BU soruyu cevaplamak öncelikle tarafları yakından tanımayı, ilişkilerin tarihî boyutunu, güncel gerilim alanlarını ve bölgede etkin olan diğer aktörlerin pozisyonlarını bilmeyi gerektirir. Bazı yorumculara göre, buradaki sorun Türkiye’nin ‘normalleşememesi’dir. Bazıları büyük devletlerin oyununa dikkat çekerken, Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi Eşbaşkanı Kaan Soyak gibi bazıları da, iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine Azerbaycan’ın mani olduğunu ileri sürmektedir. Sorunun sebebi hakkındaki bütün bu çözümlemelere rağmen, iki ülke ilişkilerindeki tıkanmanın aşılmasının önündeki asıl engelin, Ermeni siyasi kültürüne ve karar vericilerine hakim olan “Taşnak zihniyeti” olduğu ileri sürülebilir. Çünkü karşımızda bu zihniyetin tahakkümü altında kalıp, bazı büyük güçlerin de yönlendirmesiyle, irredentist (yayılmacı) bir tavır alan ve demokratikleşemeyen bir Ermenistan bulunmaktadır. Ve bu durum, her nedense, Avrupa ve Türkiye’deki medya organları, akademik çevreler ve politikacılar tarafından gündeme getirilmemektedir.
“Taşnak zihniyeti”nin esasını, Sevr Antlaşması’nda belirtilen Türkiye’ye ait topraklara ek olarak Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ ve Nahçıvan, Gürcistan’ın ise Ahalkelek bölgeleri üzerinde “Birleşik Ermenistan”ın kurulması, yani Hay Dat (Ermeni Davası) ülküsünün birincil hedef olarak belirlenmesi teşkil etmektedir. Bu zihniyet, ırkçı ve yayılmacı bir söylemden hareket etmekte, komşularının tamamını bir tehdit olarak görmekte ve hatta onların varlığını bile hazmedememektedir. Ve sonuç olarak da Ermenilerin bulundukları bölgede komşuları ile sürekli çatışmaya girmesini öngörmektedir.
Tarihte Nazi önderleri ile iyi ilişkiler geliştiren ve onları aratmayacak düzeyde katı nasyonal-sosyalist görüşlere sahip olan Taşnak Partisi, bu zihniyetin canlı tutulmasında ve yaygınlaştırılmasında başat roldedir. Söz konusu ırkçı ve irredentist yaklaşımların bu partinin programında yer alması ve partinin Ermenistan’da meşru kabul edilmesinin ötesinde, iktidar ortağı statüsü ile pek çok sahada belirleyici güce de sahip olması dikkat çekicidir. Genellikle aşırı milliyetçi olan diaspora Ermenilerine çifte vatandaşlık imkanı tanıyan yeni yasayla da mevzubahis zihniyetin güçleneceği açıktır.
“Taşnak zihniyetli”ler, ırkçı nasyonal-sosyalist Taşnak Partisi mensuplarıyla mahdut olmayıp geniş bir çevreyi içine almaktadır. 1990’lı yıllarda Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’nda bakanlık dahil üst düzey görevler yapan Gerard J. Libaridian’ın da vurguladığı gibi, bugün Ermenistan’da “büyük devlet hayalleri” kuran ve ideolojik bakış açısı taşıyan bir grup iktidardadır ve onlar ülkeyi yalnızca bu büyük hedeflere ulaşmak için bir araç olarak görmektedirler. Bu irrasyonel zihniyet, Ermenistan’ı bölgedeki komşuları ile çatışmacı hale getirerek büyük ekonomik projelerden de tecrit etmiş ve ülke, Kafkas dağlarının ötesinde kalan Rusya’ya muhtaç duruma düşürülmüştür. Dağlık Karabağ Savaşı’nda etnik temizlik dahil sivillerin katliamı emrini vererek savaş suçları işleyen mevcut Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan ve Savunma Bakanı Serj Serkisyan bu durumun başlıca sorumlularındandır. Dahası, Ermenistan’ın Rusların fiilî yardımıyla Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ ve çevresindeki topraklarını etnik temizlik ve katliamlar suretiyle zapt edip işgal durumunu sürdürmesi, söz konusu zihniyeti beslemektedir.
Radikal ırkçı bir yönetimle uzlaşmaya varmanın her zaman ters teptiği, Hitlerci rejimin yükseliş ve yayılmasında bizzat görülmüştür. Bu bağlamda, Türkiye’nin 1993’te Ermenistan’a yaptığı buğday yardımının, Ermenilerin saldırganlıklarını teşvik ederek daha çok Azerbaycan toprağının işgal edilmesine neden olduğu; ulaşım koridorlarının açılması akabinde, ‘soykırım’ın uluslararası camiada tanınmasının dış politikanın temel önceliği haline getirildiği; 2004’te ortak tarihçiler komisyonu kurma teklifine karşı bu sefer de ‘soykırım’ın artık bir milli güvenlik meselesi olduğunun dillendirildiği unutulmamalıdır.
“Taşnak zihniyeti”, savunma hakkı bile tanımadan Türkiye’yi “soykırım yapmak”la suçlamakta, “soykırım diplomasi”si yürütmektedir. İlginçtir ki, 1915’te Ermenilere soykırım yaptığı iddia edilen Osmanlı Devleti, Mayıs 1918’de kuruluşu ilan edilen Ermenistan Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan ve onunla 4 Haziran’da Batum’da bir dostluk antlaşması akdeden ilk devlet olmuştur. Üstelik kısa bir süre sonra bu cumhuriyetin temsilcileri İstanbul’a geldiklerinde Enver ve Talat paşalarca hüsnükabul görmüş; hatta iadeyi ziyaret için Enver Paşa, Tokatlıyan Oteli’ne gitmiştir. “Ermeni soykırımı”nın bir çarpıtma olduğunu kanıtlayan diğer kayıtlar bir yana, bu tarihî bilgiler bile Osmanlı idarecilerinde Ermenilere karşı ırkçı bir soykırım motifinin hiçbir zaman oluşmadığını gözler önüne sermeye kafidir.
Diğer taraftan bazıları, Türkiye’nin kara sınırını açmasıyla ilişkilerin gelişeceğini iddia etmektedir. Öncelikle, Ankara’nın (hava değil) kara sınırını kapalı tutması ile Ermenistan’a ambargo uygulaması hususunun sadece bir blöf olduğu vurgulanmalıdır. Yıllardır Türk şirketleri Ermenistan’a serbestçe mal satmakta, İstanbul’dan Erivan’a düzenli uçak/otobüs seferleri çalışmakta, kargo şirketleri harıl harıl mal taşımaktadır. Öte yandan 70 küsur bin Ermeni’nin Türkiye’de istihdamda yer bulması, Ermeni futbol takımlarının Antalya’da kamp yaparak “memlekete döviz bırakmaları” da Türkiye’de memnuniyetle karşılanmaktadır. Kara sınırının sembolik açılışının yalnızca ulaşım masraflarını %10 düşüreceği; öte yandan Erivan’daki Taşnak zihniyetli ırkçı/işgalci yönetimi yüreklendireceği, onun hakimiyet kanallarını pekiştireceği, Türkiye’ye karşı yürütülen politikanın ancak saldırgan davranmakla başarıya ulaşacağı görüşünü yaygınlaştıracağı, baskıcı rejimin ömrünü uzatacağı ve mevcut sorunların çözümünü zorlaştıracağı muhtemeldir. Kara sınırı ticaretinin Ermenistan’ın bağımlılığını artıracağı ve hatta Doğu illerinin zengin Ermeni turistlerle lebalep dolacağı iddialarının da lafügüzaf olduğu pek aşikârdır. 1988’de Ermenistan’ın doğalgaz, petrol ve ulaşım bakımından Azerbaycan’a bağımlı olması hiç de Ermenilerin saldırganlıklarını frenleyememişti. Kaldı ki, Ermeni turistlerin Türkiye’ye gelişini engellemek şöyle dursun, bunu her zaman teşvik eden “turist, velinimetimizdir” atmosferi de herkesin malumudur.
Netice-i kelam, “Taşnak zihniyeti”nin iktidardan tasfiye edilmesi, yani Ermeni toplumunun Koçaryan ve Serkisyan’ın başında bulunduğu Erivan’daki “savaş partisi”nin tahakkümünden kurtulması (ve Kafkasya için kurulacak bir Savaş Suçları Mahkemesi’nde bunların yargılanmaları); akabinde, Ermenilerin yaşadıkları coğrafya ile yüzleşmeyi kabul ederek yayılmacı ve saldırgan hissiyatı bertaraf etmeleri ve bu sayede Ermenistan’ın normalleşmesi/demokratikleşmesi/özgürleşmesi yolunun açılmasıyla birlikte Türkiye-Ermenistan ilişkileri de “sıfır problem” rayına oturacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et