VİZİT bittiğinde dinlediğimiz hikâyelerin ağırlığı omuzlarımıza çökmüştü. “Vizitimiz yine gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden bir demet gibiydi” dedim. Genç insanların yattığı bu klinikte, toplumun en dibinde yer alanların öykülerini dinliyorduk; hayır, dinleyip geçemiyorduk, onların trajedisi bazen ruhumuza çöreklenip kalıyordu. Mülksüzlerin hikâyeleri, kurbanlığın en koyu kıvamlı kanından yazılıyordu, “çürüyen bir şeyler var krallığımızda!” diye fısıldayan bir sesle, sessizliğin sesiyle. Yalnız psikiyatri kliniklerinde, karakollarda, yetiştirme yurtlarında, cezaevlerinde işitilen bir sesle.
Onları, o gençleri dinlemek benim için bu ülkeye dokunmak demektir. Bu ülkede televizyon dizilerinden, şarkı kliplerinden, gelgeç şöhretlerden ötede başka bir hayat vardır. Bazen hüzünlü bitişler, bazen ümitli başlangıçlar, bazen de taşkın bir neşe gizleyen hikâyeler. Ancak bu gençlerden öğrendiğim bir şey, İstanbul’un yoksul mahallelerinde büsbütün huzursuz bir yeni gençliğin yetişmekte olduğudur. Hap kullanan, kendisini kesen, okula gitmek istemeyen, kısa yoldan hayata atılmak isteyen ve hayatla ilgili, içinde bol kazanç ve iktidarın olduğu kocaman düşler kuran gençler. Kenarından bitişmeye çalıştığı topluma karşı hınç duygularıyla dolu, babalarının yoksulluğundan duydukları öfkeyi, bir ateş gibi içlerinde gezdiren çocuklar. “Beni kimse sevmeyecek” korkusuyla her yere saldıran, her insandan, her topluluktan bir sevgi kırıntısı devşirmeye çalışan, yoksulluğun yırttığı ailelerin ele avuca sığmaz oğlan ve kızları.
Ruhun en güçlü ihtiyaçlarından birisi bir topluluk ihtiyacıdır. Ruh bağlanmak için can atar; farklı kişilikler, yakınlık ve biriciklik için can atar. Ruhun aradığı yekparelik ve benzerlik değil, toplumda zaten var olan renklilik ve çeşitliliktir. Bir kelebek gibi hangi çiçeklerle buluşup hangi renkle baştan çıkacağını seçmek ister. Var olmak, sırtını ötekine yaslayabilmektir.
Mitolojiler pek çok kültürde ortak bir hikâye anlatır: Ebeveynleri tarafından terk edilen özel çocuk vahşi doğada veya koruyucu anne baba elinde büyür, pek de merhamet ve şefkat görmez. Kader, zaman ve şartlara acımasızca maruz kalır. Fakat bu maruz kalış, onu yeni ve daha güçlü bir insan kılar. Hayata maruz kalmak hepimiz için bir tehdit ve bir fırsattır. Çok incinebilir olduğumuzu hissettiğimiz anlar, hayatta yeni bir role geçebileceğimiz fırsat anlarıdır aynı zamanda. Çocuk en savunmasız göründüğü anlardan bir kuvvet duygusuyla sıyrılabilir. Günümüzün çocukları bana mitolojilerdeki hikâyeyi hatırlatıyor: Anne babalarının pek de farkına varmadan ‘cangıl’a saldıkları, hayatın vahşi doğasıyla ruh terbiyelerini alan bir kuşak yetişiyor. Bu terbiye onları belki daha dayanıklı kılıyor; ama hiç kimseye minnet duymayan, hiçbir yerde dinlenip huzur bulmayan gençler, kendilerini yalnızca öfkeleriyle var ediyorlar. Ötekine duyduğu öfkeyi sınıf arkadaşının kalbine sapladığı hançerle gösteriyor; kendisine duyduğu öfkeyi ise, yinelenen intihar girişimleri ve vücuduna açtığı jilet yaralarıyla...
Bir toplumsal seferberlik öneriyorum. Kanaat önderi sayılan kişilerin, medya şöhretlerinin, cemiyet sayfası gediklilerinin, kendilerini görünür kılan isimsiz kalabalığa ödemeleri gereken bir borç olduğunu düşünüyorum. Gençlerin olduğu her yere gitmeli, onları hapların koynundan almak için çaba harcamalı, ellerindeki jiletleri çekip almalı, onlara umut dolu mesajlar ulaştırmalılar. Devlet denen o büyük organizma, “gençleri hayattan soğutmak” cürümüne karşı tetikte olmalı.
Toplumca bir umut seferberliğine ihtiyacımız var. Baksanıza, korku tacirleri yine işbaşında, durmadan korku ve kasvet havası yayıyorlar ortalığa. İstanbul’un ve diğer büyük şehirlerin ümitsizlikle zehirlenmiş yeni çocuklarına söyleyecek bir sözümüz, onlarla paylaşacak bir düşümüz olmalı. Diğerini görmezden gelerek, onun ıstırabını yok sayarak, daracık evine istinat duvarlarıyla saldırarak var olamayız. Eğlendiğimiz, yiyip içtiğimiz mekânlar, bindiğimiz arabalar, takındığımız mücevherler bizi soylu kılmaz. Soyluluk, ötekini işitebilmekten yapılma bir mücevherdir. Soylular, kalplerini bir mücevher gibi taşıyan ve kalpleriyle düşünen insanlardır. Bu ülkenin en soylu insanları, diğerlerinin acısını en çok içinde hissedenlerdir.
Paylaş
Tavsiye Et