Ahmet Özhan
Yapım: İstanbul Organizasyon, 2007
Ahmet Özhan, dört yıl aradan sonra çıkardığı Yüzyılın Şarkıları adlı yeni albümünde, Türk müziğinin son yüzyılında ortaya konulan ve Türk insanının beğenisini kazanan eserler arasından seçilen on beş şarkıya yer veriyor. Geçtiğimiz ekim ayında kaybettiğimiz büyük besteci Selahattin İçli’nin bestelediği ve 80’li yıllara damgasını vuran “Hüzün” adlı şarkı ile açılan albüm, Şekip Ayhan Özışık’ın “Rüzgâr Söylüyor” ve Hacı Arif Bey’in “Bakmıyor Çeşm-i Siyah” adlı eserleri ile devam ediyor; albümde ayrıca Hacı Faik Bey’den “Nihansın Dideden”, Kemanî Serkis’ten “Kimseye Etmem Şikâyet”, Sadettin Kaynak’tan “Leylâ Bir Özgecandır” gibi unutulmaz eserler bulunuyor. Peki bir yüzyıl boyunca insanların diline dolanan bu şarkıların sayısı sadece on beş mi? Albümün giriş yazısında yüzyıla damgasını vuran şarkıların seçiminde büyük bir zorlukla karşılaşıldığı belirtilerek şöyle denilmiş: “[Nasıl ki] bütün güzellikleri bir anda, bir akşamda, bir seferde yaşamanın imkânı yoksa büyük bir çiçek bahçesine benzeyen musikimizi bir vazoya sığdırmak da mümkün değil.” Peki albümün adı nereden geliyor? Bir gazeteye verdiği röportajda “Yüzyılın Şarkıları” ismini ilk kez bir arkadaşından duyduğunu ve çok beğendiği bu ismi hemen notere tescillettiğini söylüyor Özhan. Albümdeki az sayıdaki şarkının dışında kalan geniş repertuvar için de şöyle diyor: “Benim yüzyılın şarkısı olarak nitelendirdiğim en az bin beş yüz şarkı var. Bunlar halkın dilinden hiç düşmeyen şarkılar. Ama albüme bu şarkıların sadece on beş tanesini koyabildik. Bu albümün devamı da gelecek.” Yapımcılığını İstanbul Organizasyon’un üstlendiği ve müzik yönetmenliğini Hasan Esen’in yaptığı albümün fotoğraf çekimlerini ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler gerçekleştirmiş. “Benim için fotoğrafta esas olan insandır, insansız fotoğraf olmaz” diyen Ara Güler’in bu duyarlılığı, çektiği siyah-beyaz fotoğraflara yansımış. Albümü alışılagelmiş bir albüm olmaktan kurtaran bir diğer hususiyet de, klasik musikimizde çok önemli bir yer tutan, ancak yüz yıldır kullanılmayan iki enstrüman olan santur ve rebabın bazı eserlerde kullanılmış olması. Toplumsal hafızanın korunmasının gün geçtikçe zorlaştırıldığı bir kültür atmosferinde, bu türlü hafif tertip denemelerin yararlı olduğunu düşünüyorum. Yani son yüzyılın popüler nitelikteki Türk müziği şarkı örneklerini dinleyicinin beğenisine sunmak, tek başına ele alınarak eleştirinin malzemesi yapılmamalı ve daha kuşatıcı bir perspektiften, son derece seviyesiz ve zevksiz melodilerle kirletilmiş kulakları yeniden klasiğin dünyasına hazırlamak için bir basamak olarak düşünülmeli… /Cihat Arınç
Tavsiye Et
Tahsin İncirci-Wolfgang Köhler
Yapım: Kalan Müzik, 2007
Değişik kültürlerin birikimlerini sentezlemek, onlarda çatışmalı olan unsurları uzlaştırmaya çalışmak değildir. Böylesi bir şey, bize synthetique’i değil, olsa olsa syncretique’i verir. Oysa sentetik demek, kökende büyük benzerlikleri bulunan iki şeyi bir araya getirmektir, uzlaştırmaktır. İlk olarak Alman romantik filozofu Fichte’nin ortaya attığı “tez-antitez-sentez” üçlemesine rağmen bu böyle… Duo Divan adlı bu albümde “Türk-caz” olarak sunulan eserlerde Anadolu halk müziği ezgileri tema olarak işleniyor. Ezgiler sürekli tekrarlarla uzatılmıyor, bunun yerine piyano ile caz ve keman ile de taksim formları kullanılıyor. Tahsin İncirci, otantik ezgilere “komşu-özgün” melodiler ekleyerek parçaları zenginleştiriyor. Piyanonun eşlik partileri de, Türk müziğine özgü koma sistemini zedelemeyecek şekilde düşünülüp yazılmış. Netice itibarıyla, albümün kapak yazısında da belirtildiği gibi, “kemanın, Türk müziği seslendirmesiyle Wolfgang Köhler’in piyanodaki caz icrası bir ‘çatışma’ değil, ‘bütünleşmiş bir tını’ oluşturuyor.” Zevkli ve insanın içindeki çalkantılara sükûnet veren bir çalışma… /Cihat Arınç
Tavsiye Et
Paul Hindemith
Türkçesi: Yavuz Oymak
İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2007
Müziğin sanat veçhesi elbette vardır; fakat o aynı zamanda kökeninde matematiğin yattığı kozmoloji temelli bir bilimdir. ‘Kâinat’ (oluşlar evreni) denilen karmaşa, ancak ahenkli bir bütün, yani ‘âlem’ haline geldiğinde insan için yaşanılabilir bir yer olacaktır. Birbirinden kopuk gibi görünen eşyanın (şeylerin) birbiriyle olan ilişkilerinin belirginleştirilmesi ve her şeyin hiyerarşik bir Varlık düzleminde tanımlanmasında önemli bir rol üstlenir müzik. Zira böylesi bir düzen kavramını üretebilmek için gerekli olan ‘ahenk’ (harmonia) fikri, en kâmil örneğini müzikte bulur. Öyleyse müziğin teorik veçhesi üzerinde düşünmek, nasıl bir âlem tasavvur ettiğimizle de yakından ilişkilidir. Nitekim bu husus, Paul Hindemith’in Unterweisung im Tonsatz adlı meşhur eserinin Türkçe tercümesine yazdığı uzun giriş makalesinde Mehmet Nemutlu tarafından da dile getiriliyor. Nemutlu’nun belirttiğine göre, 20. yüzyıl müziğini 50’lere kadar biçimlendiren iki kanat vardı: Bir yanda geriye-bakışı esas alan yeni-klasikçilik, öte yanda yeniden-inşa çalışmalarıyla 12-ses işçileri, yani Schönberg ve öğrencileri. Her iki zıt uçta da kilit kavram ‘düzen’di: Müziğin yarınını kurtaracak bir düzen, bir sistem! O dönem Avrupa’sında yürütülen tartışmalara bakıldığında, müziğe getirilecek düzenin politik düzen ile yakın ilişkide olduğu şeklinde bir kanaatin döneme hâkim olduğu görülür. Öyle ki, ‘düzen’ fikrinin tartışıldığı bu atmosferde Almanya riskli ve sabıkalı bir coğrafya sayılıyordu. Düzenden, giderek sıkı düzenden ve o sıkı düzenin herkes için bir zorunluluk olduğu vurgusundan faşizme uzanan bir yol olduğu fikri müzikte de karşılık bulmuş ve mesela Hindemith’in ilk dönem eserlerindeki canlı, özgürlükçü havanın yerini zamanla denetimli, ölçülü bir soğukkanlılığa, sonralarıysa geliştirdiği teori ile de desteklenen doktriner bir söyleme bırakması ile Almanya’da yükselen faşizm arasında bir paralellik görenler olmuştur. Bestekâra çok yakın olanlar arasında, onun 30’lu yıllarda yazdıklarını “yeni politik düzene [Nasyonal Sosyalizm] uyma çabası” olarak yorumlayıp Hindemith’in eserlerinin içinde faşist akorlar duyduğunu iddia edenler bile çıkmış. Yine bu bağlamda, Schönberg’in atonal müziği de, Adorno’ya “negatif diyalektik” yaklaşımını desteklemek için ilham veriyordu. Çünkü Adorno’ya göre, müzik teorisinde katı bir ‘düzen’ fikri, siyaset kültürü içerisinde faşizme hizmet eder. Doğrusu bütün bu tartışmalar, spekülatif yorumlar içermekle beraber kavramsal düşünmeye teşvik etmesi bakımından değerli. Hindemith’in yazdığı bu eser, müzik öğrencilerinin teorik öğrenimlerine olduğu kadar sosyo-kültürel tartışmalar için bilimsel bir zemin oluşmasına da katkı sağlayacak yüksek seviyede bir kitap… /Cihat Arınç
Tavsiye Et