi bir duygu da uyandırmayan sıradan bir fotoğraf.
Malzeme yok, yok, yok.
İçimde ağır bir hüzün.
Öylece ayakta donakalmışım.
Oysa nasıl umutlanmıştım.
Memleketimizin sayılı okullarını birinciliklerle bitirmiş, sahalarında haddinden fazla uzman, yazdıkları eserlerle dereceler kazanmış nice pak Anadolu evladını elemiştik.
Neden?
Hanımları Beyaz Türk görüntüsü vermiyorlardı diye.
SOYADININ ÖNEMİ
Bir de Sharon Stone’u düşündüm.
Onca yaşına karşın, tam soyadı gibi bir kadın.
Tamam, kabul ediyorum Türk değil.
O kadar alımlısını Beyaz Türklerden bile beklemek biraz insafsızlık olur, o da tamam.
Ama bu kadar önemli bir kurumun başına geçecek birisinin hanımının hiç değilse öyle birini andırıyor olması gerekmez miydi?
Özense bile yeterdi.
Cumhuriyet Türkiye’sinin “rol modeli hangisi olmalı” diye bana sorsalardı, soyadı ile müsemma olanını tercih ederdim.
Hem rol yapmasını biliyor, hem de zaten model gibi.
Uzun zamandır hiçbir şeyi bana sormadıkları gibi bunu da sormadılar.
Ama ben yine de umutluydum.
Kim olduklarını çok iyi bildiğim birileri, isyankar soyadlı diğerini tercih ettiler.
“Onca direnişin sonu bu mu olmalıydı?” diye düşünüyordum.
İçimden mutlaka bir şeyler yazma duygusu geçiyordu ki bir ses duydum.
“Patron, hayırdır namaza mı başladın?”
Baktım servisteki arkadaşlardan biri.
“Neden ki?” diye sordum.
“Ne o öyle dikilmiş ‘la havle ve la kuvvete’ diye dualar edip duruyorsun” dedi.
Utandım, yerin dibine girdim.
Öyle taraklarda seccadem olmadığını herkes bilir oysa.
Nasıl ibadet ettiğimi de daha önce yazmıştım.
GENLERİMİZE İŞLEMİŞ
O an şunu fark ettim ki, bu Arapça ifadeler neredeyse genlerimize işlemiş.
Hükümetin neredeyse her icraatına kızıp “Hay Allah!” demiyor muyuz?
Araştırdım, Türkçesi “diri olan ancak tanrıdır” gibi bir manaya geliyormuş.
Şunu da hatırlıyorum:
Annem mesela çok yaramazlık yaptığımda “Allah iyiliğini versin!” diye bağırırdı.
Kızması bile meğer bir nevi dua imiş.
Nasıl bir kültürse bu, insanlıktan çıkmaya en yaklaştığımız zamanlarda bile ağzımızı bozmamaya bizi şartlandırmış.
Zamanının en aykırı adamının ‘Fesubhanallah!’ diye şarkısı var.
“Hayırdır inşallah!” sözü de eminim ağzınızdan öylece, siz istemeden çıkıvermiştir.
Ağız tadıyla ağzımızı bile bozamıyoruz yani.
Tam bir dil katliamı!
Bir temizlikçi tutup şu acayip kelimelerden kurtulayım istiyorum, olmuyor.
Örümcek ağı gibi bütün dilimizi sarmışlar.
Anlayın durumun vahametini!
Yıllarca bu insanlara “örümcek kafalı adamlar” dedik durduk.
28 Şubat sonrası bir genel başkan, “memleketi yarasalara bırakacak değildik” bile dedi.
Ne oldu?
İki film çevrildi.
Hop, Batman ile Spiderman milletin en sevdikleri kahramanlar haline geliverdiler.
Ilımlı İslam projesi kimin projesi?
Batman ile Spiderman’i vizyona sokanların projesi değil mi?
Bu bölgenin hassas dengelerini bilmeyenlerin kurdukları oyun bu sonuçlara yol açtı işte.
BU NE CÜRET?
Yoksa belediye hizmetlerine hiç ses çıkardım mı?
Jeeplerimize bir zarar gelmesin diye asfaltları yamamakla kalsalar hoş görebilirdim.
Çukurları kapatsınlar, rögar kapaklarını doğru dürüst taksınlar.
Patlak su borularını tamir etsinler, ne bileyim sağa sola lâleler diksinler.
Bize hizmet etsinler.
Kara Türkler en fazla Beyaz Türklerin çöplerini temizlemeye cüret edebilmeliydiler.
Ama şu lafa girişe bakın:
“Saygıdeğer milletvekilleri.
Millet iradesinin temsil makamı olan Meclisimiz, daha nice 86 yıl halkımızı onurla temsil etmeye devam edecektir.”
Bu sözlerin sahibine huzurunuzda soruyorum:
23 Nisanlarda o makamlara niçin çocukların oturtulup kaldırıldıklarını bir defa olsun düşündünüz mü?
Oturtuluyorlar, kaldırılıyorlar.
Niye?
Büyükler de örnek alsınlar diye.
Örnek almıyorsanız ibret alın, diye kaç defa pratik yapıldı memlekette.
Ama heyhat!
İbret alsa idiniz “1960 yılından itibaren meclisimizin gücü, yetkisi ve fonksiyonu, hukukî temellere dayanmayan eleştirilerle daraltılmaya çalışılmaktadır” demezdiniz.
“Ülkemizin yönetilme biçimi, erkler arasındaki gücün kullanımı, meşruiyetlerin dayanak noktaları tartışma götürmez bir şekilde nettir” de diyorsunuz.
Evet, nettir.
“Otur yavrum bu gün senin bayramın.”
“Yeter artık, kalk yavrum bu gün de benim bayramım.”
Bu kadar nettir.
Başbakanı astık diye kaç sene bayram yapmadık mı bu topraklarda?
Yine yapmayız diye bir kural mı var?
Siz “bazı kurumlar, kendilerinin öncelikli olduğunu, hatta daha üstün olduğunu vehmetmektedirler” derseniz, birisi palayla öğrencilere saldırır.
Birisi 31 Mart’ta anma törenleri düzenler.
Birisi küçücük kızlara çarşaf giydirip yürütür.
Birisi de, “12 Eylül öncesindeki hatalarımızı tekrarlamamalıyız” diye âleme talkını verir.
Bu haberlerin hepsini manşete taşıyarak salkımı yutar.
NOT
Üç türlü kurum vardır.
Biri, bildiğimiz kurum gibi kurum.
İki, baca kurumu.
Üç, kurum kurum kurulmanın kurumu.
Kurum gibi kurumlar ne düşünür, bilemem.
Ama ben öncelikli olduğumu, hatta daha üstün olduğumu vehmetmiyorum.
Biliyorum.
Bu yüzden kurum kurum kuruluyorum.
Çünkü ben Ali Cengiz Tuğrul’um!
SON SÖZ
La havle ve la kuvvete…
Paylaş
Tavsiye Et