Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Rusya-Avrupa Birliği ilişkileri
Muzaffer Şenel
1985’TE Gorbaçov’un Komünist Parti Genel Sekreteri olması ile birlikte ‘Demir Perde’ yavaş yavaş inmeye başladı. Gorbaçov’un SSCB’yi tekrar ayağa kaldırmak için yaptığı Glastnos (Açıklık) ve Perestroika (Yeniden Yapılandırma) komünizmin buharlaşması ile sonuçlandı. 1989-91 arası dünyada köklü değişikliklerin yaşandığı bir dönem olarak tarihe geçti. Bu dönemde uluslararası sistemde meydana gelen sistemik değişimlerden en fazla etkilenen güçler Avrupa Topluluğu ve Rusya’ydı. Her ikisinin de uluslararası sistemdeki konumları sarsılmıştı. Bu nedenle aralarındaki ilişkilerin içeriği de, boyutu da yavaş yavaş değişmeye başladı. Soğuk Savaş süresince Avrupa, güvenliği için en büyük tehdit olarak Sovyetler Birliği’ni algılamıştı. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Avrupa’da NATO’nun ve AT’nin konumu sorgulanmaya başlandı. NATO yeniden yapılandırılmaya çalışıldı; AT ekonomik birlikten siyasi birliğe geçme kararı aldı. Ekonomik bir güç olan AT 1991’de siyasi birlik kararı alarak ekonomi-politik bir güç olmaya başladı.
Rusya Soğuk Savaş sonrası dönemde SSCB’nin halefi gibi değil, Çarlık Rusya’sının varisi gibi hareket etmektedir. Bu durum hemen ‘Rusya Sarkacı’nı (Russian Pendulum) akla getiriyor. Rusya, tarihinde merkezî otoritenin zayıfladığı zamanlarda etki alanını daraltma yoluna gidip, gücünü yeniden tesis edinceye kadar deyim yerindeyse kabuğuna çekilmeyi yeğledi. Nitekim 1991-1993 dönemindeki iç siyasi istikrarsızlığın 1993 seçimleri ile son bulmasıyla Rusya “Yakın Çevre” stratejisini uygulamaya koyduğunu açıkladı. 1991-1993 dönemi Rusya iç siyasi gelişmeleri Avrupa tarafından dikkatlice izlendi ve Moskova’ya yönelik politikaların temel parametreleri de bu dönemde şekillendi. Çarlık döneminde olduğu gibi Batıcılar (Atlantikçiler)-Avrasyacılar çekişmesi 1990’lar boyunca Rusya siyasetine damgasını vurdu.
Gorbaçov’la başlayan ‘açıklık’ politikası Rusya’da Batı yanlısı olarak bilinen Atlantikçiler tarafından devam ettirildi. Avrupa ve ABD, Moskova’da milliyetçilerin ve Avrasyacıların güçlenmesini önlemek için Atlantikçilere ekonomik kaynak sağlamaktaydı. “Öncelik Rusya” politikası ile de hızlı yaşanan çöküşün Rus zihniyetinde yarattığı dönüşümün siyasal alana etkisi azaltılmaya çalışıldı. Avrupa ve ABD’nin “Öncelik Rusya” politikası şu temel nedenlere dayanıyordu: NATO’nun Doğu Avrupa’ya genişleme planlarında Rusya’yı dikkate almak istememesi karşısında Yeltsin’in dünyayı “Soğuk Barış”la tehdit etmesi; Moskova’da giderek güçlenmeye başlayan milliyetçi akımın önemli liderlerinden radikal sağcı Vladimir Jirinovski tarafından sık sık dile getirilen “Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatma” iddiası; Rusya’nın elindeki kimyasal ve nükleer silahların, bölgesel güç olma iddiasındaki üçüncü dünya ülkelerinin veya terörist örgütlerin eline geçme ihtimali; Rusya’da yönetimde olan Batı taraftarı kesimi Moskova’daki muhalefet karşısında zor durumda bırakmamak ve güçlenmeye başlayan, eski Sovyet ve Çarlık Rusya’sı topraklarını içeren Rusya vizyonunu savunan Jirinovski gibi aşırı milliyetçilerin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmak.
1990 sonrası dönemde Komünist Parti dahil tüm siyasi gruplar liberal ekonomik politikalardan yanaydı. Partiler arasındaki temel uyuşmazlık, politikaların uygulanış biçiminden kaynaklanıyordu. İşçi sınıfı olmadan komünistleşen Rusya, burjuva sınıfı olmaksızın kapitalistleşmeye başladı. Rusya’da eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlar karşılanamıyordu. Ekonominin mafyanın denetimine girmesi toplumsal değerlerin yozlaşmasına neden oldu. Sosyal ve ekonomik çöküntü ile özellikle dış siyasette dikkate alınmama, halk arasında Rusya’nın aşağılandığı hissinin yayılmasına neden oldu. Rus milliyetçiliği güçlenmeye başladı. Rus milliyetçiliğinin yükselen bir değer olması ve aşırı sağcı Jirinovski’nin oy potansiyelinin giderek artması Batı’yı endişelendiriyordu. Bu nedenle Avrupa ve ABD, Atlantikçileri, reformları yapabilmeleri için cesaretlendirme çabası içine girdi.
Bu algılamanın etkisi ilk olarak Aralık 1993 seçimleri sonrasında yaşandı. Seçimi kazanan Batı taraftarı reformcu kesim “Yakın Çevre” stratejisini uygulamaya koyarak daha iddialı bir dış politika izlemeye başladı. Hemen ardından Moskova, NATO’nun genişleme perspektifinin çıkarlarına aykırı işlemeye başlaması halinde Rusya’nın da karşı tedbir olarak Avrupa’da Konvansiyonel Kuvvetlerin Azaltılması Anlaşması’nı (AKKA) ihlal etme, stratejik silahların sınırlandırılmasını öngören START’ı onaylamama ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nu NATO karşıtı bir savunma örgütüne dönüştürme tehdidinde bulundu.
Varşova Paktı’nın ve SSCB’nin dağılması ile birlikte NATO’nun yeni dönemdeki rolünün ne olacağı sorgulanmaya başlanmıştı. NATO’nun yeni misyonlar yüklenerek Doğu Avrupa’ya doğru genişleme kararı alması Rus-Avrupa ilişkilerini etkiledi. Diğer yandan AB’nin 1995’te Finlandiya, İsveç ve Avusturya’yı birliğe alarak genişlemesi ve eski SSCB uydusu devletlere üyelik perspektifi vermesi Moskova’da kuşatılmışlık hissinin tekrar uyanmasına neden oldu. 90’lar boyunca gel-gitler ve belirli bir güç gösterimi şeklinde geçen Rusya-AB ilişkilerinde en istikrarlı politikalar enerji konusunda oldu. Zengin doğal gaz ve enerji kaynaklarına sahip Rusya ile sosyal ve ekonomik istikrarı bir ölçüde bu kaynaklara dayalı AB arasında ilişkiler bu dönemde ivme kazandı. AB’nin enerji kaynaklarından yoksun oluşu Avrupa’yı enerji konusunda dışa bağımlı kılıyordu. AB’de tüketilen petrolün %78’i ithalat yoluyla karşılanmaktaydı. Bunu, %36 ile doğal gaz ve %32 ile diğer yakıtlar takip ediyordu. Toplam ithalatının % 32’sini Rusya’dan gerçekleştiren AB’nin, 2004 Mayıs’ta tam üyelik kazanacak ülkelerle birlikte Rusya’ya bağımlılığının % 50’lere ulaşacağı tahmin ediliyor. AB’nin enerji tüketimi arttıkça bu bağımlılık da artacaktır. Dolayısıyla AB, enerji konusunda, doğrudan kara bağlantısı olan Rusya ile ilişkilerine özel önem vermektedir.
Rusya ile AB arasındaki ilişkilerin hukukî temelini 1994’te imzalanan ve Aralık 1997’de yürürlüğe giren Ortaklık ve İşbirliği Antlaşması (OİA) oluştururken, bu antlaşmayı 1999 tarihli Ortak Strateji Belgesi tamamlamaktadır. AB, TACIS programı çerçevesinde Rusya’ya yardım etmektedir. 1991-2000 döneminde TACIS programı çerçevesinde Rusya toplam 2,281 milyar euroluk AB yardımı aldı. 1999’da kabul edilen ve 2000-2006 dönemini kapsayan TACIS programı ile özellikle Rusya’da nükleer güvenliğin sağlanması, ekonomik ve sosyal istikrar ve demokratik kurumların geliştirilmesi amaçlanıyor. Gerek OİA gerekse Ortak Strateji belgesi, Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası dönemde içinde bulunduğu durumu göstermesi sebebiyle önemlidir. Rusya’da sosyal, siyasi ve ekonomik alanda istikrarın sağlanmasını hedefleyen bu iki belge de, 1991’e kadar uluslararası sistemin süpergücü konumundaki SSCB’nin halefi olan Rusya’nın bir zamanlar kendisine karşı oluşturulmuş bir bloğun yardımına nasıl ihtiyaç duyar duruma geldiğini gözler önüne seriyor.

Paylaş Tavsiye Et