TÜRKİYE son dönemde yoğunlaşan PKK saldırıları nedeniyle Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyona şartlandı. Burada Türkiye için asıl risk, yeniden terör-güvenlik sarmalına girerek bölgesel yeni diplomatik vizyonunu kaybetmesi, dış ve iç politikadaki kazanımlarını feda etmesidir. Bölgeselleşen terörün amacı da Türkiye’yi yeni vizyonu ile siyasi ve iktisadi gelişim sürecinden alıkoymaktır. Kuzey Irak ile ilgili mevcut gerilim yalnızca son iki PKK saldırısının ürünü değildir. Bir yıldan uzun bir süredir medya aracılığıyla Kerkük ve PKK konuları saldırgan bir üslupla gündemde tutularak ve Kuzey Irak bölgesel liderlerinin açıklamalarının sunumlarıyla Türk kamuoyu, sınır ötesi operasyona şartlandırılmış durumdadır. Son terör saldırılarının baş müsebbibi olarak Kuzey Irak bölgesel yönetiminin liderlerini görerek, sorumluluğu tamamıyla onlara yıkmak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bu saldırılar bugün Kuzey Irak liderlerinin çıkarlarıyla örtüşüyor olabilir; ancak bölgede uzun vadeli PKK varlığı Barzani ve Talabani’nin çıkarlarıyla da çelişmektedir. Zira PKK varlığı kendi egemenlik alanlarına tehdit olmakla kalmayacak, iktisadi açıdan bağımlı oldukları Türkiye ile ilişkilerini de devamlı gerecektir.
Türkiye, dış politikasında son yıllarda yapmış olduğu yapıcı, üretken çıkışları ve etkin adımlarıyla Ortadoğu’da hemen tüm taraflarla doğrudan konuşabilen ve çatışma yönetimi sürecine aktif olarak müdahil olabilen bir aktör haline geldi. Ortadoğu’daki bloklaşmaların doğrudan tarafı olmayarak daha etkin bir diplomasi yürüttü. Bu da Amerika-İsrail eksenine dayanan geleneksel edilgen Ortadoğu siyasetinden bir kopuşu ifade etmekteydi. Bu kazanımların yanı sıra sivil diplomasi, ekonomik işbirliği ve yardım, kültürel ilişkileri de kapsayan çok boyutlu diplomasinin araçları Türkiye’ye uluslararası arenada yeni imkanlar sunmaya başladı. Türkiye’nin gerek Ortadoğu gerekse Avrupa ülkeleri nezdinde saygınlığı ve önemi arttı. Bu da Türkiye’ye siyasi ve iktisadi açıdan yeni işbirliği olanakları sağladı.
Bu dönüşüm Türkiye’yi çantada keklik görmeye alışık Pentagon ve İsrail lobisini son derece rahatsız etti ve Ortadoğu’ya dair hesaplarını yeniden gözden geçirmelerine neden oldu. “Ermeni soykırımı” iddialarıyla ilgili karar tasarısının, Irak’ta böylesine belirsizliğin yaşandığı bir ortamda yeniden gündeme getirilmesi de Türkiye’yi tekrar tepkisel, savunmacı ve askerî yönü ağır basan ve ABD-İsrail stratejik ekseni ile daha koordineli bir aktör konumuna getirmeyi arzulayan yaklaşım ile yakından ilgilidir. PKK meselesi Türkiye ile ABD arasındaki en önemli fay hattıdır ve Türkiye PKK aracılığıyla Irak bataklığına çekilmek istenmektedir. Talabani ve Barzani’nin rahatça konuşmalarının ardında ABD tarafından şımartıldıkları gerçeği yatmaktadır; ancak Türkiye’nin Irak’a çekilmesi Kuzey Irak bölgesel liderlerinin de çıkarlarıyla çatışmaktadır.
Tüm bu kazanımlardan vazgeçerek Soğuk Savaş döneminin askerî-güvenlik konseptinin hâkim olduğu savunmacı reflekslere geri dönmek, Türkiye’nin vizyonuna ket vurmak demektir. Asıl hesap, Kuzey Irak ve PKK üzerine değil; Türkiye’nin terbiye edilmesi ve son dönemdeki dış politika paradigmasındaki dönüşümün geriye döndürülerek eski çizgisine oturtulmasına yönelik yapılmaktadır. Böyle bir ortamda iç politikada da siyaset ve diplomasinin alanı milli güvenlik söylemi lehine daraltılacak ve askerî bürokrasinin hareket alanı eskisi gibi genişleyecektir.
ABD ve İsrail, şu aşamada Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamazlar; zira Kuzey Irak bölgesel yönetiminin kısa vadede Türkiye’nin alternatifi olamayacağının farkındalar. Son dönemdeki çok boyutlu, yapıcı ve üretken politikalarından rahatsızlık duydukları Türkiye’yi, ellerine geçen her fırsatta cezalandırmaya ve özür diletmeye çalışan Pentagon’da bir kesim ve bazı lobiler, yaşanan son süreci ve artan terör olaylarını ellerini ovuşturarak izliyorlar. Zira Kuzey Irak ve PKK’ya gömülmüş ve kendi içinde etnik sorunlarla uğraşan bir Türkiye, ne Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi sürecine müdahil olabilir ne Lübnan’da söz sahibi olabilir ne Filistin’e dair adım atabilir ne de İran ve Suriye ile daha kapsamlı bir siyaset geliştirebilir. Türkiye eğer PKK lider kadrosundan bir kesimin teslimi karşılığında yeni dış politika paradigmasından vazgeçerek edilgen ve savunmacı pozisyonuna dönecek olursa, işte o zaman karşı tarafın pususuna düşmüş olacaktır.
Sınır Ötesi Operasyon Haricinde Neler Yapılabilir?
Kuzey Irak ve Ortadoğu’nun geneline dair yapılacak stratejik hesaplar ve belirlenecek siyaset, askerî ve siyasi hedeflerin ötesine geçebilen 25-30 sene vadeli bir perspektifi ve kapsamlı bir stratejik vizyonu içermek zorundadır. Zira mücadele kısa vadeli fevri çıkışla yönetilemez. Gerilim ortamının artması ayrılıkçı söylemin ekmeğine yağ sürecektir. Öncelikli olarak yapılması gereken, terör saldırılarıyla artan gerilimi düşürerek krizi psikolojik, siyasi ve askerî açıdan yönetilebilir hale getirmektir. Hükümetin ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün son dönemde iç politikada atmış olduğu yapıcı adımlar, Kürt meselesinin iç siyasi ve psikolojik yönünü yönetilebilir hale getirmek açısından önemlidir; sağduyulu mesajlar her ortamda yüksek sesle dile getirilmeye devam edilmelidir. Devletle Güneydoğu halkının kucaklaşması şeklinde algılanan bu adımlar, bölge halkı tarafından desteklenirken; PKK, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi liderleri ve bazı DTP’li üst düzey yetkililer tarafından tedirginlikle karşılanmaktadır. Medya ve siyasi liderler de sağduyulu bir dil kullanmak zorundadır; zira Kuzey Irak’a yönelik hakaret içeren nitelemeler etnik gerilimi körüklemektedir.
Kürt sorunu, Irak işgalinden sonra bölgesel bir sorun haline geldi. PKK terörü ve Kürt sorununun yönetilebilir bir hal alamamasının nedeni ise Türkiye’nin hesap ve çıkarlarının ABD, Avrupa, İsrail ve Kuzey Irak Kürt yönetiminin çıkarlarıyla çelişiyor olmasıdır. Bu noktalarda yapılması gereken, öncelikle diplomatik yöntemlerle meseleyi uzun vadeli bir müzakere süreci olarak görerek, en azından ABD ve Avrupalı ülkelerden bir kısmının Türkiye’nin yanında yer almasını sağlayabilmek, diğer bölge ülkeleriyle de konuya ilişkin uzlaşı alanlarını artırmak ve çok boyutlu bir diplomasi sürdürmektir. Zira Ortadoğu’da mutlak ittifaklar ve ideolojik saplantılar dönemi sona ermiştir. Türkiye’yi, Kıbrıs sorununda olduğu gibi, uluslararası arenada yalnızlaştıracak adımlardan kaçınmalıdır. Ekonomik ve kültürel işbirliği ve etkileşim de diplomasinin bir parçası olarak görülerek öncelik verilmelidir.
Kuzey Irak psikolojik, kültürel ve iktisadi olarak İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’a oldukça yakındır. Ancak son dönemdeki restleşmeler Türkiye lehine ilerleyen bölgesel entegrasyonu baltalayarak sınırın iki yakası arasındaki mesafeyi artırıyor. Bu ilişkiyi geliştirmek ve barışçı yollarla sürdürmek Türkiye’nin lehinedir. Zira iktisadi açıdan istikrarlı ve demokrasisi başarıyla işleyen bir Türkiye, baskıcı bir anlayışla yönetilen Kuzey Irak halkı açısından da çekim merkezi haline gelecektir. Türkiye, hızla gelişen Kuzey Irak’a tanklarıyla ve askerleriyle değil, ticaret filoları, her düzeyde eğitim veren okulları ve planlı yatırımlarıyla girmeyi tercih ederse bu etkileşimden iki taraf da oldukça kârlı çıkacaktır. Kuzey Irak Türkiye açısından düşman değil, önemli bir açılım imkanıdır; yeter ki taraflar, süreci bu şekilde algılayarak aradaki terör mayınını ortak bir hamleyle etkisiz hale getirebilsin. Türkiye’de sorumluluk sahibi yöneticiler ‘hain’ ilan edilmeyi göze alabilecek cesareti göstererek bölgesel barış, istikrar ve işbirliğini önceleyen adımlar atmalıdır. Bu adımların uzun vadeli sonuçları, ucuz kahramanlıklardan daha fazla tatmin edici olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et