GEÇTİĞİMİZ Mart ayının ortalarında akademisyen, gazeteci ve sivil toplum örgütlerinden yaklaşık 200 katılımcı, Arap reform projelerini İskenderiye şehrinin Akdeniz’e bakan görkemli kütüphane binasında etüt etmek üzere toplandı.
Açılışını Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in yaptığı zirveye katılan taraflar, bölgenin yanında ülkelerinin de gerçeklerini göz ardı etmeden öncelikli konular, reformların uygulanış biçimi ve yollarına dair plan ve projelerini tartışmaya sundu. Bu tabloyu seyredenler ister istemez bugüne kadar Arap toplumlarında benzeri görülmemiş bir biçimde değişime yönelik talebin arttığına kanaat getirdi.
Amaç Aynı Yöntemler Farklı
Genel olarak bugüne dek düzenlenen tüm toplantılarda olduğu gibi İskenderiye Zirvesi’ne de iki görüş hakimdi. Birinci görüş taraftarları dışarıdan gelen bir değişim talebine karşı çıkılmasının şart olduğunu ve değişimin “içeriden” gerçekleştirilmesi gerektiğini savunurken, buna mukabil karşı taraf değişimin kim tarafından gerçekleştirileceğinin önemli olmadığını, aslolanın onun hayata geçirilmesi olduğunu iddia ediyordu. Görüşler arasındaki bu ikilik, ABD tarafından ortaya atılan Büyük Orta Doğu tezi üzerindeki tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde gazete köşelerine de taşındı.
Büyük Orta Doğu Projesi, Arap basınında ilk aşamada uzun süren bir suskunluk ve şaşkınlıkla karşılandı. Ardından yoğun bir biçimde projeyi tartışmaya açan yazarlar, Orta Doğu’nun daha fazla demokrasiye ihtiyaç duyduğunu kabul etmekle birlikte bunun hangi yolla sağlanması gerektiği üzerinde farklı görüşler ileri sürdüler. Projeyi kıyasıya eleştiren önemli yazarlardan Münir Şefik, BOP’tan hemen sonra Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer tarafından duyurulan AB’nin Orta Doğu’ya yönelik projesine de değinerek “Bu ülkeler, Osmanlı Devletini ‘Hasta Adam’ benzetmesiyle parçalamaya kalkışan dönemin Avrupa ülkelerinin yaptığından pek de farklı bir şey yapmıyor” satırlarıyla daha fazla demokrasi ve özgürlük getirme iddialarının bölgeyi daha fazla karıştırmaktan öteye gitmeyeceğini açıklıyordu.
ABD’ye Karşı Demokrasi!
Arap Dünyasının daha özgürlükçü bir yapıya kavuşmasının bizzat kendileri için faydalı olduğuna değinen Eş-Şark el-Awsat’tan Velid ebi-Murşid ve El-Liwa Gazetesi’nden Ahmed Mecdlani gibi yazarlar ise, reformlara karşı olmadıklarını ve var olan ortamı da muhafaza etmek istemediklerini vurgulayarak, değişimin, “Washington’un elverişli şartlardan istifade ederek bölgenin içişlerine müdahalesini önlemek” için de gerekli olduğunu, altını çizerek belirtiyorlardı.
Arap halkları ve yöneticilerinin ABD’nin projesini şaşkınlıkla karşılamalarını, ABD’nin projeyi yerli bir ortaktan yardım almadan uygulamaya kalkışmasına bağlayan Ahmed Mecdlani, “Tüm bunlara karşın biz, ABD ve Siyonizmin hegemonyası altına girmeye engel olacak tek çözümün demokrasi olduğunu düşünüyoruz. Gerçek bir demokrasinin gölgesinde ABD, bölge halklarının kendi hakkındaki görüş ve itirazlarını görme imkanı bulacak” satırlarıyla bütün sorunlara çözüm adresi olarak demokrasiyi işaret ediyordu.
“Arap Kimliği” Tehlikede
ABD’nin bölgeye yönelik projelerinin başarıya ulaşması konusunda ciddi şüphelerinin bulunduğunu belirten El-Hayat’tan Muhammed Gavvâs, bunun birçok nedenini saydıktan sonra, “Ancak ABD’nin, siyasal İslam’ın söylemlerine uygun bir şekilde bölgenin Araplık mensubiyetini geri plana iterek Arap ülkelerini aynen Türkiye, İran, Pakistan gibi olmaya zorlaması bu projenin başarılı olmasını engelleyecek hususların başında geliyor” diyordu.
El-Cumhuriyye Gazetesinden Lütfi Nâsif, Gavvâs’ın görüşlerine paralel olarak projenin Orta Doğu’daki Arap ülkelerinin kimliklerini eritmeyi hedeflediğini belirtiyordu. Bu yüzden Mart ayı sonunda gerçekleştirilecek Tunus Zirvesi’ne katılacak olan Arap liderlere çok büyük görevler düştüğünü belirten Nâsif, “Liderlerin zirve sonrası alacağı kararlar, Arapların geleceklerini belirleyecek kadar hayatîdir. Bunun sonucunda ya haklarını müdafaa edebilen birbirine sıkı sıkıya bağlı bir ümmet ya da halk toplulukları, kabilelerden oluşan kimliksiz ve Arap milliyetçiliği bilincinden yoksun bir ümmet haline geleceğiz. Proje, Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar uzanan bir coğrafyada İran, Türkiye, Afganistan, Pakistan gibi Arap olmayan ülkeleri şemsiyesi altında barındıran bir yapı öngörüyor. BOP’un ana hedefi, bölge halklarını bir potada eriterek, Arap Birliği ve Arap kimliği gibi değerlerin yok edildiği bir Orta Doğululuk kimliğine büründürmektir” satırlarıyla Arapların üst kimliklerini zamanla kaybedebileceklerini iddia ediyordu.
ABD’ye Karşı AB Kozu
Arap Basın camiasında bu görüşlerin yanında, ABD’ye alternatif olarak Avrupa’yı ileri süren, bölge ülkeleriyle ilişkilerini ilerletmesi durumunda Avrupa’nın, Orta Doğu’daki dengeleri değiştirecek bir rol üstlenebileceğine inanan kalemler de mevcut. Bu yazarlardan biri olan Mursi Ataullah, El-Ahram Gazetesinde yayımlanan makalesinde Avrupa’nın hâlâ Arap ve İslam âlemi için uluslararası arenada ABD politikalarına ket vuracak bir umut kapısı olduğunu belirtiyor ve ekliyordu: “Bölgenin kaderini tek başına belirlemeye kalkışan ABD tehlikesini bertaraf etmek ve Orta Doğu’da yok olan dengeyi tekrar kurmak için güçlü ülkelerin bölgede taraf olmasını sağlamaya çabalamamız gerekir. Bunların başında ise Avrupa Birliği ülkeleri gelmektedir. Zira Orta Doğu’nun istikrara kavuşması Avrupa’nın güvenliği için de olmazsa olmaz bir faktördür. İyi niyetle ve inanarak şunu söylemek mümkün; Avrupa, Arap alemiyle olan dostluğuna önem veriyor. Bu yüzden de İslam ümmetiyle arasında çekişmelere yol açacak tahriklere kapılmaktan uzak duruyor. Bizim yapmamız gereken ise Arap haklarını müdafaa etmekten dolayı zor durumda kalacak olan Avrupa’ya minnet ve takdirimizi ifade etmek üzere bu ülkelerle ilişkilerimizi geliştirerek çeşitli ticarî anlaşmalara imza atmak olmalıdır.”
İktidarı Koruma Mücadelesi
Hem BOP’u hazırlayanlara, hem de BOP’a muhatap olan siyasi-elit tabakaya yönelik ağır tenkitler yönelten Arap basınının güçlü kalemlerinden Fehmi Huveydi ise diğer yazarlardan farklı olarak, her iki tarafı da kurnazlık ve sinsilikle suçluyor: “Proje içeriği itibariyle Arap aydınların yıllardır seslendirdikleri siyasi reformlar, özgürlük ve demokrasinin yaygınlaştırılması, yolsuzluklarla savaş, ekonomik büyüme, eğitim seferberliği gibi değişim taleplerini dillendirmekte. Bu yönüyle projeyi hazırlayanlar, Arap entelektüellerin taleplerini ABD’nin de arzuladığını kurnazca öne sürmekteler. Ancak projenin çıkarlarını tehdit ettiği Arap siyasi elitler, projeye karşı çıkmak için bahane bulmakta pek zorlanmadılar. Karşı çıkışlarını reformların dışarıdan gelmesi gibi bir argümana bağlayan, hatta projeyi reddetmek için Filistin ya da bölgenin istikrarı gibi meseleleri öne süren siyasi elitlerin aslında bu çabalarının altında bölgedeki durumu olduğu gibi bırakma çabası yatmaktadır.”
Paylaş
Tavsiye Et