“SAVAŞLARA son. Duvarlara son. Dünya birleşsin.” Bu slogan, Soğuk Savaş’ın simgesi Berlin Duvarı’na yazılan meşhur sloganlardandı. 28 sene sonra 1989 sonbaharında, iki kutuplu dünyayı birbirinden ayıran utanç duvarı yerle bir olurken benzerlerinin bir daha inşa edilmemesi herkesin ortak dileğiydi. Üstelik demokrasinin, insan haklarının ve serbest ticaretin hâkim olacağı küreselleşen dünyamızda mevcut sınırlar artık eski önemini kaybedecekti. Sene 2008… Dünyanın dört bucağında ama özellikle de Ortadoğu’nun göbeğinde utanç duvarları birbiri ardına yükseliyor. Kimi düşman sınır komşularını, kimi aynı ülkenin farklı etnik ve dinî gruplara mensup vatandaşlarını birbirinden ayırıyor; kimi tartışmalı topraklar üzerinde fiilî sınırlar çiziyor. Tehdidin kaynakları birbirine benzer: Kâh iş bulma ve sefaletten kurtulma derdindeki kaçak işçiler, kâh ülkesindeki şiddetten kaçan mülteciler, kâh başta uyuşturucu ve silah olmak üzere yasadışı mal kaçakçıları, kâh isyancı güçler veya teröristler (tabii ki çoğunlukla Müslüman!). Kısaca duvarların bahanesi, milli güvenliğe yönelik dış veya iç tehditler.
Şehirleri ve ülkeleri çevreleyen savunma amaçlı duvarlar ve surlar, tarih boyunca dışarıdan gelebilecek istilalara karşı önemli birer güvenlik aracı olarak işlev gördü. Bunlardan en meşhurları hiç şüphesiz, Roma İmparatorluğu’nu her türlü “barbar” saldırısından koruma amacıyla M.S. 2. asırda örülen Hadrian Duvarı ile M.Ö. 4. asırdan itibaren kuzeyden gelebilecek istilalara karşı inşa edilen ve yaklaşık 6.500 km’ye ulaşan Çin Seddi/Sedleriidi. Uçakların ve füzelerin savaş teknolojisinin asli birer unsuru haline geldiği modern dönemde duvarlar, yabancı orduların istilalarını önleyemese de güvenlik aracı olmayı sürdürdüler. Soğuk Savaş döneminde 1953’te iki Kore arasına, 1961’de ise Berlin’e inşa edilen duvarlar, komünist dünyadan kapitalist dünyaya kaçışı engelleme amaçlıydı. Kuzey İrlanda’da 1970’te inşasına başlanan ve uzadıkça uzayan “Barış Hattı” ise artan terör olaylarına karşı Katolik ve Protestan mahalleler arasında yükseliyordu. 90’lı yıllardan itibaren ivme kazanan küreselleşmeden, madunların da nimetlenmeye başlamasıyla ve ardından 2001’deki 11 Eylül saldırısıyla birlikte değişen tehdit algılamalarına paralel olarak duvarlar da farklı işlevlerle yeniden vücut buldu.
Göçe, kaçakçılığa, teröre, iç çatışmalara ve sınır anlaşmazlıklarına karşı başlayan bu son duvar inşası furyasında hiç kuşkusuz İsrail’in 1994-96 arasında Gazze’yi, 2002’den itibaren de Batı Şeria’yı çevrelediği tartışmalı utanç duvarları öncü ve model oldu. Başlangıçta büyük tepkiler alsa da, bizzat ABD işgaliyle terörize edilen ve Sünni-Şii kutuplaşmasına sürüklenen Ortadoğu coğrafyasında önemli bir güvenlik aracı haline geldi. Kaçak göçmenlerin gözdesi ülkeler de ekonomik kaygılarla bu kervana katıldı.
Bugün ABD Meksika sınırının yanı sıra Bağdat’ın Sünni ve Şii mahalleleri arasında, Suudi Arabistan Irak ve Yemen sınırında, İran Kuzey Irak ve Pakistan sınırında, Hindistan Pakistan ile paylaştığı Keşmir sınırının yanı sıra Bangladeş ve Burma sınırında, Özbekistan Kırgızistan ve Afganistan sınırında, BAE Umman sınırında, Fas Cezayir sınırında, Botswana ise Zimbabve sınırında yüzlerce, hatta binlerce kilometre duvar ördü/örüyor. Kuveyt, Irak sınırında 1991’de BM tarafından örülen duvarı daha da tahkim ediyor. AB, Fas’taki İspanyol şehirleri Septe ve Melilla’nın ardından yeni duvar projelerine de mali destek vermeye hazırlanıyor. Türkiye’nin Kuzey Irak, Rusya’nın Çeçenistan, Pakistan’ın Afganistan, Tayland’ın Malezya, Brezilya’nın Paraguay, İsrail’in Lübnan ve Suriye sınırına yeni duvar projeleri de gündemde.
Tabii bütün bu duvarlar birbirinin kopyası değil; coğrafi şartlara ve inşa edenin maddi durumuna göre değişiyor. Yüksek beton duvarlar veya elektrikli çitlerin yanında derin hendekler, geniş girişi yasak bölgeler, mayınlar, gözetleme kuleleri, kameralar, askerî devriyeler ve ileri teknoloji mahsulü diğer sistemler de boy gösterebiliyor. Bugüne kadar bu duvarlara yaklaşan veya aşmaya çalışan binlerce kişinin öldürüldüğünü de belirtmek gerekir.
Problemlere kalıcı ve yerinde çözümler bulmak yerine daha kolay olanı, yani onları ötelemeyi ve günü kurtarmayı sağlayan duvarlar, henüz yeni yeni tamamlandıkları veya inşaları devam ettiği için sahte bir güvenlik duygusu uyandırıyor. Ancak modern duvarların, kadim dönemdeki benzerlerinin akıbetini paylaşacağı aşikâr. Zira o aşılamaz zannedilen duvarlar da gün gelmiş ya çevresinden dolanan ya da zayıf noktaları bulan istilacılar tarafından geçilmişti; tıpkı barış sürecinde terörist sızmalarına karşı Gazze çevresinde inşa edilen ve el-Aksa İntifadası’nın ardından daha da tahkim edilen duvarların, bugün Kassam füzeleri, havan topları, yeraltı tünelleri gibi geliştirilen farklı taktiklerle aşılması gibi. Korumaktan ziyade ayıran, tecrit eden bu duvarlar, geliştirilecek yeni yöntem ve rotalarla anlam ve işlevlerini kaybetmeye mahkum olsalar da, sınıra yakın bölgelerde yaşayan sivillerin hayatlarını zorlaştıracakları, yerel ekonomileri altüst edecekleri, kardeş halkları ve aileleri daha da parçalayacakları ve yeni mağduriyetlere yol açacakları aşikâr. Özellikle Bağdat gibi farklılıkların bir arada yaşandığı şehirlerde örülen hapishane tadındaki duvarlar, zaten işgal altında zorlaşan günlük hayatı daha da çekilmez kılarak mezhepler arasındaki uzlaşma ümitlerini büsbütün kıracak gibi görünüyor.
Salt güvenlik kaygısıyla inşa edilen ancak ne insani ne ahlaki ne de hukuki açıdan savunulabilir herhangi yönü bulunmayan bu duvarların olumsuz sonuçları önümüzdeki senelerde daha net ortaya çıkacaktır kuşkusuz. Şaşırtıcı olan ise, İsrail’in güvenlik gerekçesiyle Batı Şeria’ya örmekte olduğu duvarlara sert tepki gösteren özellikle Suudi Arabistan, İran gibi ülkelerin bugün aynı yoldan gitmeleri. Tabii bu duvarlar arasında önemli bir fark var: Diğer ülkeler duvarları mevcut sınırlardan geçirirken; İsrail Yahudi yerleşimler, verimli araziler, su kaynakları ve stratejik noktalar üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştıracak ve fiilî sınırları çizecek şekilde çoğu yerde ateşkes hattından 200 m ila 20 km Filistin toprakları içerisine girerek duvarları örüyor. Bu önemli farka rağmen, halihazırda kendisi gibi Müslüman olan komşu ülke sınırına duvar ören devletlerin, bundan böyle İsrail’in inşa ettiği duvarlara itiraz hakkı kalmıyor. Zira güvenlik için duvar inşasının “meşru” bir gerekçe olduğunu artık kendileri de kabul ediyorlar.
Geçtiğimiz aylarda Türkiye’nin de Irak sınırına duvar inşa edeceği iddiası basında yer aldı. Uzunluğu 473 km olması planlanan duvarlar, coğrafi şartlara göre kimi yerde beton kimi yerde elektronik ve termal olacak, kameralarla da desteklenecekmiş. “PKK’ya karşı mücadele” gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılan bu planın hayata geçmesi durumunda, Kuzey Irak ile aramızdaki mevcut görünmez duvarlar bu kez görünür kılınacak. Asırlarca bir arada yaşayan halkları duvarlarla ayırmak, ancak tarihî derinlikten yoksun bir zihniyetin ürünü olabilir.
Paylaş
Tavsiye Et