BU yıl çifte seçim var. TÜSİAD ne erken seçime ne de cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis’e bir dayatmaya sıcak bakıyor. Acaba TÜSİAD’ın bu tavrı hükümete verilmiş bir destek olarak görülebilir mi? Bu sorunun sağlıklı bir cevabını ortaya koymak için TÜSİAD patronlarının yakın tarihte kendilerini nasıl konumlandırdığına bakmak gerek. Kısa bir süre önce İşverenler Sendikası Başkanı Halit Narin, “Türk işadamı, tüccar ve girişimci değil” mealinde bir beyanat verdi. Bu doğru bir gözlem ve bizim de burada merkeze almamız gereken bir tespittir.
Cumhuriyet, Balkan Harpleri’yle başlayıp, Birinci Cihan Harbi’yle devam eden ve Kurtuluş Savaşı ile hitama eren süreçte insan stokunu neredeyse tümüyle kurban vermiş bir düzeni devraldı. Ardından gelen nüfus mübadelesi ile geriye kalan iş bilen kesim de tasfiye olunca, Cumhuriyet’in iktisadi hedeflerini hayata geçirmek bir avuç “Beyaz Türk”e kaldı. Atatürk döneminden başlayarak, İthal İkameci Sanayileşme (İİS)’nin çöktüğü 1980’lerin başına kadar ülkenin kaderine hükmeden bir azınlık kesim olageldi. Cumhuriyet’in ideolojik öncüllerine sadık olan “askeriye, mülkiye ve adliye”den oluşan bürokratik ekibin yanında bir de “Beyaz Türkler”den oluşan işadamları yer alıyordu. Siyasetçiler ise “demokrasi oyunu”nda dekoru tamamlamak üzere orada bulunuyorlardı. Kalkınmada halk yoktu. Top esas olarak bürokrasi ve işadamı arasında gezdiriliyordu. Bunu anlamayıp demokrasi oyununu ‘abartan’ siyasetçilere ve onları seçen halka yeri geldiğinde anladığı dilden (!) defalarca cevap verildi.
Bu ideolojik katılık yanında, bir de siyasi istikrarın istisnai bir duruma dönüşmesi üzerine, siyasetçi sahip olduğu makamı, halk da rey verme gücünü pazarlığa açtı. Böyle bir ortamda halk, ülkenin uzun vadeli yapısal dönüşümüne değil, güncel çıkarlarına uygun tercihlere yönelirken, siyasi iktidarları kısa vadeci bir baskı altına aldı. Siyasetçi de halk baskısı ve ideolojik rejimin kendisine bıraktığı dar manevra alanında popülist yöntemlere sığınmayı ve idare-i maslahatçılığı en rasyonel tercih olarak gördü.
Bu “dibe doğru yarışın” işadamı ve bürokrasi ile ilgili kısmı, kendi aralarında kurdukları “ahbap-çavuş” kapitalizmiyle ilgilidir. Bilindiği üzere İİS, 1960 sonrasında, bilhassa 1980’lere kadar dünyada karşılık bulan bir sanayileşme modelidir. Korumacı ortamda devletin destek, yönlendirme ve disiplinine dayanan bu modelin başarılı olabilmesi, nispeten büyük bir iç pazarın varlığına, sürecin etkin idare edilmesine ve performans kriterleri konularak en kısa zamanda dış rekabete ve ihracata yönlendirilebilmesine bağlıdır. Türkiye’de sağlanan koruma ve desteklerin yanına disiplin ve performans faktörleri eklenememiştir. Yukarıda bahsedilen mekanizma nedeniyle devlet, koruyup büyüttüğü “bebek sanayiler”in siyasal etkisine girmiştir. Dolayısı ile ‘Schumpeter’vari bir girişimcilik hikayesi Türkiye’de ortaya çıkamamıştır. İİS döneminin “tipik işadamı” Ankara’da ithalat kotası ve teşvik kovalayan bir kişiliktir.
1980 sonrasında dünyada liberalleşme rüzgarı eserken, Türkiye dışa açık, yani sözde ihracata dayalı bir büyüme stratejisi seçmiştir. Daha doğrusu, sistemin kendini finanse etme şansı kalmadığı için meşhur 24 Ocak kararları ile İMF baskısı altında dışa açılmıştır. Önce ticari, ardından da, 1980’lerin sonunda, finansal alanda serbestlik getirilmiştir. Ne var ki, başarılı dışa açık büyüme örneklerinin arkasında, başarıyla tamamlanan İİS ve bunun muktedir burjuvazisi vardır. Bu iki unsur da olmadığından Türkiye, bu sözde ihracat atağını büyük oranda teşvikler, hayali ihracat ve reel devalüasyonlarla sağlamış; özetle model, fakirleştirici ve vahşi kapitalizmi ön plana çıkartıcı bir mahiyette gelişmiştir.
İşadamı dış rekabetin artan baskısı altında içine girdiği sıkışıklığı aşmak için çırpınırken, 1990 sonrasının siyasal istikrarsızlık ortamında endazesi kayan devlet aygıtı bir kez daha imdadına yetişmiştir. Kamu açıklarına paralel olarak hızla artan kamunun borçlanma ihtiyacı nedeniyle, ulusal tasarrufların da yetersiz olduğu bu ortamda, verilen yüksek reel faizler işadamına kısır, kendi altını oyan, ancak geçici olarak lüks tüketim imkanı sağlayan bir mekanizma sunmuştur.
TÜSİAD üyeleri ile dönemin iktidarı arasındaki en büyük kavga konusunun, Türkiye’nin 1996 yılında AB ile imzaladığı Gümrük Birliği anlaşmasıyla ilgili olması şaşırtıcı değildir. TÜSİAD, “çağdaşlık projesi”nin kaçınılmaz bir parçası olan Gümrük Birliği’ne karşı çıkmıştır. Aynı TÜSİAD’ın 1970’li yıllarda Türkiye’nin AB trenini kaçırmasındaki rolünü ise, yıllar sonra dönemin Başbakan’ı Bülent Ecevit’ten öğrendik. Bütün bunlar, Türkiye’nin küresel düzene ayak uyduramayışının arkasında bir yandan bürokratik oligarşinin, diğer yandan da büyük işadamlarının yer aldığının kanıtıdır.
Türkiye’nin küresel düzene entegre olmasının önündeki engellerin kaldırılması yolunda ikinci dalga ise 2001 kriziyle ortaya çıktı. Bu sefer devrede sadece İMF ve AB değil, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü de vardı. Küresel entegrasyon için gerekli taahhütlerin verildiği dönem, askerî vesayet altında devam eden sağ-sol-milliyetçi koalisyon ve Kemal Derviş’in devlet bakanlığı dönemine tekabül eder.
Geldiğimiz aşamada TÜSİAD’ın, geç de olsa, süreci kavramış olmasından ve artık makas değiştirdiğinden bahsedilebilir. Bu bağlamda iki nokta vurgulanmalıdır: Birincisi, dün müteşebbislik ruhu zayıf olanların, bugünkü rekabet ortamında elindekini satıp yeniden konumlanarak dünyaya eklemlenmeye çalıştığı gerçeğidir. İkincisi de, işadamının mecazi olarak kendisini terk eden devletten kurtulmak istemesidir. Buna göre süreç, dün devlete sığınanların, artık kendisine faydası olmayacak bir devletin angajmanından kaçma çabası olarak da değerlendirilebilir.
Bu meyanda TÜSİAD’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde ortaya koyduğu tavır, AB gündeminden artık kopmamak ve entegrasyon sürecine halel verecek gelişmelere şans tanımamak arzusuyla ilgilidir. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de ilk defa istikrar her kesime lazım olan bir “kamusal mal” haline gelmiştir. Kısacası destek AKP’ye değil, hepimizi içine çeken zorunlu bir sürece verilmektedir. Bu sürece desteği, “kazanma ihtimali” olanlar verirken; marjinalleşecek ve kaybedecek olanlar ise köstek olmaya çalışmaktadır.
Paylaş
Tavsiye Et