Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2009) > Toplum > Yücel Çakmaklı’nın ardından
Toplum
Yücel Çakmaklı’nın ardından
İhsan Kabil
BENİM için sevgili Yücel ağabeyin ardından bir yazı yazmak oldukça zor… Ne var ki hayat devam ediyor ve var oldukça bizden bir şeyler talep ediyor. Bu mübarek ayda Allah’tan kendisine rahmet diliyorum.
Yücel Bey’in sinemaya adım attığı 1960’lı yılların ilk yarısına dönersek, 1964’te yayımlanan Tohum dergisinde, “Milli Sinema İhtiyacı” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Filmlerimizin büyük kısmı, sinemayı sadece bir ticaret vasıtası telakki eden tüccar prodüktör ve rejisörlerin yaptıkları uydurma Amerikan filmlerinin taklidi veya piyasa romanlarından aktarılmış bayağı komediler, ağdalı melodramlardır. (…) Türk sineması ancak köylüsü ve şehirlisi ile manevi kıymetleri maddeden üstün tutan Müslüman Türk halkının inançları, milli karakterleri, gelenekleri ile yoğrulmuş Anadolu gerçeklerini yansıtan filmler vererek milli sinema hüviyetine kavuşabilir.”
Dünyaca ünlü kimi yönetmenlerde olduğu gibi, önce konunun teorik boyutundan yani sinema yazarlığından başlayıp daha sonra kamera arkasına geçen Çakmaklı, on yılını Yeşilçam’ın ünlü yönetmenlerinin yanında asistanlık yaparak geçirdi. Yönetmen olarak ilk çıkışını ise 1970’te Birleşen Yollar’la yaptı. Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı adlı eserinden uyarladığı bu filmde, Batılı normlara dayalı bir hayat tarzına sahip olanlarla, geleneksel değerlere bağlı insanların tanışmasını, çatışmasını, sevgi ilişkisini, aynı zamanda bir sosyal fenomen olarak Doğu-Batı çatışmasının Türkiye’deki tezahürlerini aktardı. Aynı yaklaşımı, bu çizgideki diğer filmlerinde, birer Necip Fazıl uyarlaması olan Zehra ve Çile’de, ayrıca Kızım Ayşe, Diriliş ve Memleketim’de de görmek mümkün. Bu filmlerin sinema değerlerini, Yeşilçam sinemasının tipik görsel unsurları arasında ince tatlarıyla görüyoruz. Başka bir deyişle, Çakmaklı aslında bir halk sinemacısıydı; ortaya koyduğu akımı asla seçkinci bir düzleme çekmedi, yerli sinemanın normlarına uygun bir şekilde, seyircinin alışkanlıkları doğrultusunda ama kendi manevi hassasiyetiyle filmler yapmayı sürdürdü. Bu minvalden hareketle Yücel Bey’in bir ideal ve misyon insanı olduğunu söyleyebiliriz. İlk sinema döneminden sonra televizyon yapımlarına baktığımızda da bu özelliğini ziyadesiyle hayata geçirdiğini görüyoruz.
Çakmaklı’nın film kariyerindeki ikinci dönemi olan TRT’li yıllarında, 1977’de Necip Fazıl’ın aynı isimli tiyatro eserinden uyarladığı Bir Adam Yaratmak, bir karakterin varoluşsal dönüşümünü tavizsiz bir şekilde verişiyle dikkat çekti. Aynı yıl bu kez, Rasim Özdenören’in eserinden uyarladığı Çok Sesli Bir Ölüm, hayat-ölüm eksenini estetik bir dille aktardığı farklı bir televizyon filmi olarak ekranlara yansıdı. 1980’de Turan Oflazoğlu’nun tiyatro eserinden uyarladığı IV. Murat, Osmanlı Devleti’nden siyasi ve insani bir panorama olarak göze çarpıyordu. 1982’de bu defa estetik değerlerimizin ön plana çıktığı görsel bir anlatımı olan Hacı Arif Bey ekranlara taşındı. 1983’te Tarık Buğra’nın aynı isimli romanından uyarlanan Küçük Ağa, Kurtuluş Savaşı’na resmî söylemin dışından bakan farklı bir çalışmaydı. 1985’te Tarık Kakınç’ın senaryosundan çekilen Aliş ile Zeynep, Bosna’daki Osmanlı varlığının acıklı bir görselleşmesiydi. İki yıl sonra yine Tarık Buğra’nın eserinden uyarlanan Kuruluş, Osmanlı Devleti’nin başlangıç günlerini büyük bir prodüksiyon olarak seyirciyle buluşturdu.
TRT yönetiminin değişmesiyle televizyon filmlerine de son veren Çakmaklı, kendi öngördüğü yolda kararlı bir şekilde yürümeye devam etti: 1988’de, Maraş’ta işgale karşı başkaldırıyı gerçekleştiren Sütçü İmam’ın hikayesini yine Tarık Buğra’nın eserinden Sahibini Arayan Madalya başlığında sinemalaştırdı. Yücel Çakmaklı, bir yıl sonra büyük bir seyirci kitlesine ulaşmayı başaran Hekimoğlu İsmail uyarlaması Minyeli Abdullah ve sonrasında çektiği film ve dizileriyle izleyicinin yüreğinde taht kurdu. Bütün bir toplumca benimsendi. Kendisinden sonra aynı rotada yürüyen yönetmenleri sarmalayan bir yurdun ana direği gibiydi. 1991’de çektiği Bişr-i Hafi, manevi mimarlarımızdan bir enstantane olarak ekrana yansıdı. 1994’te Bosna’da yaşanan derin acıyı, tarihî bir perspektiften bir dönem filmi olarak Kanayan Yara Bosna’da işledi. 2005’te son bir TRT çalışması olarak Yücel Bey’i, Peyami Safa’dan uyarlama Cumbadan Rumbaya adlı dizide gördük.
Yücel Çakmaklı, film kariyerinin yanında son derece iyicil ve iyimser bir gönül insanıydı. O mütevazı tavrıyla kimseyi incitmek istemez, her insanla bir olmaya gayret gösterirdi. Aynı zamanda çok enerjik, içi her zaman yeni projelerle dolup taşan biriydi. Necip Fazıl’ın ve Bediüzzaman’ın hayatlarını sinemaya aktarmak istiyor, rahmetli Mustafa Akad’ın İstanbul’un fethiyle ilgili senaryosunu filmleştirmeyi düşünüyor, III. Selim’in hayatını işlemeyi arzu ediyordu. Bir dava adamı olması hasebiyle de MTTB Sinema Kulübü’nün kuruluşunda bulundu, çalışmalarına katıldı ve destek verdi; çevresindeki gençleri yüreklendirerek hem teorik hem de pratik eserler ortaya koymalarını her zaman arzuladı. 1990’ların ilk yarısında, özel televizyon kanallarının artmasıyla beraber farklı bir hususiyete sahip Hilal TV’nin kurulması için büyük bir çaba sarf etti. Bu teşkilatçı yanının başka bir göstergesi olarak, İslam Konferansı Teşkilatı genel sekreterliğine seçilen Ekmeleddin İhsanoğlu’nu bizzat Suudi Arabistan/Cidde’deki makamında tebrik ziyareti esnasında, İslam ülkeleri arasında da AB Sinema Destek Fonu-Eurimages benzeri, ortak-yapımların önünü açacak bir yapılanmanın önemini vurguladı. İnşallah onun hayatı, aynı yolda yürümek isteyenlere bir örnek oluştursun, nur içinde yatsın…

Paylaş Tavsiye Et