MEDENİYETLER çatışması/ittifakı, kültürler arası çatışma/diyalog, Türkiye’nin siyasal ve entelektüel gündeminde son yıllarda en fazla yer alan konuların başında geliyor. O denli ki, sanat alanında da medeniyetler arası ilişki, kültürel buluşma gibi konular yer almaya başladı. Bilindiği gibi sanat sergileri, artık bir konsept çerçevesinde düzenleniyor. Sabancı müzesinde Nisan-Mayıs ayları boyunca gösterimde olan “Doğu’dan Batı’ya Kitap Sanatı ve Osmanlı Dünyası’ndan Anılar” sergisinde de ana kavram, “kültürlerin buluşması”ydı. Hat ve kitap süsleme sanatının örnekleri olan eserler Doğu ve Batı’nın ortak kültür mirasına vurgu yapan bir konsepte oturtulmuştu.
Serginin tanıtımında yer alan Gulbenkian’ın “kültürler arası diyaloğu ayakta tutmak için çok çalıştığı” ifadesine takılmasam ve doğduğu şehre duyduğu nostaljik ilgi vurgusu kulağımı tırmalamasa, erguvan mevsiminde bir boğaz manzarasının eşlik ettiği sergiyi, sadece sanatsal ve estetik bir hissiyatla gezebilir miydim, bilmiyorum. Ama hem isme, hem de bu iddiaya takıldım.
Koleksiyonun sahibi pek de yabancısı olmadığımız bir isimdi: Calouste Sarkis Gulbenkian (1869-1955). Kendi ismini taşıyan vakfın öncülük ettiği “Gulbenkian Komisyonu: Sosyal Bilimleri Açın” projesi nedeniyle ismine aşina olanlar vardır. Ama onu asıl tarihî bir şahsiyet yapan husus ne vakfının çalışmaları, ne de nadide eserlerden oluşan sanat koleksiyonu. Gulbenkian, Birinci Dünya Savaşı’nda dünyanın paylaşılmasında, daha doğrusu buna gerekçe oluşturan petrol savaşlarında oynadığı stratejik rolle bilinen Üsküdar doğumlu Ermeni asıllı bir Osmanlı tebası. Londra’da mühendislik okur ve İngiliz tabiyetine geçerek çok zengin bir işadamı olur. İş alanı petroldür: Uğruna savaşlar çıkarılan enerji kaynağı.
Gulbenkian, Ortadoğu petrollerinin paylaşılması için kurulan büyük şirketlerin arkasındaki beyindir. 1912’de Irak petrolleri üzerinde bir konsorsiyum şeklinde Royal Dutch Shell ve Anglo-Persian gibi Avrupa’nın büyük petrol şirketlerinin ortak olduğu Türk Petrol Şirketi kurulur ve Osmanlı Devleti’nden Irak topraklarında petrol arama izni alınır. Fakat Dünya Savaşı, petrol alanlarının paylaşımını yeni bir dengeye oturtur; zaten savaşın arkasındaki nedenlerden biri de budur.
Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra toplanan San Remo Konferansı’nda (1920) Türk petrol şirketi, üzerinde en ateşli tartışmaların yapıldığı konulardan biri olur. Çünkü parçalanan Ortadoğu’da büyük devletlerin kendi petrol şirketlerine sahip olması mümkündür artık. Almanya, Fransa, İtalya, Amerika hatta bütün devletler hak iddia eder ve Irak Petrol Şirketi kurulur. Bu diplomatik paylaşım savaşlarında, yani Ortadoğu’nun petrolünün dünya güçleri arasında paylaştırılmasında anahtar rolü oynayan karakter ise yine Gulbenkian’dır.
Gulbenkian’ın bu yönü hiç yer almıyor tabii ki sergide. Zengin ve sanatsever, hatta biyografisinde yer aldığı üzere ‘philanthropist’ (hayırsever) bir adamın hayat boyu çabalayarak biriktirdiği, insanlığın kültür tarihine armağan ettiği eserlerle karşı karşıyayız. Bu koleksiyonu ortaya çıkaran özveri ta çocuklukta başlamıştır; hatta Gulbenkian’ın babasının verdiği harçlıklarla şeker almak yerine antik paralar almasına kadar geriye götürülebilir bu çaba. Fakat bu kronolojideki tarihler, böyle bir azim hikâyesini sorgulamaksızın kabul etmemize izin vermiyor. Çünkü bu nadide eserlerin koleksiyona katılış tarihleri, bölgenin kaderi için dönüm noktaları olan tarihlerle örtüşüyor. 1905, 1912, 1915... Dedim ya hem isme takıldım, hem de tarihlere.
Lawrence’a (Arabistanlı) akıl hocalığı yapmış olan Gertrude Bell’in Çöl Kraliçesi adıyla kaleme alınan biyografisinde, Birinci Dünya Savaşı öncesinde İngilizlerin ve Almanların bugünkü Suriye, Irak ve Ürdün topraklarında nasıl tarihî eser ‘tespit’i için çalıştıkları ve birbirleriyle yarıştıkları anlatılır. Bir taraftan bölgenin kaderini belirleyecek siyasî manevralar yapan bu zevat, diğer taraftan bölgeyi tarihî eserlerden arındırma faaliyetine kılavuzluk eder. Bunun bir benzerini son Irak işgali esnasında da gördük. Irak’ta sadece insanlar katledilmedi, tarih de yok edildi.
Tüm bu olanlara gözlerimizi kapatıp siyasal ve askerî hedefleri görmez ve meseleye ‘sanat’ ve ‘kültür’ gözlüğünden bakarsak, George Soros’u da philanthropistler listesine yerleştirmemiz kaçınılmaz olur. Nitekim bugün tüm dünyada kadife devrimden Büyük Ortadoğu Projesi’ne kadar pek çok siyasî manevranın arkasındakilerden biri olduğu bilinen büyük spekülatör Soros’un ismi de Gulbenkian’ın yer aldığı philantropistler listesinde mevcut. Kurduğu enstitünün ve üçüncü dünya ülkelerinden öğrencilere verdiği bursların, onu masum bir entelektüel, hayırsever bir zengin kılmaya yettiğini düşünenler varsa, ortada ciddi bir algı problemi var demektir.
Gulbenkian, biyografisinde anlatıldığı gibi gerçekten de çok büyük fedakârlıklarla elde etmiş olabilir bugün gösterime sunulan eserleri. Ama nasıl ki kişilik bölünemezse, Gulbenkian’ın sanat koleksiyonculuğu yönü de, Ortadoğu’yu talan eden yönünü meşrulaştıramaz; hatta onun koleksiyonculuğu bizzat bu talancı, sömürgeci yönüne bağlıdır.
Yaklaşık yüz yıl önce Ortadoğu’da savaşlar başlatıp, savaşlar bitiren petrol şirketlerinde sahip olduğu stratejik yüzde beş hisse ile adından bahsettiren bir işadamı, bugün sadece koleksiyonunda yer alan sanat eserleri dolayımından sunuluyor. Bu sanat eserlerinin elde ediliş tarzı üzerinde fikir yürütülmesini, finansmanının bölgede petrol uğruna akan kanlar üzerinden elde edildiğinin düşünülmesini engelleyecek bir mizansen var ortada. Sanat (daha doğrusu sanatı finanse eden sermaye), arka planındaki her şeyi örtmüş durumda. Elbette her şeyi siyasete ve çıkara bağlamak, insanı kör bir noktaya mahkûm edebilir. Fakat aşikar bir husus var: Ortadoğu’nun tarihî ve sanatsal değerlerinin Lizbon’daki bir vakıfta toplanması, sadece sanatseverlik ve “doğduğu topraklara duyulan nostaljik bağlılık”la açıklanabilecek bir vakıa değil.
Paylaş
Tavsiye Et