Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2009) > Türkiye Ekonomi > Ekonomide işler yolunda mı?
Türkiye Ekonomi
Ekonomide işler yolunda mı?
Gazi Kara
%9,9’LUK büyüme rakamının açıklanmasının üzerinden aylar geçmesine rağmen, büyümenin gerçekliğine ilişkin tartışmalar bitmek bilmiyor. Yaşar Üniversitesi tarafından İzmir, Çeşme’de düzenlenen 1. Uluslararası İşletme, Yönetim ve Ekonomi Konferansı’na katılan ekonomistlerin “Türkiye’nin %9,9 büyümesi sosyal veriler ve bilimsel gerçeklerle örtüşmüyor” iddiaları bu tartışmalara bir yenisini ekledi. York Üniversitesi öğretim görevlisi ve İMF’nin danışmanlarından Prof. Michael Wickens 9,9 rakamına inanmadığını belirtirken, Linz Johannes Kepler Üniversitesi’nden Avusturyalı ekonomi profesörü Friedrich Schneider ise, büyümenin %9,9 değil, %6 civarında olabileceğini savundu. Altyapıda iyileşme sağlanmadan, eğitime yatırım yapılmadan bu orana ulaşılamayacağını dile getiren Schneider’e göre, eğer böyle yüksek bir büyüme oranı gerçekleşmiş olsaydı, batı ile doğu bölgeleri arasındaki farkın da bu kadar olmaması gerekiyordu.
Bu iddialar her şeyden önce resmî istatistiklere güvensizliği ortaya koyuyor. Türkiye’de özellikle ekonomi söz konusu olduğunda, resmî istatistiklere güvensizlik aslında genele sirayet etmiş durumda. Birçok kişi, yakın çevresini gözlemleyerek edindiği “öznel” ve “spesifik” yargılardan hareketle, ekonominin geneline ilişkin değerlendirmede bulunmayı tercih ediyor. Oysa, bir istatistikî veri tek başına gerçeği tam olarak yansıtmasa bile, bir sonraki veri bize kıyaslama yapma ve gözlenen yapıda meydana gelen değişimi değerlendirme imkanı sunuyor.
Bir hayli çarpıcı görünen yukarıdaki iddialara cevap verebilmek için, öncelikle büyümenin tanımını hatırlamakta yarar var. Bir ekonominin büyümesi, iktisadî faaliyetler sonucunda oluşan üretimin, yani aynı zamanda gelirlerin artması anlamına geliyor. Uzun dönemde iktisadî büyüme, sermaye birikimi ve teknolojik gelişim düzeyiyle açıklansa da, kısa dönemde toplam üretim birçok şekilde artırılabilir. Örneğin, bir toplum eğitim harcamalarını kısıp, sadece savunma sanayine ağırlık vererek de büyüyebilir. Dolayısıyla burada önemli olan, büyümenin gerçekleşip gerçekleşmediği değil; hangi yolla gerçekleştiğidir.
Bizde büyüme, aslında büyüme olmadığı için değil; işsizlikte bir azalma sağlamadığı, düşük ve orta gelir grubundaki kesimin yaşam standartlarında düzelmeye yol açmadığı için beğenilmiyor. Bu şekildeki bir büyüme modelinin toplumsal açıdan doyurucu bulunmaması doğaldır. Ancak, yakın tarihinde yaşadığı krizler ve içinden geçtiği yapısal dönüşüm süreci Türkiye’de daha sağlıklı ve adaletli bir büyümeyi de çok kısa vadede pek mümkün kılmamakta. Öte yandan, Schneider’in dile getirdiği yetersiz altyapı ve düşük eğitim düzeyi gibi faktörler, büyüme hızı üzerinde kısa vadeden ziyade orta ve uzun vadede etkili olmakta. Yine bölgeler arası gelişmişlik düzeyleri arasındaki farklar da, kısa dönemde büyümenin hızından çok, sağlıklı olup olmadığıyla ilgilidir.
Türkiye’nin “ithalata dayalı büyüme modeli” izlediği ise sıkça gündeme getirilen eleştirilerden bir diğeri. Öncelikle bu, kendi içinde çelişkili bir ifade. Ekonomiye giriş dersi alan herkesin bilmesi gerektiği gibi, diğer her şey sabitken ithalat arttığında, yerli mallara talep düştüğü için millî gelir düşer. Aslında bu yanlış ifadeyle eleştirilen, Türkiye’nin üretim yapmak için ithal ara ve sermaye mallarına ihtiyaç duyması. Türkiye daha fazla büyümek için daha fazla girdi ithal etmek durumunda. Bunun birkaç sebebi var. Birtakım hammaddeler Türkiye’de bulunmadığı ya da yeterli düzeyde olmadığı için ithal edilmek zorunda. Bazı ara ve sermaye malları ise, ya yerli sanayi üretemediği ya da bu malları Türkiye’de üretmek dışarıdan almaktan daha maliyetli olduğu için ithal ediliyor. Sonuçta, Türkiye büyürken sürekli cari açık veriyor. Bu açığı borçlanmalarla finanse ettiğimiz için de üstlendiğimiz risk giderek artıyor.
Aslında bu tartışmaları çoktan geride bırakmamız, ekonomimizin bugün içinde bulunduğu şartları konuşuyor olmamız gerekirdi. Açıklanan istatistikler, ikinci yarısına başladığımız 2005’in geçtiğimiz yıla kıyasla bir hayli farklı olacağını ortaya koyuyor. 2005 Ocak-Nisan döneminde, büyümenin öncü göstergesi kabul edilen sanayi üretim endeksinin artış hızı, geçen yıl aynı dönemdeki %11,9 seviyesinden %5,9’a geriledi. İmalat sanayi içerisinde tekstil, gıda ve giyim gibi sektörlerde üretimin hız kesmesi daha belirgin şekilde hissediliyor.
Kısa vadede ekonominin gidişatını belirleyen en önemli faktörlerden birisi olan tüketici güveninde yıl başından bu yana ciddi bir aşınma yaşanıyor. DİE ve Merkez Bankası işbirliğiyle hazırlanan ve Aralık 2003’ten bu yana her ay açıklanan Tüketici Güven Endeksi (TGE), Mayıs’ta tarihinin en düşük seviyesi olan 100,3’e kadar geriledi. TGE’nin 100’ün üzerinde olması tüketici güveninde iyimser durumu, 100’ün altında olması ise kötümser durumu ifade ediyor.
Ekonomideki soğuma sürecini en iyi yansıtan göstergelerden birisi de, geçtiğimiz yıl özel sektör yatırımlarıyla birlikte büyümenin itici gücü olan dayanıklı tüketim malı talebinde bu yılın ilk yarısında gözlenen düşüş. Dayanıklı tüketim malı kalemlerinin başında gelen otomotiv satışlarında yılın ilk beş ayında ciddi bir gerileme gözleniyor. Otomotiv Sanayi Derneği’nin verilerine göre Ocak-Mayıs ayları arasında iç piyasaya yapılan toplam taşıt satışları %18 oranında azaldı.
Yanlış anlaşılmasın; Türkiye büyümeye devam ediyor. Ancak uygulanan sıkı para ve maliye politikaları nedeniyle, bu yılki büyüme oranı 2004’teki %9,9 seviyesinden, yılın ilk yarısında açıklanan istatistiklerin de doğruladığı gibi, %5-6’lara düşecek. Uzun vadede sürdürülebilir büyüme için bu oranın 5-6’lara düşmesi kaçınılmaz. Ancak, istikrar için zorunlu görülen sıkı para ve maliye politikaları piyasalarda durgunluğa yol açarken, özellikle KOBİ’lerde büyük sorunlara sebebiyet veriyor. Ekonomi yönetimi bu süreci başarılı bir şekilde yönetemezse, sorunlar daha da büyüyebilir. Büyümenin nimetlerinden toplumun geniş kesimlerinin faydalanmasını sağlamak için hükümetin vakti giderek daralıyor. Aksi takdirde hükümet, bütün makroekonomik göstergelerin olumlu olduğu bir dönemde, ekonomik nedenlerle iktidarı kaybeden ilk hükümet unvanına sahip olabilir.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Ekonomi
DİĞER YAZILAR