Aşk, Gurbet ve Tekke Şarkıları
Yapım: Kalan Müzik, 2007
Etimolojik kökeni hakkında birçok farklı açıklamanın bulunduğu rembetika yahut rembetiko terimine, yazılı olarak ilk defa 1910 tarihli taş plak kayıtlarında rastlıyoruz. Müzikolog Cinuçen Tanrıkorur, günümüzde “Yunan Blues müziği” anlamına gelen kelimenin etimolojik kökeni hakkındaki spekülasyonların ve etimolojik köklerle mevcut terim arasındaki anlam uyuşmazlıklarının Rebetika/Rebetiko ve Rembetika/Rembetiko gibi yanlış kullanımlardan kaynaklandığını, kelimenin aslının Smirneiko (İzmir Şarkıları) olduğunu söylüyor. Kelimenin etimolojik kökeni bir yana, anlamı gayet açık. Rembetika, umutsuzluktan ve gurbet acısından, vatan hasretinden kendilerini içkiye, serkeşliğe, uyuşturucuya (haşhaşa) ve müziğe veren çaresiz insanların müziği. Rembetika, hatıralar ve hasretlerle yoğrulan gür bir çığlık; buzuki, bağlama, gitar, ud, santur, keman, arp, flüt, armonika, tef, dümbelek ve zil eşliğinde yakılan bir ağıt. Sözlerinin ana teması rebetis’lerin dar toplumsal çevreleriyle sınırlı kalan ve bu sebeple pekâlâ müzikal ve estetik açıdan zayıf olmakla itham edilebilecek bu şarkılar yine de değerli… Çünkü Rembetika, büyük romancı Ursula K. Le Guin’in deyimiyle ‘mülksüzlerin’, çağdaş filozof Deleuze’ün deyimiyle ‘yersiz-yurtsuzlaştırılmışların’ müziği… 1922 olayları sonrasındaki mübadele yıllarında Kapadokya’dan İzmir’e dek türlü şehirlerde yaşayan ve anavatanları olan Anadolu topraklarından sürülüp bir türlü kaynaşamadıkları Yunanistan’a gemilerle bir ‘yük’ gibi taşınan yüz binlerce Rum’un terennümleri… Onlar kimsesiz bırakılmışlardı: Çünkü mübadeleden önce Osmanlı’nın asıl unsurlarından biri olarak kabul edilen bu insanlar mübadele fikriyle beraber korku filmi kahramanları gibi “istenmeyen Rum gâvurlarına” dönüşüverdiler birden! Sürüldükleri Yunanistan topraklarında da bu defa “Türk tohumu” diye yafta yiyip tahkir edildiler. Kısacası, B ile C kaderin alfabesinde aynı harfti: müBadele demek, müCadele demekti! Küçük Asya Rumlarının bu çığlık gibi etrafta inleyen şarkıları Yunanistan’ın her köşesinde yankılandı. Sürülenler hapishane ve tekkelerde (yani hâkim güçlerin ‘outsider’ olarak tarif ettiği rebetis’lerin haşhaş içtikleri meyhanelerde) terennüm ettikleri bu şarkıların sözleri ve nağmeleri sayesinde hem sefaletle gelen ve ‘kimlikleri’ sebebiyle kendilerine reva görülen derin manevî çöküntüye karşı bir ‘rehabilitasyon’ uyguluyorlar hem de toplumsal hafızalarını diri tutuyorlardı. Böylece mübadele sonrasında yolunu şaşırmış bir “güvercin tedirginliği içerisinde” hangi çetrefil yollardan nereye doğru yürüyeceklerini bilmeseler de, nereden geldiklerini asla unutmayacaklardı. Süreç içerisinde yollarına kader arkadaşları olan marjinal Pireli Mangalar çıktı ve bu iki topluluk arasında esaslı bir kaynaşma yaşandı. İşte Rembetika bu ‘kaderdaşlığın’ verimli bir mahsulüdür. E. Petrapoulos’a göre, Rembetika’nın gelişim safhaları şöyle dönemlendirilebilir: Yunanistan’ın kent merkezlerinde pıtrak gibi türeyen İzmir usulü Kafe Aman’ların hüküm sürdüğü dönem (1922-1932), Rembetika’nın yeraltına inmesiyle karakterize edilen klasik dönem (1942-1952) ve son olarak Rembetika’nın yeraltı sendromundan kurtularak Yunanistan’ın milli musikisi haline geldiği popüler dönem. Bu albüm bize bir zamanlar içimizde yaşayan insanların tarihin derinliklerindeki seslerinden bir demet sunuyor. Bu sebeple mutlaka dinlemenizi tavsiye ederim; çünkü etrafı kan kokusuyla uçuşan akbabalarınkini andıran çirkin seslerin kapladığı, “dönmelerin ev ev, sokak sokak kan/kemik/kafatası çetelesinin tutulduğunun” örtük bir tehdit olarak pervasızca ilan edildiği şu günlerde, İmparatorluk mirası bu çoğulcu seslerin ahengini hatırlamaya çok ihtiyacımız var. /Cihat Arınç
Tavsiye Et
Sema
Yapım: Hammer Müzik, 2007
Seyyan Hanım, Afife Hanım, Mürşide Hanım, Deniz Kızı Eftalya ve Suzan Lütfullah… Cızırtılı plaklardaki bu efsanevî kadın hanendeleri andıran can alıcı sesiyle Sema, bir dizi önemli müzisyen tarafından bestelenen operetler, tangolar, kantolar, foksrotlar ve birbirinden güzel şarkılar ile geçmişin seslerini bugüne duyuruyor. /Cihat Arınç
Tavsiye Et
Enrico Fubini
Türkçesi: Fırat Genç
İstanbul: Dost Kitabevi, 2006
Türkiye’de son yıllarda sanat üzerine yayımlanan kitapların sayıca ve nitelikçe arttığını gözlemliyoruz. Açığa çıkan tematik çeşitlilik ise aynı sahada yayımlanan kitapları tekdüzelikten koruyor. Dost Yayınları, Sanat-Estetik Kitaplığı çatısı altında estetiğin alt dalları üzerine nitelikli bir dizi kitap yayımlamayı sürdürüyor. Sinemada Estetik (Mario Pezzella) ve Mimaride Estetik (Roberto Masiero) adlı kitaplardan sonra dizinin bir diğer kitabı daha okuruyla buluştu. Gün geçmesin ki Türkiye’de popüler kültürün yıkıcılığı ve bayağılığı üzerine yeni makale ve tartışma patlak vermeyegörsün! Fakat ne yazık ki ahlanıp vahlanmayı marifet sayan bizler, yakınmayı bırakıp hayatımızı nasıl bir estetik tavır ekseninde biçimlendireceğimiz üzerine pek az kafa yormuşuzdur. Dolayısıyla neyin olmaması gerektiği noktasındaki “toplumsal ittifakın”, neyin olması gerektiği noktasında esamesi dahi okunmamaktadır. İşte Müzikte Estetik, bayağı zevklerin eseri ve esiri olan gürültücü şarkıların kulaklarımızı tırmaladığı bugünlerde nasıl bir estetik düzen kuracağımız üzerine teorik ve derinlikli bir şekilde düşünebilmemize katkı sağlayacak değerli bir giriş metni. Sahanın sınırlarının bulanıklığına rağmen, literatürdeki mevcut tartışmaları ve sorunları çok özlü ve düzenli bir şekilde aksettiren kitap, sanat meselelerinde problematik düşünebilmeye teşvik eden bir yapıya sahip. Kitabın birinci bölümünde, 19. yüzyıl ortalarında E. Hanslick’in ünlü denemesi Il bello musicale ile doğan müzik estetiğinin bir disiplin olarak karakteri; sahanın sınırları, diğer sanatlarla ilişkisi, tarihi ve kaynakları etrafında ele alınıyor. İkinci bölümde Hıristiyan Batı’daki müzik fikri, müziğin şiir, matematik, anlam ve duygular ile olan ilişkisi ekseninde inceleniyor. Üçüncü bölümde tarihsel bilincin “icra edildiği anda yitip gitme” sebebiyle zayıf kaldığı müzik sanatının tarihi ve metafiziği, tarihsel marjinalliği, müzisyenin toplumsal marjinalliği, müzik-kültür ilişkisi, alımlama teorisi, yorum ve doğaçlama gibi meseleler masaya yatırılıyor. Dördüncü bölümde müzik ve algı ilişkisi, müzikal dilin tercüme edilemezliği gibi hususlar işleniyor. Beşinci bölümden itibaren müzikal düşüncenin kısa tarihine giriliyor ve ilk olarak antik dünyada müziğin yeri, hemen akabinde ise altıncı bölümde Ortaçağ’dan kalan müzik mirası tahlil ediliyor. Yedinci bölümde yeni rasyonalite çerçevesinde armoni teorisyenleri, melodramın doğuşu ve duygular teorisi gibi hususlar tetkik ediliyor. Aydınlanma döneminde müzik düşüncesinin ele alındığı sekizinci bölümü, romantizm ve biçimciliğin ele alındığı dokuzuncu bölüm takip ediyor. Onuncu ve sonuncu bölümde ise müzikal dilin krizi ve 20. yüzyıl estetiği ayrıntılı bir şekilde tartışılıyor. Bu kitap, müzik düşüncesi okumaları yapacak biri için iyi bir başlangıç olabilir. /Cihat Arınç
Tavsiye Et