TEMMUZ ayından itibaren Kıbrıs sorunu tekrar gündemi en fazla meşgul edecek konulardan biri olacak gibi görünüyor. AB müzakerelerinin başlamasının öngörüldüğü Ekim ayı yaklaştıkça, sorunun çözümüne yönelik girişimler de yoğunlaşmakta. Temmuz, bu süreçte en hareketli aylardan biri olacak. Eğer bu ay içerisinde çözüm yolunda bir ilerleme sağlanamazsa, Kıbrıs konusundaki tartışmalar Ekim gündemine damgasını vurabilir.
Her ne kadar uluslararası toplum retorikten öteye geçmeyen açıklamalarla ve birkaç jestle adım attığı izlenimi yaratsa da, henüz KKTC’ye uygulanan ambargo ve tecrit sona ermiş değil. Fakat açıklamaların dozajının artması ve başlangıçta göstermelik de olsa yapılan ziyaret ve jestlerin sıklaşması üzerine, Rum yönetimi hareket etmek zorunda olduğunu anladı. Hareketsizlik ve kayıtsızlık politikasının KKTC’nin tanınmasına yol açabileceği endişesi, Rumlara köşeye sıkışmışlık hissi veriyor. Sorun çözülmeden Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin tüm adayı temsilen AB’ye alınmasının yanlış olduğunu anlayan Avrupa Birliği, bu hatayı nasıl düzeltebileceği konusunda çıkmaza girmiş durumda. Ayrıca şu anda Avrupa Fransa ve Hollanda tarafından reddedilen Anayasa’nın ardından, bütçe görüşmelerinde, başta İngiltere olmak üzere bazı üye ülkelerin yaptığı itirazlar sonucu yaşanan tıkanıklığı açmaya çalışıyor.
1 Temmuz’dan itibaren görevini Nijeryalı İbrahim Gamberi’ye devredecek olan BM Genel Sekreteri’nin Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Sir Kieran Prendergast, 30 Mayıs-7 Haziran tarihleri arasında adada bir dizi temaslarda bulundu. Prendergast’ın Güvenlik Konseyi’ne sunduğu rapor, “Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında derin görüş ayrılıkları bulunduğu ve çözümün çok zor olduğu” şeklinde özetlenebilir. Türk tarafının BM temelinde bir çözüm konusunda istekli olduğunu belirten Prendergast, Papadopulos’un da görüşmelerin başlamasını kabul ettiğini belirtti.
Siyasi ve diplomatik kaynaklara göre Yunan hükümeti ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi daha fazla inisiyatif almaya başlayacak. Annan Planı’nın reddinden sonra Yunanlılar ve Rumlar ellerindeki kozları kaybetmeye başladılar. Yıllardır dillendirdikleri, “çözümsüzlüğün tek sorumlusu Türkiye’dir” söylemi artık kabul görmüyor. BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihli, 186 sayılı ve 18 Kasım 1983 tarihli, 541 sayılı kararları ile uluslararası toplum tarafından ada üzerindeki tek meşru hükümet olarak kabul edilen Rum yönetimi, Annan Planı’nı reddederek moral üstünlüğünü kaybetti. Referandum sonrasında da dayandığı yasal zemini yavaş yavaş kaybeden Rum yönetimi, teorik olarak kendini hâlâ tüm adanın sahibi görüyor. Bu nedenle sembolik de olsa, KKTC’deki şehir ve köyler için belediye başkanı ve muhtar seçmeye devam ediyor.
AB’nin Girişimleri
Bilindiği gibi, 24 Nisan 2004 referandumundan iki gün sonra AB’nin KKTC’ye söz verdiği mali yardım ve tecridin kaldırılması ile ilgili düzenlemeler, AB Komisyonu tarafından geliştirilerek, Mali Yardım ve Doğrudan Ticaret Tüzüğü olarak iki ayrı tüzük şeklinde hazırlanmıştı. Fakat her iki tüzüğün hayata geçirilmesi noktasında AB, Rum ve Yunan vetosunu aşmada yetersiz kaldı.
AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn ve AB Dönem Başkanı Lüksemburg’un AB İşlerinden Sorumlu Bakanı Nicolas Schmith’in girişimleriyle son iki ay içinde Brüksel’de bir araya gelen Türk ve Rum heyetleri arasındaki görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı. İki defa Brüksel’e gelen Türk ve Rum heyetlerine KKTC Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Raşit Pertev, diğerine de Rum lideri Tasos Papadopulos’un müsteşarı Tasos Conis başkanlık etti. AB’nin Kıbrıslı Türkler Masası Sorumlusu Leopold Maurer’in de katıldığı görüşmelerde, ilk kez bir AB platformunda Kıbrıslı Türkler ve Rumlar eşit pozisyonda karşı karşıya oturdu.
Schmit’in başkanlığında 20 Haziran’da yapılan ikinci tur görüşmelerde, Rumların, daha işin başında, “doğrudan ticareti tartışmayız” diyerek kestirip atmaları AB içinde huzursuzluğa neden oldu. Rumların, Mali Yardım Tüzüğü’nün onaylanabilmesi için kuzeydeki Rum mallarına moratoryum konulması ve Maraş’ın belli bir takvim dahilinde iade edilmesi gibi pek çok şart öne sürmeleri, niyetlerinin çözümsüzlük olduğunu gözler önüne serdi. Zira 26 Nisan 2004’te AB, Kıbrıs Türk tarafına söz verirken karşılığında Rum tarafına bir şey verileceğini belirtmemişti. Kaldı ki bugünkü içeriğiyle Doğrudan Ticaret Tüzüğü de izolasyonların tamamen kaldırılmasını içermiyor. Schmit, Rum heyetine, “Demek ki sizin hiçbir şeyi tartışmaya niyetiniz yok. Bu toplantının daha fazla devamı gereksiz” diyerek toplantıyı terk etti. Kıbrıs sorununu diyalogdan ziyade monolog yöntemiyle çözmeyi amaçlayan, bu nedenle de sorunu BM platformundan AB içine çekmeye çalışan Rumların niyetini yeni yeni fark eden AB’nin bundan sonraki tavrının ne olacağı merak konusu. Artık AB’nin seçim yapma zamanı geldi: Brüksel, Kıbrıslı Türklere verdiği sözleri yerine getirecek mi; yoksa onları Rum tarafının insafına mı terk edecek?
Türkiye’nin AB Gümrük Birliği Protokolü’nü gerekli prosedürler tamamlandıktan sonra imzalayacağını açıklaması, Rum tarafında tanınmaya giden önemli bir adım olarak algılandı. 17 Aralık Zirvesi’nde AB ve üye ülkelerle varılan mutabakat uyarınca, Ankara, protokolün Rum yönetimini tanıma anlamına gelmeyeceğini kesin bir dille ifade etmişti.
1 Temmuz’da AB Dönem Başkanlığı’nı üstlenecek olan İngiltere’nin Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulmasında anahtar bir rol üstlenmesi bekleniyor. Kıbrıs’ta üç garantör ülkeden biri olan İngiltere’nin, gerek BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi, gerekse AB üyesi olması nedeniyle, nasıl bir tavır takınacağı önemli. 26 Temmuz’da Rum Yönetimi lideri Tasos Papadopulos ile İngiltere Başbakanı Tony Blair Londra’da bir görüşme yapacak. Bu görüşmenin sonucunun, İngiltere’nin Kıbrıs politikasını yansıtması bekleniyor.
Annan Planı ortaya konduğunda, uluslararası kamuoyu bunun son şans olduğu yönünde iki tarafı da uyarmıştı. Planla başlayan süreci bir maç gibi algılayan Rumlar çözüm yolunda atılan her girişimi ya ofsayt ya da faul olarak görme eğiliminde. Zira KKTC’nin tanınması değil, tecritten kurtulması ihtimali bile Rumlar tarafından yıkım olarak görülüyor. Çözüm sürecini bir maç gibi algılarsak, şöyle bir çıkarım yapmak yanlış olmaz sanırım: Kritik zamanlarda hızlı karar alabilme, uygulayabilme, esneme kabiliyetini ve inisiyatif tutabilme becerisini gösteren Türk tarafı, maçı uzatma dakikalarına taşımasını bildi. Artık bu diplomasi maçında kimin ayakta kalacağı tarafların kondisyonuna bağlı.
Paylaş
Tavsiye Et