ERGENEKON Davası, yeni bir dalgayla ivme kazandı. Soruşturma ilerledikçe kamuoyundaki tartışmalar da artarak devam ediyor. 12. dalgada birtakım üniversite rektörleri ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) üyelerine yönelik olarak gerçekleştirilen gözaltı ve arama operasyonları, tartışmayı “Ergenekon Davası amacından saparak ‘muhalif’lere ve kız çocuklarını okutmak için kampanyalar yürüten ‘ilerici’ çevrelere mi yöneliyor?” noktasına getirdi. “Mahalle baskısının, muhafazakârların, cemaatlerin bir reaksiyonuyla mı karşı karşıyayız?” endişeleri dile getirilmeye başlandı.
Halbuki dava iddianamelerini okuyanlar için 12. dalga hiç de şaşırtıcı değil ve zannedildiği gibi davanın amacından saptığı anlamına gelmiyor. Zira iddianameye göre terör, tahrik ve lobi marifetiyle anayasal düzeni değiştirerek darbe yapmaya yönelmiş bir örgüt var. Bu örgütün vurucu güçleri dışında, sivil toplum ayakları da mevcut. Bu sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerde yuvalanmış örgüt temsilcileri, bulundukları yerlerdeki imkanları gayrimeşru bir şekilde örgütün amacı için kullanıyor ve buralarda illegal yapılanmalar oluşturuyorlar. 12. dalgada şüphelenilen kimi üniversite rektörleri ile sivil toplum kuruluşları da bu bağlamda soruşturuluyor.
Kuşkusuz her soruşturma ve yargılama gibi Ergenekon soruşturması ve davası da eleştirilerden muaf değil. Bilhassa soruşturmayı yürüten savcılar ve emniyet güçleri, bu eleştirileri titizlikle takip ederek yanlışlarını tashih etmeli, haksızlıkların önüne geçmeli ve adil yargılanma sürecinin gerçekleşmesini temin etmeliler. Bunlar, Ergenekon Davası’nı hassasiyetle takip eden kamuoyunun ezici çoğunluğu için de geçerli. Ergenekon lobi çevrelerinin soruşturmayı sulandırmak, engellemek ve mahkemeye gölge düşürmek amacıyla yaptıkları çalışmalara rağmen, bu hususa dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü Ergenekon zihniyeti, esasen “hukuk ve demokrasinin yönetemeyeceği bir kriz ortamının varlığı” propagandasına dayanıyor. Bu bakımdan şimdi çökertilmekte olan Ergenekon örgütünün zihniyet olarak da mağlup edilebilmesi için, darbe yargılamalarında ve her türlü kriz ortamında hukuk ve demokrasi prensiplerinin uygulandığını göstermek elzem. Ancak bu durumu kullanarak sorgulamayı ve yargılamayı engellemek isteyenlere karşı da müteyakkız olmak şart. Dikkat edilmesi gereken bu hususlar, savcıların ve mahkemelerin ne kadar güç bir durumda iş gördüğünü gösteriyor.
12. dalgada ÇYDD Başkanı Prof. Türkan Saylan’ın da şüpheliler arasında yer alması bu tartışmaların hararetini arttırdı. Saylan, halen kanser tedavisi gördüğü için konu hassasiyet arz ediyor. Bu bakımdan gereken özenin gösterilerek kendisinin gözaltına alınmadığı anlaşılıyor. Fakat bu hassasiyete rağmen Saylan’ın soruşturmaya dâhil edilmesi bazı çevreleri rahatsız etmiş olmalı. Saylan cüzzam karşısında başarıyla mücadele vermiş bir hekim. Bunun ötesinde laik duyarlılık grubunu ÇYDD’ye dönüştürmüş, eğitim kampanyaları ve burslarıyla dikkat çeken bir isim. Aynı zamanda laiklik konusunda sert açıklamalarıyla biliniyor. Cumhuriyet mitinglerinin organizatörlerinden olan Türkan Saylan, “Ne şeriat, ne darbe” söylemi diğer organizatörlerin hoşuna gitmediğinden diğer mitinglerde kürsüye çıkarılmamıştı. Bu durum, şimdi Saylan’ın demokratlığının karinesi olarak sunuluyor. Halbuki Saylan’a belki birçok müspet sıfat verilebilir ama “demokrat” denilemez. Bu konuda Adnan Menderes’in idamıyla ilgili söyledikleri, siyasette bulunduğu dönemdeki kıyımları başta olmak üzere aleyhinde birçok örnek verilebilir. Ancak asıl mesele, Saylan’ın ve derneğinin Ergenekoncularla ilişkileri. Yargılanan, Saylan’ın ve ÇYDD’nin fikirleri değil; hukuk dışına çıkan eylemleri. Şimdi örgütün vasfı hatırlanarak, yargılamanın sonucunu beklemek gerekiyor.
Üniversite hocalarının darbe teşebbüslerinin ve darbelerin içinde yer alması aslında Türkiye tarihini bilenler için hiç de şaşırtıcı değil. Cumhuriyet döneminde darbelerin anası olan 27 Mayıs 1960 darbesinin sebepleri arasında sayılan üniversite olayları ve darbeyi meşrulaştıran üniversite hocalarının fetvaları hâlâ hatırlarda. Celal Bayar, 27 Mayıs’ı, milli iradeye ortak olmaya çalışan Osmanlı’dan kalma askeriye ve ilmiye sınıfı geleneğine bağlar. Nitekim üniversite hocalarının bir kısmı bürokratik askerî vesayetin ortağı ve meşrulaştırıcısı olarak bu darbeden sonra da sahneden inmediler. 27 Mayıs sonrasındaki sayısız darbe teşebbüsünde, 12 Mart darbesini tetikleyen 9 Mart’ta ve 12 Eylül’e giden süreçte üniversite hocaları ve üniversiteler ciddi roller oynadılar. Gladyo’nun da üniversiteleri ana üslerden biri olarak seçtiği anlaşılıyor. Bu hususta bilhassa 28 Şubat süreci, üniversitelerde işlerin iyice çığırından çıktığı bir dönemi temsil ediyor. Bugün Ergenekon dolayısıyla gözaltına alınan üniversite hocalarının 28 Şubat sürecinde üstlendikleri roller düşünüldüğünde, “Saygın hocalar nasıl darbe yapabilirler?” şeklindeki eleştirileri ciddiye almak güçleşiyor. Üniversiteleri siyaset dışı tutmak amacıyla kurulan YÖK düzeninin de, tam aksine üniversiteleri boğazına kadar politikaya batırması tarihe geçecek başarısızlıklardan.
Ergenekon soruşturmasının 12. dalgası, örgütün nerelere kadar yayılmış olduğunu ve tehlike düzeyini gösteriyor. Yaşanan tartışmalar ise dikkat edilmesi gereken hukuki ve vicdani boyutlara işaret ediyor. 12. dalga, bu tartışmalarla beraber, mahkemenin kendisini yıldırmaya yönelik kampanyaya teslim olmayarak hukuk mecrasında ilerlediğini gösteriyor. Kamuoyu ise bu tartışmalara rağmen, giderek artan oranda Ergenekon Davası’nı destekliyor ve “daha yukarılara ve derinlere” ulaşılmasını istiyor. 12. dalgadan sonra İstek Vakfı arazisinde bulunan silahlar ve gözaltına alınan subaylar, ÇYDD ve Türkan Saylan üzerinden Ergenekon Davası aleyhine başlatılan kampanyanın yatsıya kadar bile sürmeyeceğini gösteriyor. 12. dalgayla boy gösteren Ergenekon örgütünün üniversite ayağının tamamen ortaya çıkarılarak akademik dünyanın özerkliğine kapı açılması, üniversiteler açısından büyük bir kazanç olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et