Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Ayşe tatilden ne zaman döner?
Muzaffer Şenel
ULUSLARARASI kamuoyu ve AB’nin gözü son birkaç aydır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki seçimlerin üzerindeydi. 14 Aralık’ta yapılan seçimler çok da şaşırtıcı olmayan bir şekilde sonuçlandı. İktidar ve muhalefet mecliste eşit sayıda sandalyeye sahip oldular. Felaket tellâllığı yapanların aksine ortaya çıkan tablo kaostan ziyade fırsatlar içeriyor. Bu sebeple seçim sonuç tablosu iki açıdan önemli. İlk olarak tablo, kurdukları devletin uluslararası kamuoyu tarafından soyutlanmış olmasından bıkmış, Avrupa Birliği’ne endekslenen bir çözüm planı ile kıskaca alındığını hisseden ve tam da bu nedenle seçimi varoluş mücadelesi olarak gören Kıbrıs Türk toplumunun içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi yansıtıyor.
Diğer taraftan bu tablo, Kıbrıs Türk halkının demokratik tercihini ortaya koyarak AB için egemenliklerini yok sayan bir çözümü kabul etmeyeceğini de gösteriyor. Bu noktada 26 Şubat 2003’te üçüncü kez revize edilerek bugünkü şeklini alan Annan Planı Kıbrıs Türk halkı için masaya konan ve müzakere edilmesi gereken bir plan anlamına geliyor. Bunu şöyle de okumak mümkün: Yalıtılmışlıktan bıkmış bir halk 14 Aralık seçimlerinde diplomasi yoluyla içinde bulunduğu durumdan kurtulmak istediğini gösterdi. Fakat plana ilişkin çekincelerini de hiçbir yoruma mahal vermeyecek bir şekilde açık-seçik beyan etti.
 
Çözüm ve AB “Evet”; Annan Planı “?”
Kuzey Kıbrıs’ta seçimlere katılan tüm partiler Avrupa Birliği üyeliği konusunda hemfikir. Partilerin temel ayrım noktası, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Annan Planı’na yaklaşımlarında kendini gösteriyor. Seçimler, propagandasını Annan Planı çerçevesinde bir “çözüm” ve Avrupa Birliği üyeliği üzerine bina eden partilerin kıl payı farkla (meclise giren partiler olarak 2,46, genel toplamda ise 0,6’lık bir fark söz konusu) kazanmasıyla sonuçlandı. 50 üyeli Cumhuriyet Meclisi’nde Annanistlerle (Cumhuriyetçi Türk Parti-Birleşik Güçler CTP-BG/19, Barış ve Demokrasi Hareketi BDH/6), Annan Planı temelinde bir çözüme hayır diyen partiler (Ulusal Birlik Partisi UBP/18, Demokrat Parti DP/7) eşit sayıda temsil edilecek. DP’nin kategorik olarak Annan Planı’na hayır demediğini belirtmekte fayda var.
Sandıktan çıkan tablo Kıbrıslı Türklerin çözüm ve AB’ye evet dediklerini, fakat Annan Planı konusunda kuşkulu olduklarını gösteriyor. Kıbrıs Türk halkının kuşkusunun odaklandığı noktalar egemenlik-kimlik, mülkiyet ve güvenlik-Türkiye’nin etkin garantörlüğü olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle “çözüm” görüşmelerinin Kıbrıs Türk halkı nezdinde meşru bir zemine oturabilmesi için yeni kurulacak KKTC hükümeti toplumun tüm kesimlerini içermek zorunda. Halk meclisten, Annan Planı’na koyduğu çekinceleri de dikkate alarak müzakere edecek bir hükümet oluşturmasını istedi. Bu nedenle en azından Mayıs 2004’e kadar CTP-BG liderliğinde Cumhuriyet Meclisi’nde bulunan tüm partilerin içinde yer aldığı bir hükümet kurulmalı. 4’lü bir koalisyonun gerçekleşme ihtimali CTP-BG lideri Mehmet Ali Talat’ın açıklamalarından anlaşılacağı üzere zor gözüküyor. Talat, öncelikli tercihlerinin CTP-BG, BDH ve DP’li bir koalisyondan yana olduğunu çeşitli defalar dile getirdi. Seçimden önce Annan Planı’nı müzakere etmeyi bile yanlış bulan UBP lideri Derviş Eroğlu’nun, seçimden sonra Türkiye’nin “Annan Planı müzakere zemini olarak hâlâ masadadır” açıklamaları üzerine bunu kabul etmesi ve mevcut planın çerçevesinin Kıbrıs’ta adil, kapsamlı ve sürdürülebilir (kalıcı değil) bir barış ve çözüm için dar olduğunu belirtmesi önemli. Eroğlu’nun özellikle sürdürülebilir bir çözümün olabilmesi için Kıbrıs’ı ve müdahil devletleri ilgilendiren tüm konuların görüşülmesi gerektiğine vurgu yapması, Kıbrıs Türk halkının seçimde Annan Planı’na yönelik kuşkularını öncelediğini göstermesi açısından dikkate değer.
 
Türkiye’nin Pozisyonu
Ak Parti hükümeti seçimlere giden yolda KKTC’deki tüm partilere eşit mesafede olduğunu çeşitli defalar dile getirdi. Hükümet seçimlerde tarafsız olduğunu ve seçimi kim kazanırsa kazansın seçimlerden sonra oluşacak yeni meclis aritmetiğine göre kurulacak hükümetle müzakerelere başlamak isteğinde olduğunu açıkladı. KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın Ak Parti hükümetini seçimlere müdahil etme girişimi de başarısızlıkla sonuçlandı. Denktaş’ın girişimine Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün (“Kıbrıs Türk halkını Annan Planı konusunda bilgilendir” anlamına gelen) “kendi halkından destek al” şeklinde cevap vermesi, Türkiye’nin yeni dönemde jeopolitik kaygılardan ziyade insan temelli bir siyasetle Kıbrıs Türk halkının demokratik tercihinden yana tavır koyduğuna işaret etmekteydi. Eylül-Ekim aylarında yapılan kamuoyu yoklamalarında açık ara önde giden muhalefet partileri CTP-BG, BDH ve Çözüm ve AB Partisi (%60-65/35-40), 14 Aralık’a kadar geçen süreçte özellikle Denktaş’ın Annan Planı hakkında yaptığı açıklamalara ikna edici cevaplar üretememeleri nedeniyle halk nezdinde sınavlarına iyi çalışmamış öğrenci konumuna düştüler. Seçimin 25-25 berabere bitmesinin Türkiye’ye geniş bir manevra alanı kazandırdığı bir gerçek. Seçim sürecinde tarafsız kalarak KKTC’deki demokrasiye olan güvenini ortaya koyan ve her ne kadar aralarında görüş ayrılıkları olsa ve zaman zaman soğuk rüzgarlar esse de Denktaş’ı ‘Arafatlaştırma’dan bir çözüm bulma arayışında olan Ak Parti hükümeti ortaya çıkan sonuçtan oldukça memnun. Yoğun uluslararası baskıya rağmen Denktaş’ı izole etmeden müzakereler için masaya oturmak isteyen Ankara, KKTC’de partiler arasında milletvekili transferine Türkiye’nin sıcak bakmadığını Dışişleri Bakanı Gül’ün “kimse milletvekili transferi yapmasın” şeklindeki ikazıyla netleştirirken, seçim sonrası meclise giren tüm partilerin içinde bulunduğu bir uzlaşı hükümetinden yana tavır aldığını da göstermiş oldu.
 
Türkiye, AB ve Kıbrıs
Seçim sonucu, Cumhurbaşkanı Denktaş’a ve Meclise giren tüm partilere Kuzey Kıbrıs halkının şu mesajını veriyor: Annan Planı müzakereler için bir başlangıç zemini olabilir. Müzakere masasında Kıbrıslı Türklerin egemenlik/siyasi kimlik, mülkiyet ve insani güvenlik haklarının savunulması ve bu alanlarda mümkün olduğu kadar görece kazanımlar elde etmek için çalışın! Türkiye’ye verilen mesaj ise şu: Bugüne kadar izlenen politikaların temelinde yer alan jeopolitik kaygılar Kıbrıs Türk halkının siyasi kimlik ve insani güvenliğini arka plana itmiş ve 1974 müdahalesinin haklı gerekçelerinin dünyaya anlatılmasında zorluklara neden olmuştur. Uluslararası kamuoyu ve Avrupa’ya da bir mesaj var: KKTC halkı BM’nin hazırlayıp AB’ye endekslediği Annan Planı’na sıcak bakmıyor; fakat buna rağmen çözüm için yeni bir başlangıç zemini olarak kabul ettiği de bir gerçek. Planın üç kez değişikliğe uğraması, eğer müzakere sürecinde belirtilen hususlarda ciddi mücadele ve pazarlık yapılırsa Kıbrıs Türk halkının istediği güvencelerin alınabileceği konusunda halkı ümitlendirmekte. Bu nedenle Türkiye, KKTC’de hükümet kurulur kurulmaz müzakerelere başlamak istiyor. AB’nin 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin tam üyeliğini Kıbrıs sorununun çözümüne bağlaması, son günlerde açıklanan Loizidu davası kararı ve AB’ye endekslenen BM planıyla birleşince Türkiye’nin diplomatik manevra alanını daraltıyor.
Türkiye kendisi için Kıbrıs’ta çemberin giderek daralmakta olduğunu oldukça geç fark etti. Son yıllarda izlenen çok boyutlu dış politikanın önemli ayaklarından birini hiç kuşkusuz AB oluşturuyor. Orta Doğu’da ABD’ye karşı stratejik müttefiki olarak AB’yi gören Türkiye, Balkanlar’da etkinliğini artırmak ve Yunanistan’ın nispî ağırlığını dengelemek için AB üyeliğini stratejik açılım olarak görmekte. Bu anlamda Gül’ün “Hiç kimse Türkiye’nin AB’ye üyeliğine engel olamaz” çıkışı dikkatli okunmalı. Hükümetin söylemlerinden, KKTC’de hükümet kurulur kurulmaz Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan’la müzakere masasında çetin bir pazarlığa girişileceği anlaşılıyor. Mayıs 2004’e kadar Kıbrıs’ta anlaşma sağlamanın yolları aranmaya çalışılacak. Uzlaşmaz tarafın Türk tarafı değil, karşı taraf olduğu uluslararası kamuoyuna gösterilmeye çalışılacak. Ya anlaşma sağlanmazsa? Bu durumda Türkiye’nin Kıbrıs Türk halkının seçimde ortaya koyduğu iradeye uygun yeni bir strateji hazırladığı ve B planını devreye sokacağı konuşuluyor. Bu planın ne olduğunu, eğer anlaşma sağlanamazsa Mayıs sonrasında hep beraber göreceğiz.
Kıbrıslı Türklerin Annan Planı’na yönelik çekinceleri, 1963-74 arasında yaşananların unutulmadığının ve karşılıklı güvensizliğin temel nedeni olan kan ve barut kokusunun adada hâlâ hissedildiğinin bir göstergesi. AB çatısı bu kokuyu dağıtabilecek mi? Belfast’ta bir Katolikle bir Protestanı aynı sokakta barış içinde yürütmeyi başaramayan AB’nin, Kıbrıs’ta tarihi arka planı ile psikolojik boyutu iyice derinleşmiş bir krizi nasıl çözüme kavuşturacağı büyük merak konusu.
 
Asiye Kurtulmadan Ayşe Tatilden Dönmüyor
1974 Barış Harekatı, Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in İngiltere’den gönderdiği “Ayşe tatile çıksın” parolası ile başlamıştı. Ayşe’nin tatili 30 yıldır sürüyor. Ayşe’nin tatilden dönmesi Asiye’nin kurtulmasına bağlı. “Özgür” Asiye’nin uluslararası kamuoyunca tecrit edilmekten kurtulması için uzun zamandır süren çetin müzakere süreci, Annan Planı ve Rumların tüm ada adına AB’ye üye olmak istemesiyle yeni bir boyut kazandı. Avrupa’nın önce Ayşe tatilden dönsün, sonra tam üyelik perspektifini değerlendiririz söylemine Türkiye’nin cevabı, Ayşe’nin tatilden dönmesinin ancak tam üyelik görüşmelerinin başlamasıyla mümkün olacağı şeklinde oldu. Bu nedenle Asiye’nin kimlik, mülkiyet ve insani güvenlik gibi temel insan hakları etkin bir şekilde tam güvence altına alınmadan Ayşe’nin tatilden dönmesi zor gözüküyor. Ayşe’nin uzun süren bu tatilden artık dönmek istediği bizzat Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök tarafından dile getirildi. Ayşe’nin tatilden dönüşü Finike Kralı’nın kızı Avrupa’nın 45 yıldır ne evet, ne hayır dediği Türkiye’nin aşkına ne cevap vereceğine bağlı. Sizce ne cevap verir?

Paylaş Tavsiye Et