Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2008) > Türkiye Ekonomi > İMF Raporu’nun satır aralarından Türkiye ekonomisi
Türkiye Ekonomi
İMF Raporu’nun satır aralarından Türkiye ekonomisi
Gazi Kara
YUNAN mitolojisine göre, Tanrılar kendilerini hafife alan ve gizlerini açığa vuran Sisyphos’u bir kayayı hiç durmadan yuvarlayarak bir dağın tepesine çıkarmaya mahkum ederler. Zirveye ulaştıklarında kaya ağırlığıyla gerisin geriye yuvarlanır ve Sisyphos bu zorlu görevi en başından tekrarlamak zorunda kalır. Sonsuza kadar sürüp gidecek bir ceza… Tanrılar bu yararsız ve umarsız çabadan daha ağır bir ceza olmayacağını düşünürler.
Türkiye-İMF ilişkilerin seyri bu hikayeyi anımsatıyor. Sırtında İMF’nin ağır “istikrar paketleri” ile güç-bela ilerlemeye çalışan, ne zaman biraz yol aldığı hissine kapılsa, bir krizle uçurumun dip noktasını gören ve yeni bir reçeteyle tekrar yola koyulan Türkiye ekonomisi, Sisyphos’un modern dönemlerdeki kader ortağı gibi duruyor.
Türkiye ekonomisi son 7 yıldır İMF’nin yakın gözetiminde. 30 Haziran 1998’de kabul edilen “yakın izleme anlaşması” 9 Aralık 1999’a kadar sürdü. Bu tarihte imzalanan 17. stand-by ile ekonomi İMF vesayetine bırakıldı. Normal şartlarda Aralık 2002’de bitecek olan 17. stand-by, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleriyle sekteye uğradı ve ömrü vadesinden önce doldu. Bu krizler sonrasında Türkiye, İMF’den program haricinde 29 milyar dolarlık ek kredi kullandı. 4 Şubat 2002’de, İMF’ye aşina bir isim, koalisyon hükümetinin yeni ekonomi bakanı Kemal Derviş yönetiminde 18. stand-by imzalandı ve Şubat 2005’te sona erecek Güçlü Ekonomiye Geçiş programı başladı.
1999’da İMF’nin “yakın izlemesi”nde yaşanan krize ilave olarak, ekonominin neredeyse tamamen İMF güdümünde olduğu Şubat 2001’de tarihinin en ağır krizini yaşayan Türkiye, yine de bıkıp usanmadan ve bağrına taş basarak 2002’de başlayan program sırasında İMF’nin direktiflerini harfiyen uyguladı. Öyle ki, bu alandaki maharetiyle İMF’nin örnek gösterdiği bir ülke olmayı bile başardı. Bu tarihlerde, Türkiye ekonomisinin kırılganlıklarına dikkat çekenler olsa da, felaket tellallığıyla suçlanıp susturuldular. 18. stand-by’ın sona ereceği günlerde, biraz ekonominin düze çıkmasının umudu, biraz da “daha yerli” bir hükümete sahip olmanın gücüyle, “kısır döngüden kurtulma zamanı geldi” deme cesaretini kendinde buldu bu kesim. Ama tanrıların gazabını işaret eden parmaklar, çaresiz kitleleri son bir kez kayayı zirveye taşımanın gerekliliğine ikna etti. Ve nihayet 11 Mayıs 2005’te İMF İcra Direktörleri Kurulu’nun onayıyla 19. stand-by programına başladık.
İMF, 19 Mayıs’ta Türkiye ekonomisine ilişkin bir “ülke raporu” yayımladı. Rapor aslında, 18. stand-by programı çerçevesinde, Temmuz 2004’te 8. gözden geçirme sonrasında hazırlanmış bir uzman raporu. Uzman raporları, normalde ilgili ülke hükümetleri izin vermedikçe açıklanmıyor. 19. stand-by programını başlatacak “niyet mektubu”nun İMF’ye ulaştırılmasından sonra, Türkiye’nin izniyle rapor İMF’nin sitesinde yer aldı.
İlginçtir, İMF’nin uzman raporu 18. stand-by programında felaket tellallığıyla suçlananların dile getirdiği kırılganlıkları doğruluyor. Bunların başında yüksek miktardaki borç stokunun kompozisyonu ve vade yapısı geliyor. 2001 kriziyle %90,5 gibi rekor bir seviyeye ulaşan kamunun toplam net borç stokunun milli gelire oranı, son üç yılda hızla gerileyerek 2004 sonu itibariyle %63,5’e kadar indi. Ancak, kamu net borç stokunun neredeyse yarıya yakını hâlâ yabancı para cinsinden; ve borçların ortalama vadesi oldukça kısa. Bu da, Merkez Bankası’nın rezervleri güçlü olmadığı için, dalgalı kur rejimine rağmen kırılganlıklara açık kapı bırakıyor.
Önümüzdeki üç sene içerisinde, sıkı para ve maliye politikalarının kararlılıkla sürdürülmesiyle bu oranın %60 olan Maastricht kriterine indirilmesi hedefleniyor. Bu başarının elbette bir bedeli var: Türkiye önümüzdeki üç yıl daha, kamunun sosyal harcamalarını kısması, memur ve işçi ücretlerine zam yapmaması, yeni yatırımlara kalkışmaması anlamına gelen %6,5’lik faiz dışı fazla hedefini tutturmak zorunda.
Raporda, Kasım 2000 krizi arifesinde bankalar gibi özel sektörün de döviz cinsinden yüksek miktarda borçlu olduğu, teknik terimiyle, açık pozisyon taşıdığı belirtilirken, 2003 yılında bu riskin ortadan kalkmadığına dikkat çekiliyor. İMF’nin ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisi de kamu bankalarının özelleştirilmesi. Ne var ki, raporda yer alan veriler, kamu bankalarının 1999’dan beri özel bankalara kıyasla daha kârlı olduğunu ortaya koyuyor. İMF’ye göre bankacılık sektöründe kriz sonrasında yaşanan konsolidasyonlara ve tasfiyelere rağmen, hâlâ gereğinden fazla banka var. Raporda, yeni konsolidasyonların kaçınılmaz olduğu vurgulanarak, sektördeki yabancı payının artmasının bu süreci kolaylaştıracağı iddia ediliyor.
İMF, koalisyon hükümetinin, programın temel hedeflerinden olan özelleştirmeler konusunda “çuvalladığını” hatırlattıktan sonra, yeni hükümetin ısrarlı bir görüntü çizmesine rağmen, henüz kamu kuruluşlarının satılmasında “dişe dokunur” bir başarı gösteremediğini ikaz edici bir dille belirtiyor. Raporun en ilginç noktalarından birisi de, İMF’nin döviz piyasasına yapılan müdahalelerin güçlendirilmesi gerektiğine dikkat çektiği madde. Yoğun sermaye girişi nedeniyle TL’nin değerlendiğini belirten İMF uzmanları, Merkez Bankası’nın rezervlerini güçlendirmek için döviz alım ihalelerine devam etmesi gerektiğini dile getiriyor.
Türkiye ekonomisinin en önemli kırılganlıklardan birisi de, uzman raporunda da yer aldığı gibi, milli gelire oranı %5’i aşmış durumdaki cari açık. İMF 2005’te bu oranın %4,4’e gerileyeceğini tahmin ediyor. Peki bu nasıl gerçekleşecek? 2005’te TL’nin sıcak para girişleriyle değer kazanmaya devam etmesi bekleniyor. Bu durumda dolar cinsinden milli gelir hızla büyecek ama ithalat, yani dış açık da artacak. Cari açık/milli gelir oranın küçülmesi için bulunan sihirli formül, iç talebi, ithalat artışını frenleyecek ve firmaları ihracata mecbur edecek kadar kısmak. 2004’te sabit fiyatlarla %9,9 oranında büyüyen Türkiye ekonomisinin 2005’teki büyüme hızı, para ve maliye politikalarının iyice sıkılaştırılmasıyla, aniden %5’e düşecek. Bu hem tüketimin, hem de yatırımın hız kesmesi anlamına geliyor. İMF tahminlerine göre 2004’te %10,1 büyüyen özel tüketim harcamalarının artış hızı bu yıl %2,5’e gerileyecek. Sabit sermaye yatırımlarının büyüme hızı ise aynı dönemde %32,4’ten %9,9’a düşecek. Yani büyüme ve riskler daha sürdürülebilir bir çerçeveye oturtulurken, alacaklıların kazançlarını garanti altına almaya öncelik verildiğinden, büyümenin nimetleri halka, önümüzdeki yıllarda da sınırlı olarak yansımaya devam edecek.
Türkiye bir kez daha sırtında ağır bir yükle zirveye ilerliyor. Sisyphos’unkini andıran bu cezayı tekrar layık gördüklerine göre, tanrılar, Türkiye’yi boş bırakmaya gelmeyeceğini düşünüyor olmalılar.
 

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Ekonomi
DİĞER YAZILAR