ÖZELLİKLE son birkaç yıldır Afrika’nın en sorunlu ülkelerinden biri olan Zimbabve’de meseleler gerek iç gerekse dış boyutuyla giderek daha fazla karmaşıklaşarak adeta çözümsüz hale gelmişti. Fakat Güney Afrika Devlet Başkanı Thabo Mbeki’nin Afrika Birliği adına Mart 2008’deki olaylı devlet başkanlığı seçimlerinden sonra arabulucu olarak yaptığı girişimler, 15 Eylül 2008’de Devlet Başkanı ve ZANU-PF lideri Robert Mugabe ile muhalefet partisi MDC lideri Morgan Tsvangirai arasında varılan bir iktidar paylaşımı anlaşmasıyla sonuçlandı ve ülkenin geleceği için ümitlerin yeniden yeşermesine yol açtı. Bu anlaşma, kuşkusuz Zimbabve’nin geleceği kadar bölgesel ve küresel etkileri açısından da son derece önem taşıyor.
Zimbabve 1980 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazandığından beri Robert Mugabe devlet başkanlığı koltuğunda oturuyor. Mugabe 80’ler boyunca Afrika’da sömürge karşıtı hareketlerin kahramanı iken, 90’larda halkına verdiği sözleri yerine getirememesi sonucu eski itibarını yavaş yavaş kaybetti. 2000’lere gelindiğinde ise Mugabe için zaman iyice daraldı ve liderliği hem içeride hem de dışarıda eleştirilmeye başlandı. İşte bu noktadan sonra Mugabe agresif bir tutumla seçimlere hile karıştırmaya ve beyazlar tarafından kontrol edilen arazilere el koymaya başladı. Ciddi tepki çeken bu tutum, ülkenin uluslararası sistemden izolasyonuna yol açtı. Sonuçta Zimbabve ekonomisi çöktü, enflasyon milyonlara ulaştı ve ambargolar sonucu ülkede temel ürünler bulunamaz oldu. Birçok insan ülkeyi terk ederek komşu ülkelere ya da Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldı.
Afrika ülkeleri, özellikle de Güney Afrika, bu süreçte “sessiz diplomasi” adını verdiği bir yöntemle Zimbabve’deki iktidar ve muhalefeti bir araya getirmeye çalıştı. Anlaşma bu çabaların geç de olsa bir sonucu olarak görülebilir. Zimbabve’nin ekonomik ve siyasi anlamda çöküşü, bölgesel açıdan insan hareketliliğine ve bunun bir sonucu olarak çeşitli sosyal sorunlara yol açtı. Bugün yaklaşık dört milyon Zimbabveli Güney Afrika’ya göç etmiş bulunuyor. Bu durum zaten iç sosyal dengesi yeteri kadar oturmamış olan Güney Afrika’yı da olumsuz yönde etkilemeye başladı. Birkaç ay önce Güney Afrika’da görülen yabancılara yönelik şiddet eylemleri, aslında köklü bir sosyal sorun olsa da komşu ülkelerden gelen aşırı göçün tetiklemesiyle ortaya çıktı. Yine Zimbabve’nin ekonomik olarak çöküşünün maliyetini Güney Afrika ödemek zorunda kaldı. Gerek enerji yardımı gerekse ekonomik destek hep Güney Afrika’dan gitti. Mart ayında yapılan son devlet başkanlığı seçimlerinde Mugabe’nin, Tsvangirai’ye karşı kaybettiği seçimi ikinci tura götürerek şiddet ve korku eylemleri sonucu kazanması, artık bu sorunda bir sona gelindiğinin göstergesiydi. Eylül ayında yapılan iktidar paylaşımı anlaşması bu sürecin doğal bir sonucuydu.
Küresel açıdan Zimbabve sorunu, doğrudan İngiltere ile ilgili olmakla beraber son yıllarda Afrika üzerinden Çin ve Batı arasında yaşanan rekabetin de bir öğesi oldu. 1980 yılında yapılan anlaşma gereği İngiltere’nin maddi desteğiyle “gönüllü satıcı-gönüllü alıcı” usulü çoğunluğu beyazlar tarafından kontrol edilen tarım arazilerinin siyahlara transferi öngörüldü. Fakat İngiltere’nin bu konuda verdiği sözleri geciktirmesi, Mugabe için içişlerinde ciddi meşruiyet sorununa yol açtı. İnsanlar yirmi yıllık iktidardan sonra herhangi bir kalıcı arazi reformu göremediler. Bu, Mugabe’nin, biraz da İngiltere’ye mesaj vermek babından şiddet ve zor kullanma şeklindeki bazı uygulamalarına yol açtı. Bu duruma Batı’nın aşırı tepki vermesi sonucu Mugabe, Batı ve özellikle de İngiltere ile ipleri kopardı. Batı bloğundan kopan Zimbabve, Çin ile ilişkilerini geliştirdi ve birçok devlet işletmesini Çin’e devretti. Zimbabve’nin her geçen gün Çin ile ekonomik ilişkilerini geliştirmesi Batı ülkelerini, özellikle Afrika’da artan Çin nüfuzunu dengelemeye yönelik çabalarının bir parçası olarak, eskiden dışladıkları Mugabe ile yeni iktidar paylaşımı anlaşması çerçevesinde tekrardan ilişki kurmaya yöneltti. Her ne kadar AB ve ABD, yapılan anlaşma sonrası “bekle ve gör” stratejisi izleyeceklerini ilan ettilerse de anlaşmada çok büyük bir ihlal olmadığı takdirde Zimbabve’ye özellikle ekonomik anlamda destek vermeye hazırlar. Yapılan anlaşma çerçevesinde ekonomiyle ilgili bakanlıkları Batı tarafından desteklenen muhalefet partisi MDC’nin kontrol edecek olması, Batı’nın ekonomik desteğinin, anlaşmanın en önemli unsurlarından olduğunu gösteriyor.
İktidar paylaşımı anlaşmasının Zimbabve iç siyaseti açısından sonucu ise Mugabe’nin sonunu ilan etmesi. Mugabe, her ne kadar halen devlet başkanlığı koltuğunda oturuyor olsa da, iktidar paylaşımına gitmek zorunda kalmış olması hem başka bir alternatifinin kalmadığının hem de onurlu bir çıkış yolu aradığının işareti. Anlaşma gereği yaklaşık iki yıl sonra seçimler ve yeni anayasa yapılacak. Eğer çok büyük bir hata yapmazsa, muhalefet partisi MDC’nin seçimi kazanmaması için hiçbir neden yok. MDC’nin seçimi kazanması ve ülkeyi yönetmesine izin verilmesi, yaklaşık otuz yıllık Mugabe rejiminin sonunu getirebilir.
Tüm bu değerlendirmelere rağmen anlaşma gereği Mugabe ordunun, Tsvangirai ise polis gücünün kontrolünü elinde tutacak. Mugabe’nin ordu ile beraber bürokrasi ve karar alma mekanizmasındaki etkisi düşünüldüğünde, aslında MDC’ye verilen rol son derece küçük gibi görülebilir. Fakat Mugabe’nin önceki politikaları dikkate alındığında bu aslında beklenenin de ötesinde bir paylaşım. MDC’ye özellikle ekonomi idaresinin verilecek olması, aslında muhalefetin sadece uluslararası finansal destek için iktidar ortağı yapıldığı izlenimi de veriyor.
Zimbabve sorununun geleceğini zaman gösterecek olmakla birlikte bu anlaşmanın başarı ile uygulanması ve ülkeye barış getirmesi, Afrika’nın güneyinde problemli olan son ülkeyi de belli bir istikrar ortamına kavuşturup bölgesel gelişme ve kalkınmanın önünü uzun vadede açabilir.
Paylaş
Tavsiye Et