“Kıyametten hemen önce, uzun boylu siyah bir adam Batı’da iktidarı ele geçirecek. Dünyanın en büyük ordusuna komuta edecek. Üçüncü İmam Hazret-i Hüseyin’den işaretler taşıyacak. Şiiler onun bizden olduğuna şüphe etmesin.”
Hazret-i Ali’ye atfen, Bihar’ul-Envar’dan
ABD Devlet Başkanı Barack Hüseyin Obama, Türk basınının pek sevdiği deyimle “Başkan Obama”, Nisan başında Türkiye’ye geldi. Belki de konuya, bu “Başkan Obama” ifadesinden başlamak gerek; zira zihinsel sömürgeleşmenin sembolik göstergelerinden olan bu deyim, gazete ve televizyonlarımızda kiminin dilinde bilinçli bir tercih, kiminde ise üstünkörü bir telaffuz olarak yer aldı.
Amerikalıların oylarıyla seçtikleri kişiye doğal bir davranış sergileyerek “başkan” dedikleri biliniyor. Ne var ki, bizde başkanlık sistemi olmadığı için “başkan” sıfatıyla niteleyebileceğimiz bir yöneticiye sahip değiliz. “Biz” derken Türkiye vatandaşlarını kastediyorum; medyanın kendi hiyerarşisi içinde Obama’yı ya da Bush’u başkan konumunda gördüğü bir yer varsa, o ayrı elbette. Veya bu tür durumlar, iki garibanı peşine takan Muro gibilerin “başkanım” güzellemesiyle taltif edildiği Kurtlar Vadisi dizisi benzeri sanal gerçekliklerde söz konusu olabilir.
Bir de bazı “İçimizdeki Amerikalılar”ın gidip orada oy kullanmış olma ihtimalini hesaba katmak gerekir. Onların da “başkan” hitabını kullanma ayrıcalığına sahip olduklarını inkâr edemeyiz. Ancak bu kategorilerin dışında kalanların “Başkan Obama” derken kendilerinden geçmelerini, ne yazık ki, ayar bozukluğu ile açıklamak zorunda kalacağım.
ABD Başkanı Obama’nın gelişiyle nükseden bu ayar bozukluğu sadece dozu kaçmış bir sevindiriklik havası şeklinde tezahür etmedi. Memleket içinde yaşadığı sosyo-politik, kültürel ve kimlikle ilgili sorunları, dâhilde aşamayan bazı siyasal hareketlerimiz “Başkan Obama”ya umut bağlayarak ellerinde çaputlar yerine dosyalarla türbe niyetine kapısını aşındırdılar. Onlarca yılın meselesini bir mavi kaplı dosyanın iki kapağı arasına sıkıştırıp, zaten yarısı “Who are you mister?” sualleriyle geçen 15-20 dakikalık bir görüşmede çözmeye çalışmak en hafif tabirle “pek naif” değil mi?
Bazı Malatyalıların, Obama “kayısı” dedi diye, yılların gün kurusu kayısısını bir anda satışa getirip “apricobama” türü acayipliklere girişerek Beyaz Saray’a 91 bin kartpostal yollamalarını bile daha rasyonel buluyorum. En azından ortada, ekmek derdine düşmüş insanların ticari zekalarını işleterek çıkış yolu aramaları gibi bir durum var. Zaten Obama’nın kapısını, kayısı satmak ile Güneydoğu’ya özerklik istemek konularında çalmayı aynı kefeye koymak mümkün değil.
Obama’nın PR’ı, Bozduk Ayarı
Obama’nın hem hayatı hem de kısa dönemde sergilediği yaklaşımları nedeniyle ilginç bir siyasi figür ve başarılı bir iletişimci olduğuna kuşku yok. Zaten sorun, onun bu tarzından çok, bizdeki hayranlarının içine girdikleri esriklik ortamına kendilerini kaptırmış olmalarından kaynaklanıyor. Başta muhafazakâr basın olmak üzere pek çok mecrada (isim vermeyelim, onlar kendilerini biliyorlar) NATO Zirvesi’nde yaşanan Rasmussen krizinin, Obama’nın verdiği garantilerle aşıldığı haberleri iri puntolar ve kırmızı spotlarla verildi. Ayrıca Obama, Clintonvari bir halkla ilişkiler girişiminde bulunarak AB ülkelerine “Türkiye’yi içinize alın” mesajı verirken, basınımızın “AB’ye Obama ayarı” mealinde bir “ayarsız enerji” örneği sergilemesi gözden kaçmadı.
Maazallah bir de karşısında boyu boyuna denk Tayyip Erdoğan değil de müteveffa Bülent Ecevit gibi bir muhatap olsaydı, basınımızın kompleksi vahim boyutlara varabilirdi. Kendileri gönüllü olarak mı vazife addettiler, yoksa bazı kötü niyetlilerin ileri sürdüğü gibi bilinçli olarak alet mi oldular bilmem; ama Obama’nın Türkiye’de, Amerika’dakinden daha geniş oranda bir toplumsal sempati elde etmesine katkıda bulundular. Babası Müslüman, halası Kenya’da kamış kulübede yaşayan siyahî bir ABD Başkanı’nın yeterince karizmatik ve mitik bir sembol değeri taşıdığını kabul etmiyor değilim. Ancak İslami kesim için burada başka türlü bir tehlike yatıyor. Çağrı filminde hafızalarımıza Hamza olarak kazınıp gerçek Hamza’yı bir daha geri gelmemecesine zihinlerimizden uzaklaştıran Anthony Quinn’in aslında Müslüman değil, Kızılderililerin dini dâhil, 7-8 din ve öğretiye girip çıkan bir heveskâr olduğunu öğrendiğimizde yaşadığımız hayal kırıklığını unutmayalım. Keza Kaptan Cousteau’nun cenazesi Paris’teki Notre Dame Katedrali’nden görkemli bir törenle kaldırılıncaya kadar kendisini Kızıldeniz’de hidayete ermiş zannetmemiz de öyledir. Aynı cümleden olmak üzere Michael Jackson’ın ve kardeşlerinin popülariteleri düştükçe mühtedi olmaları, tecavüzden hapishaneye giren boksör eskilerinin takke ve cüppe ile pozlar verdikten sonra özgürleşir özgürleşmez uyuşturucudan filan yakalanmaları hafızalarda sık sık tazelenmelidir.
Kaldı ki, yeniyetmeliğinde Endonezya’da medreseye gittiği söylenen Hüseyin Obama, ikrar ettiği ve fiilen yaşadığı üzere bir Hıristiyan’dır ve mühtedi muamelesi gördüğü halde daha çok mürted durumunda olması da muhtemeldir.
“O Bizden Biri!”, İyi de Biz Kimiz?
Benzer sosyolojiye, zihinsel ve davranışsal kalıplara sahip oluşumuzun bir göstergesi olsa gerek, Bush’un “şer ekseni”nde baş köşeye oturtulan İran reayasından bir kısmı da Obama’nın Mehdi’nin müjdecisi “Büyük Savaşçı” olduğuna iman etmiş bulunuyor. Üstelik Barack Hüseyin, Farsçada “Kutsanmış Hüseyin” anlamına gelirken, O-ba-ma kelimesinin heceleri de “O bizden biri” demekmiş. Buraya kadar olanları, İslam coğrafyasının kendi travmatik yakın geçmişinden kaynaklanan bir psikolojiye bağlayıp konuyu geçmek mümkün. Fakat olayın özüne inince, sadece şeytanın sağdan yaklaşması ile izah edilebilecek bir durum olmadığı ortaya çıkıyor. Bush’tan dertli saf Müslümanlar yeni bir ihtida hikâyesi ile uyutuluyor ya da yine bir takazaya mı geliyor diye düşünmeden edemiyor insan. Dikkat buyurun, girişte bahsi geçen ve Hazreti Ali’ye atfedilen kelam-ı kibarı neşreden Amerikan Forbes dergisi!
Öte taraftan aynı mantığa vurunca, O-sa-ma da Farsçanın söz konusu lehçesinin hecelemesine göre “O sizden biri” anlamına gelmeli ki, bu biz Müslümanların pek işine gelir doğrusu. Böylece bir taş ile hem Bush’tan, hem de onun asimetrik muadili “Osama ben Laden”den kurtulmuş oluruz.
Obama da gerçekten bir işe yaramış olur.
Paylaş
Tavsiye Et