Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2007) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
Uyum Zirvesi başarısızlığa mı uğruyor?
Alman Basını Die Zeit
Çeviri: Gülçin Koç
11 Temmuz 2007 Jörg Lau
Şansölye Angela Merkel ilk Uyum Zirvesi için davet ettiğinde, herkes aynı fotoğrafın içinde yer almak istiyordu. Fotoğrafta farklı, renkli bir Almanya mevcuttu. 14 Temmuz’da ikincisi gerçekleştirilecek olan zirvede, hükümet, eyaletler, belediyeler ve göçmenlerin birlikte üzerinde çalıştıkları Federal Almanya Cumhuriyeti’nin ilk uyum planı konusunda elde edilen sonuçlar tartışılacak. Fakat bu sene en büyük göçmen grubu olan Türklerin sözcüleri Merkel ile aynı resimde yer almak istemediler. Seküler Türk derneği TGD (Almanya Türk Toplumu) ile cami birliği DİTİP (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) eski çatışma retoriğini yeniden ortaya döktüler; ‘dışlanmak’tan ve ‘ayrımcılık’tan dert yanmaya başladılar. Şansölye’yi boykotla tehdit ettiler ve Cumhurbaşkanı Horst Köhler’e yasayı imzalamama çağrısında bulundular. Kim inanırdı ki, seneler boyunca üzerinde tartışılarak hazırlanan yasalar, çoğunluk kararına rağmen bir azınlık grup kendini göz ardı edilmiş hissetti diye tekrar gözden geçirilsin? Görünen o ki Şansölye’nin işlerin nasıl yürüdüğünü daha fazla öğrenmesi lazım. Diğer taraftan Merkel’in davetine şantajla karşılık vermekse tek kelimeyle beceriksizlik!
Hükümetin yeni politikası, yani bu riskli konu şu manaya geliyor: Karşılıklı yalanlardan arınarak yeni bir ‘biz’ oluşturmak. Biz eskiler Almanya’nın göç alan bir ülke olduğu gerçeğini yadsımamalıyız ve siz yeniler kendinizi bu ülkeye katkıda bulunan şahsi sorumluluk sahibi vatandaşlar olarak algılamalısınız. Bunun Türk derneklerine ağır geleceği zaten aşikârdı. Eşit seviyedeki ortaklık davetine de panik içinde mağdur rolüne kaçarak reaksiyon gösterdiler. Yeni göç yasasına getirdikleri eleştiriler, çelişkili yapılarını hemen ele veriyor: Hem dil bilmenin önemini iddia ediyor, hem de Türk gelinlerin memleketlerinde Almanca öğrenme şartını uygunsuz bir ‘engel’ olarak görüyorlar. Zoraki evlenmelere karşı çıkarken, evlenme yaşının 16’dan 18’e çıkartılmasını Türklüğe hakaret olarak algılıyorlar. Türk feminist Seyran Ateş bu “kültür şovenizmi”ni, “demek ki Türk kimliği uyumun başarısından ve kadın haklarından daha önemliymiş” diyerek yorumluyor.
Bu yüzden de hükümet, DİTİP ile TGD’ye ihtiyaç duymadan yola devam ederek iyi yapıyor. Göçmen çevrelerinde bu derneklere yönelik eleştiriler de daha yüksek sesle dile getiriliyor. Mesela Türk-Alman Sanayi ve Ticaret Odası boykot çağrısını göz ardı ederek zirveye katılırken, Almanya Müslümanlar Merkez Konseyi Genel Sekreteri Ayman Mazyek uyum yasasına yöneltilen eleştirileri anladığını ama buna rağmen “sadece konuşmak için zirveye gelmeleri gerektiğini” söylüyor.
Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanı Maria Böhmer aslında Türk boykotçulara iyilik yapıyor. Uyumun işleyişini arkadaşça-mecburi bir tarza doğru değiştiren Böhmer, kendisini selefleri gibi sadece lobi grupları tarafından suçlanan “göçmenlerin avukatı” olarak da görmüyor. Bu iyi bir haber, çünkü göçmenlerin Başbakanlık’ta kendilerini temsil edecek bir avukata ihtiyaç duydukları inancı yanlış bir düşüncenin ürünüydü ve eninde sonunda geçersiz olacaktı. Burada vurgulanması gereken, göçmenlerin, sözcülerinin gözden kaçırdıkları ölçüde cesur ve risk sever insanlar oldukları gerçeği.
Göçmenlerin dadılığa ihtiyacı yok, bilakis kendi hayatlarından kendilerinin sorumlu olduğu onlara gösterilmeli. Maria Böhmer için uyum, Alman devletinin göçmenler ve onların takipçileri için yaptıklarından ibaret değil; bunda öncelikle göçmenlerin istekli olması gerekir. Tabii Alman toplumunun da eşit şans önermesi şart. Böhmer’in uyum planı herkesin kendi sorumluluklarının farkında olmasına dayanıyor. Peki bu kişisel sorumluluk söylemi bazılarının iddia ettiği gibi sadece ucuz vaatlerden mi ibaret? Bu konu üzerinde baskı çok fazla. Hükümet en iddialı sosyo-politik projesinin başarısızlığa uğramasına izin vermeyecektir. Geçen haftaki güç oyununda neden Uyum Zirvesi’nin alt edilmeye çalışıldığı unutulmamalıdır: Fransa’da banliyöler yanarken, Berlin’deki Rütli ve Hoover okullarında olaylar patlak verirken yönetim iş başında değildi. Uyum Zirvesi bütün bu şok dalgasına verilecek en doğru yanıttır. Bu uyum politikasında federal hükümet, yetki alanında olmamasına rağmen rahatça hareket edebilen yeni bir oyuncu olarak belirdi ve katılımcıları tüm ihtimallerin tükendiği hamleyi yapmaya mecbur bıraktı.
Şimdi eyaletler eğitim politikalarında kimin en iyi fikirlere sahip olduğunu göstermek; belediyeler de getto yapılanmasına ve gençlerin şiddet kullanmasına karşı yaratıcı çözümler bulmak zorunda. Göçmenlerse bir yandan aşırı yüklenilerek, bir yandan da yüzlerine karşı yalakalık edilerek o eski iyi John Kennedy sorusuna muhatap olacaklar: “Ülken için ne yapabilirsin?” Yani her zamanki gibi tartışmalar sürüyor, uyum ilerliyor.

Tavsiye Et
Türk İslamcılarının verdiği ders
İran Basını İtimad-ı Milli
Çeviri: Hakkı Uygur
23 Temmuz 2007 Başyazı
Türk İslamcılarının erken seçim kararı alması her ne kadar birçokları tarafından tehlikeli bir kumar olarak değerlendirildiyse de, seçimlerin ardından elde edilen büyük başarı, içinde önemli mesajlar barındırıyor. Aslına bakılırsa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve iktidardaki AKP erken seçime gitmekle gerçekten de büyük risk almıştı. Zira seçimlerin yapılması için önlerinde yeterince zaman vardı ve partinin seçimler sonrasında Meclis’teki üçte iki çoğunluğunu koruması oldukça zor görünüyordu.
Seçim sonuçları, Türk İslamcılarının kendilerine güvenlerinin ne kadar yüksek olduğunu ve geniş toplumsal desteklerini şüpheye yer bırakmayacak biçimde gözler önüne serdi. Diğer taraftan Türkiye’deki seçimler, seçim öncesi -başta krize dönüşen cumhurbaşkanlığı seçimleri olmak üzere- yaşanan gelişmelerden dolayı ister istemez, AKP’nin beş senelik icraatları ve yapmak istedikleri yenilikler hakkında bir referanduma dönüşmüştü. Sonuçlar Türk halkının hangi eğilimlere sahip olduğunu ortaya koyacak ve nasıl bir gelecek düşlediğini gösterecekti.
Seçimlerin diğer bir ilginç sonucu da, Türkiye’de askerlerin sahip oldukları ilginç ve görmeye alışık olmadığımız esneklikleri ile Türkiyeli Müslümanların demokrasiyle olan uyumlarıdır.
Çeşitli siyasi, kültürel, tarihî ve uluslararası şartlardan dolayı, yalnızca ABD ve AB ile iyi ilişkiler kurma yeteneğine sahip sağ partilerin Türkiye’de hükümet kurabilecekleri düşünülmekteydi. Bu düşüncenin nedeni AB’nin kurulmasından sonra Ankara’da işbaşına gelen her sağcı hükümetin Birliğe üye olmak için halka söz vermesi ve bu konuda çaba göstermesiydi. Bu nedenle İslamcıların siyasal gücü ele geçirmesi, Türkiye’deki birçok geleneksel siyasetçi tarafından bir geriye dönüş olarak telakki edilmişti.
Ancak son birkaç yılda güçlenen İslamcılar birkaç hedefi eşzamanlı olarak takip ettiler. Erdoğan hükümeti bir taraftan AB’ye üye olabilmek için geniş kapsamlı reformlara imza atarken, diğer taraftan Türk ekonomisinde gözle görülür bir iyileşme sağladı ve uzun yıllar sonra Türkiye ilk kez enflasyonda %8’lik bir oranı gördü.
Aynı şekilde Türk dış politikası gerek bölge, gerek İslam dünyası, gerekse de küresel bağlamda akılcı ve dış gerçeklerle uyumlu bir süreç izledi. Yine Türk İslamcılar iç siyasette oldukça önemli başarılar kaydettiler. Son derece akılcı politikalar izleyerek generallerin Türk siyasal yaşamındaki müdahalelerini en aza indirmeye muvaffak oldular.
Dışarıda kendilerine ilgi duyan kesimlere verdikleri önemli derslerden birisi de kişisel dindarlık ile demokratik semboller arasında kurdukları son derece mantıklı ve uyumlu ilişkilerdir. Türkiyeli Müslümanlar birçok İslam toplumu için faydalı ve verimli olabilecek bir birlikte yaşama modeli sunuyorlar. Hem Müslüman ve dindar olunabileceğini, hem de insanlığın en büyük kazanımı olan demokrasiden faydalanılabileceğini gösteriyorlar. Türk İslamcılarının verdiği en önemli ders işte bu.

Tavsiye Et