HAMAS’IN Türkiye ziyareti, Türk dış politikasının işleyişini ve Türkiye’nin Orta Doğu’da istikrarın sağlanması için oynayabileceği rolü yeniden gündeme getirdi. Bu ziyarete yöneltilen olumlu ve olumsuz tepkiler, bu konuda Türk basınının kafasının oldukça karışık olduğunu gösterdi.
Türk dış politikasının işleyişinde son dönemde kapsamlı bir yaklaşım değişikliği yaşanıyor. Bu değişimden Türkiye’nin Orta Doğu politikası da nasibini aldı. Tepkisel, “bekle ve gör”cü ve güvenlik temelli çıkar tanımlama yaklaşımından; çevresindeki gelişmeleri ve süreçleri aktif olarak etkilemeye çalışan, kültürel ve iktisadî faktörleri de göz önünde bulunduran bir yaklaşıma dönüşüm söz konusu. Bu dönüşümün en somut yansımaları Orta Doğu ve Balkanlar politikalarında gözlemleniyor.
Güvenlik merkezli, durağan ve tepkisel politikalara alışkın çevreler ile büyük güçlere angaje olarak politika belirlemenin doğru olduğunu düşünenler, bu yeni politikanın mimarlarına saldırıya varacak düzeyde tepki gösterdiler. Gayri resmî görüşmelerde HAMAS’a verildiği söylenen mesaj, şiddet eylemlerine son verip kalıcı barış için olumlu adımlar atması yönündeydi. Böyle bir girişime tepki göstermek, en iyimser tabirle Türkiye’ye güvensizliğin bir ifadesi. Dış basında da ilgiyle izlenen hükümetin HAMAS girişimi, çoğunlukla barış için yapıcı bir adım olarak algılandı.
Orta Doğu’da arabuluculuk yapabilecek aktörler oldukça sınırlı. Potansiyel arabulucuların hem İslam dünyasının hassasiyetlerini göz önünde bulundurmaları hem de İsrail ile meşru olarak iletişim kurabilmeleri gerekiyor. Bölgede barış ve istikrara dair girişimler, “Orta Doğu Dörtlüsü” olarak tabir edilen ABD, Rusya, BM ve AB’den müteşekkil dörtlüye ihale edilmiş durumda. Türkiye ve Mısır haricinde böyle bir role soyunabilecek yerel bir aktör halen mevcut değil. Mısır’ın HAMAS yetkililerini kabul etmek istememesi, bu ülkenin konumunu zayıflatıyor. Türkiye’nin etkin politikalarla Orta Doğu denklemine aktif olarak katılması, Orta Doğu’nun istikrarını ve Türkiye’nin itibarını artıracak. İran, son dönemde Batı karşıtı söylem ve siyasetiyle İslam dünyasının liderliğine oynuyor. Ancak İran’ın Şii niteliği ve uzlaşma yanlısı görünmeyen tavrının HAMAS’a herhangi bir katkısı olmayacaktır. HAMAS yönetimi içinde bulunduğu malî krizi İran ve Rusya’nın veya başka bir takım aktörlerin desteğiyle aşabilir; ancak bunun uzun vadeli maliyeti çok daha ağır olabilir.
Klasik Diplomasi ve Alternatifleri
Müzakereler ve barış görüşmeleri, sadece resmî diplomasi ve müzakere masasında yürütülmez. Aslolan birbiriyle bağımlı iç ve dış müzakere süreçlerini harmonize edecek formüller ve süreçler geliştirmektir. Barış görüşmelerinde temsil edilen topluluğu tatmin edecek çözümler, çoğu zaman müzakerenin karşı tarafını veya uluslararası kamuoyunun beklentilerini karşılamaktan uzaktır. Hem Filistin hem de İsrail tarafında, müzakerelere karşı olan taraflar mevcut. Çatışma çözümleri literatüründe oyunbozanlar (spoilers) olarak tabir edilen bu tarafları, müzakere sürecine bir şekilde dâhil etmek veya en azından pasif duruma geçirmek, barış sürecinin sürdürülebilmesi açısından hayatî öneme sahip. Müzakere sürecine dâhil olmak çoğu zaman radikal söyleme sahip grupları daha makul noktalara çeker. Gerek İsrail’in gerekse HAMAS’ın birbirlerini meşru taraflar olarak tanımadan ve şiddet eylemlerine son vermeden herhangi bir resmî temasın veya müzakerenin gündeme gelmesi söz konusu olmayacaktır. Arabulucu/lar bu noktada devreye girerek bazen teşvik edici önerilerle, bazen dolaylı baskı uygulama yoluyla, bazen taraflar arasında iletişim kanallarını açmaya çalışarak, bazen de bilgi veya maddî kaynak sağlayarak sürece olumlu yönde katkıda bulunmaya çalışırlar.
Özellikle son seçimlerden sonra HAMAS olgusunu inkâr etmek gerçekçi bir yaklaşım değil. HAMAS Filistin’de yalnızca bir siyasî parti veya şiddet eylemleri düzenleyen bir örgüt değil; geniş çaplı bir toplumsal oluşum ve Filistin halkı nezdinde meşru bir organizasyon. HAMAS’ı iktidara taşıyan seçim süreci ABD ve İsrail’in onayıyla yürüdü ve HAMAS demokratik bir seçim süreci sonucunda parlamentoda çoğunluğu elde etti. Filistin halkının meşru temsilcilerini köşeye sıkıştırma politikası uzun vadede istikrarsızlığı körükleyecektir. Bu çerçevede Filistinlilerin ve İsrail’in atacağı en anlamlı adım, arabulucular vasıtasıyla temasa geçip, müzakere sürecine yeniden dâhil olmaktır. Türkiye’nin HAMAS yetkililerine verdiği mesaj bu doğrultudaydı. İsrailli yetkililer ve ABD de er ya da geç HAMAS yetkilileriyle irtibata geçeceklerdir; fakat bu ancak tarafların birbirlerini meşru aktörler olarak tanımalarının ardından olabilir.
HAMAS Bir Direniş Örgütünden Siyasî Bir Aktöre Dönüşebilecek mi?
HAMAS, devlet yapısının olmadığı Filistin siyasî ortamında kurulup gelişen bir organizasyon ve bu açıdan daha önceki bazı faaliyetleri sorgulanabilir. Ancak şunu da görmek gerekir ki, devlet olma yolundaki organizasyonlar bu hüviyetlerini birbirinden farklı dinamikleri olan mücadele ve müzakere süreçlerinde gösterdikleri tavırla kazanırlar. Mücadele ve müzakere süreçlerinin birbirinden oldukça farklı dinamikleri vardır. Örneğin Türk halkı Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak vatanını düşman işgalinden kurtardı; ancak Millî Mücadele’den Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşüm, Lozan Barış görüşmeleri ardından gerçekleşti. HAMAS mücadele ve toplumsal faaliyetleriyle Filistin halkının çoğunluğunun desteğini aldı; ancak uluslararası arenada meşru bir aktör özelliği kazanması müzakere sürecine dâhil olması ve Filistin’in diğer bir önemli siyasî aktörü olan el-Fetih’le ilişkilerine bağlı. Bu aşamada HAMAS’ın, Türkiye gibi devlet geleneği ve bölgeyle sıkı tarihsel bağları olan bir aktörün telkinlerine ve desteğine ihtiyacı var.
HAMAS’ın siyasî sürece dahil olması, ideolojik söylemin tonunu azaltarak daha pragmatik bir söyleme geçmesine neden olacaktır. Ancak bu geçiş süreci zaman alacaktır. HAMAS’ın ideolojik söylemini bir çırpıda rafa kaldırmasını beklemek yanlış olur. Bu çerçevede İsrail ve Batı tarafından tecrit edilmesi ve çeşitli yaptırımlarla söylemlerinden vazgeçirme girişimleri ise tersine bir tepki yaratabilir. Bu politikalar HAMAS’ı daha da radikalleştirip İran, Rusya ve Batı karşıtı siyasal aktörlere yaklaştırabilir.
Hükümetin HAMAS girişimine karşı yapılan eleştirilerde, bunun İsrail ve ABD ile ilişkilerimizi zedeleyeceği gündeme geldi. Oysa Türkiye, “Orta Doğu Dörtlüsü”nü bu girişiminden haberdar etmişti. İsrail Dışişleri ise bu girişime tepki gösterdi; zira İsrail’in amacı daha önce olduğu gibi, rakibini kendi çıkarları doğrultusunda köşeye sıkıştırmaktı. Amerika’nın ise bu anlaşmazlıkta tarafsız bir tutum takındığını iddia etmek mümkün değil. ABD Dışişleri Bakanlığı ve diğer devlet kurumlarında böyle bir girişimi onaylamayan çevreler mevcut; ancak Amerika’daki siyasî aklın da homojen bir düşünce yapısına sahip olduğunu düşünmek yanlış olur. Zaten Türkiye’nin girişimi resmî kanallardan kınanmadı. Amerika’nın hedefi, HAMAS’ı yok etmek değil; örgütün şiddet eylemlerine son vermesini ve İsrail’in varlığını tanımasını baskı yoluyla kabul ettirmektir. Türkiye ise benzer bir talebi daha yapıcı bir dille iletti. Özgüveni yüksek bir Türkiye’nin Filistin-İsrail sorunu denkleminde yapabileceği pek çok olumlu katkı var. Türkiye’nin bu çerçevede yaptığı her olumlu katkı kendi hanesine de artı puan olarak yazılacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et