GÜNLÜK dilde sıkça karşıdaki kişinin doğru veya yanlış davrandığını ya da doğru ve yanlış yorumda bulunduğunu belirtmek için, çoğunlukla bilmeden, derin bir nedene işaret edilir: Şuur: “Şuursuz adam”, “Şuursuz davrandı”, “Çok şuursuz bir kişidir”, “İnsan olmanın şuuruyla hareket etti”, “Çok şuursuz bir toplumuz”, “Eylemlerimize şuur eşlik etmeli”. Hatta ideolojik mensubiyeti vurgulamak için bile bu kelimeye sığınılır: “Çok şuurlu bir insandır”, “Şuurlu kardeşim benim!” Daha da ileri gidilip, şuur kelimesi ile şiir ve şair kelimelerinin aynı köke sahip olduğu ileri sürülerek, şairin en üst şuur durumuna sahip kişi, şiirin de bu en üst şuur durumunu dile getiren beşerî ürün olduğu vurgulanır. Kelimenin günümüz Türkçesine bilinç sözcüğüyle çevrilmesi, bilgi’ye bir atıf yapıldığını gösterdiği gibi, bilinç’in insanda bulunan bir yeti olduğu da söylenmiş olur; özellikle bilinç-altı kavramsallaştırmasında bu durum daha da açığa çıkar. Şuur kelimesinin tarih içerisinde kendisine yüklenilen pek çok anlamının içerisinden en derinini yakalamak, günümüz sorunlarını tespit için elzemdir; özellikle insan denilen canlının neliğini çevrelemek için kaçınılmazdır. Çünkü insanın en önemli özelliği, hem maddî hem de manevî dik-durma’nın şuurla ilgili, şuurdaki zafiyetin insanın omurgasızlaştırılmasında en önemli etken ve insanın başını eğmesinin, önüne düşürmesinin şuurundaki seviye kaybına bağlı olduğu izahtan varestedir. Bu noktayı tespit eden günümüz sömürgeci vahşî kapitalizminin kendi çıkarı lehine tavzif ettiği bu durum, şuursuzluğu sürdürülebilir kılmak için bütün imkanların kullanılmasıyla pekiştirilmektedir.
Günümüzde şuursuzluğun idamesi için devreye sokulan bütün eylemeleri bir deyişle özetleyebiliriz: “Hayatı çoğaltmak.” Hayatı çoğaltmak için ise yapılması gereken şey: “İnsanın isteğinin artırılması, beslenmesi…” İnsanın isteğinin sürekliliği için ihtiyaçlarını sürekli kılmak yeterlidir. Sürekli ihtiyaç hisseden insan sürekli isteyecek; sürekli isteyen insan ise sürekli ihtiyaç duyacaktır. Sürekli ihtiyaç-sürekli istek denklemi, hayatı çoğaltacak, insan tatminsiz bir isteme küpü haline gelecektir. Böyle bir insan şimdi’yi mutlaklaştırır, dünü ve yarını şimdi’sini tehdit eden birer unsur olarak görür; geçmişten kaçar, gelecekten ise korkar. Şimdisini, boşluk bırakıp bir an kendisiyle yalnız, kendi başına kalmamak için alabildiğine doldurur [zaman doldurma, geçirme ve öldürme]; bunun için elden geldiğince değişik meşguliyetler yaratır; tıkandığı yerde boşluğu gürültüyle kapatır. Çağdaş hayatın insanın kendi bireyselliğini unutmasına neden olan bir günlük diliminde yer alan gürültülere şöyle bir bakmak yeterlidir.
“Alaaddin ve sihirli lambası” hemen herkesin bildiği bir masaldır. Bu masalın yine de işaret ettiği bir hakikat var: İnsan’ın istekleri sonsuzdur. Bu nedenle insan isteklerini tatmin için sürekli bir sihirli lamba arar. İstekleri olanlar daima bir lamba ararlar; hatta bulurlar. Hiç şüphesiz burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Her sihirli lambadan cin çıkmaz. Ancak sömürgeci kapitalizmin buradaki çözümü de dâhiyanedir: Kişi’ye sihirli lambadan her an bir cin çıkabilir hissini kazandırmak: “Sihirli lambanı bul ve bekle; her an cin çıkabilir [Size de çıkabilir].” Çağdaş hayat her yanın sihirli lambayla doldurulduğu ve başında onları ovuşturan, ovan insanların bulunduğu bir gürültü meydanı…
Dikkat edilirse yazıda sihirli kelimesi sıkça tekrar edildi; bu nedenle herhangi bir lamba değil, sihirli lamba gereklidir. Sihir, tanımı gereği belirsiz olandır. Çağdaş hayatta bu, zamanı belirsiz kılarak gerçekleştirilir. Dünü ve yarını olmayan şimdi bir belirsizlikler yumağıdır; her an her şey olabilir. Örnek olarak, ABD’nin bir imkânlar ülkesi olduğu sıkça vurgulanır; ama eklenir: “İşini bilenler için.” Burada kullanılan iş bilirlik ancak belirsiz bir ortamda işe yarar; belirsizlikte göz boyama, alicengiztuğrulvari el çabukluğu iş görür. “Benim memurum işini bilir” deyişindeki işini bilmek de hiç şüphesiz böylesi belirsiz durumlar için geçerlidir.
Sihirli lambadan çıkan cine, isteklerini sıralarken “beni istemeyen/isteği olmayan bir varlık kıl” diyen bir insan tasavvur edebiliyor muyuz? İstemekten kurtulmak: Çünkü hayatı istekler çoğaltır. [Hiç olmayı isteyen büyük mistiklerin ne kastettikleri konusuna girmiyorum.] Kısaca, “Alaaddin ve sihirli lambası”, istek bittiğinde biter; masalı devam ettiren insanın doymak bilmez sınırsız istekleridir. Zaten sihirli lamba ve cin de bu istek için var kılınmadılar mı? İnsan, isteklerini gerçekleştirmek için kendi sihirli lambasını, kendi cinini kendisinin bulduğunun, yarattığının farkında değil midir? Sihir de, lamba da, cin de, hatta hayat denen masal da hepsi insan isteğinin tecessüm etmiş halleri… Bu kadar isteği bulunan bir varlığa bu Kainat’ın bile az olduğunu söylemek zaittir.
Şuur, belirlilik; sihrin, belirsizliğin çelişiğidir. Sihirde alicengiztuğrulvari el çabukluğu, göz boyama tarz iken, şuurda yön-demli olma, “-den, -a’ya” gitme esastır; kısaca yöntem. Öyleyse, şuur nedir? Kudema şuur’u üç yetinin toplamı olarak tanımlar: His (nuzu’), vicdan ve idrak (akıl). Öyleyse, başka bir deyişle, şuur, duyu, zihin ve aklın toplamına verilen addır. Öyle bir toplam ki, bir kere toplandı mı artık kurucu unsurlarından herhangi birisine tek başına indirgenemeyecek bir biçimde mezc olmuştur. Buna bağlı olarak, istek de üçe ayrılır; hissî istek, vicdanî/zihnî istek, aklî istek. Bu nedenle yalnızca hissî veya yalnızca vicdanî ya da ikisi beraber şuuru vermez, veremez. İşte bu nedenle çağdaş dünyada yalnızca duyusal veya zihinsel isteklerine yer açıp, aklî olanı dışarıda bırakan insan, cinine teslim olmuş demektir.
İnsanın faslı, ayırımı irade-i akliye olduğu için aklî istek önce gelir ve ferdiyetimizi de belirler. Böyle denmekle yalnızca, tek başına akılla yaşamak istenmiyor elbette. Aklın müşahede ve mütalaası altında duyusal ve zihinsel isteklerin karşılanması şuurlu bir varlık olarak yaşamamızı mümkün kılar. Çünkü hayatı bir birey olarak ve estetik yaşamak kadim medeniyetimizin şiarıdır. Bu nedenle hakkıyla yaşamak bir cesaret işidir. Nehr’in, yarmak, ikiye bölmek kökünden, köprü anlamındaki cisr’in de cesaretle aynı kökten geldiği dikkate alındığında nasıl ki bir nehri köprüden geçmek bir cesaret işiyse, doğum ile ölümün ikiye ayırdığı hayatı yaşamak da o kadar cesaret işidir. Her bir kişi köprüden tek başına (ferdiyet) geçer; ancak bu geçiş alelade değil, insan olmalığa yakışır bir biçimde estetik olmalıdır: Şuurlu hayat.
Medenî geleneğimizde Hz. Peygamberin en önemli iki sıfatının ferdiyet (bireysellik) ve cemal (estetik) olduğuna yalnızca işaret ediyorum.
Paylaş
Tavsiye Et