ERGENEKON davası, otuzuncu duruşmayı da geride bıraktı. Duruşmalar sırasında Ergenekon örgütünün davayı sulandırma stratejisi, kimi sanıkların savunmaları ve bunların basında yer almasıyla devam ediyor. Birçok kişinin öldürülmesi, katliamlar ve darbelerle anılan bir örgütün, kolayca trajediden komediye yönelmesi, hiçbir değere dayanmadığının da bir ifadesi olsa gerek.
Bu arada davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, MİT’ten üstü örtülü gelen örgüt şemasında yer alan 1 numarayı sorması üzerine, MİT’in verdiği cevapta 1 numaranın, kamuoyuna açıklanamayacak bir devlet sırrı gibi takdim edilmesi dikkat çekiciydi. Genelkurmay Başkanlığı’nın emekli orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’u hapishanede ziyaret ettirirken, emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün ziyaret edilmemesi ve Küçük’ün “Devlet bana komplo kuruyor” şeklindeki sözleri, “Acaba örgütün bir kısmı tasfiye olurken, ana çekirdeği korunuyor mu?” sorusunu akla getiriyor. Şu halde, “Emir komuta zinciri içinde iş yapan bir örgütün belli mensupları neden feda ediliyor veya cezalandırılıyor?” sorusunun cevabını aramalıyız.
Bu noktada kamuoyunun tepkilerini dindirmek amacıyla hareket edilmediği aşikâr. Öyle olsaydı, daha alt düzeydeki yetkililerin feda edilmesiyle kamuoyu tatmin edilmeye çalışılabilirdi. Buradaki mantık, bütün otoriter ve totaliter yapılarda cari olan bir mantık. Bu mantığın tarihteki belki de ilk sistematik örneği, Antik Yunan’daki Sparta toplumu. Çocukların aileler tarafından değil, kışla nizamı içinde devlet tarafından eğitildiği Sparta’da, çocuklara yeterli yiyecek verilmeyerek kendilerinden, yakalanmamaları kaydıyla yiyecek çalmaları istenir. Bu eğitimin ve hayatın bir parçasıdır. Ancak çalarken yakalananlar cezalandırılırlar. Ksenofon buradaki mantığı şöyle açıklar:
“Bu arada, ‘Hırsızlığı hoş gördüğü halde, yakalanana ceza vermek de ne oluyor?’ diye soranlar bulunabilir. Buna yanıtım şudur: Her öğretilen şeyin arkasında ortak bir gerekçe bulunur, işini iyi yapan makbuldür. İşini iyi yapmayana ise ceza verilir. Sparta’da hırsızlık yaparken yakalanan ceza görür. Bu, çalmayı iyi becerememiş olmanın cezasıdır.”
Şimdi Ergenekon’da gözden çıkarılanlar da işte bu mantıkla cezalandırılmak isteniyor. Böylece örgütün geri kalanına da esaslı bir ders verilmiş oluyor: İşlerini daha iyi yapmak, aksi halde cezalandırılmak tehdidiyle yüz yüze kalmak... Tabiatıyla bu bakış açısı, Ergenekon örgütünün içinden bir bakış açısını temsil ediyor. Bu haliyle de temel bir hata ile malul. Çünkü Türkiye toplumu, Sparta toplumu olamayacak kadar açık, demokratik ve çoğulcu bir toplum. Nitekim dava ilerledikçe derinleşiyor ve 1 numaranın, 100 numarayı feda ederek bu işten kurtulacağı yönündeki umutları yok oluyor.
Ergenekon Zihniyetinin Açmazı
Her şeyden evvel, Ergenekon zihniyeti kamuoyu vicdanında mahkûm olmuş durumda. Ergenekon örgütünün avukatlığına soyunmuş partilerde dahi, Ergenekon zihniyetine yönelik ağır eleştiriler yükseliyor. Diğer taraftan ilk iddianamede yer almayan birtakım vahim hadiselerin de Ergenekon ile ilişkisine dair yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Üzeyir Garih cinayetinden Albay Rıdvan Özden ve Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın katledilmesine, PKK’nın terörü bırakmasına yönelik devlet planının sabote edildiği Bingöl’deki 33 erin şehit edilmesine kadar birçok tartışmalı mesele yeniden gündeme geliyor. Bilgiler ortaya çıktıkça kamuoyunun vicdani hükmü netleşirken, dava dosyası büyüyor.
“Danıştay baskını”nın Yargıtay tarafından Ergenekon’la ilişkilendirilmesi, bu bakımdan bir dönüm noktasıydı. Bu ilişki, Ergenekon davasına inanmayanların önemli bir kısmı için kritik eşiği teşkil ediyordu. Bizzat CHP Genel Başkanı ve Ergenekon davasının avukatı olduğunu ilan eden Deniz Baykal, eğer Danıştay baskını ile Ergenekon davası arasında bir ilişki kurulursa kendi bakış açılarının değişeceğine işaret etmişti. Yargıtay’ın kararı ile artık bu eşik de aşılmış oldu. Keza Atabeyler davasının Ergenekon’la ilişkilendirilmesi, Üzeyir Garih ve Albay Rıdvan Özden davalarının bu kapsamda yeniden açılması, konunun hukuk mecrasında ilerlediğini gösteriyor.
Davanın seyri bakımından kaydedilmesi gereken bir başka gelişme de, Ergenekon hakkında ilk bilgileri veren isimlerden Tuncay Güney hakkında mahkemenin sorduğu soruya MİT’in verdiği cevaptır. Bu cevabın darası alınınca, Güney’in MİT için çalıştığı anlaşılıyor. Bu gelişmeden, Güney’i bir tür “soytarı”ya dönüştürerek davayı sulandırmaya çalışan Ergenekon muhiplerinin fevkalade rahatsız oldukları anlaşılıyor. Bu gelişmelerin, Ergenekon’la ilgili abuk sabuk şakalar yapan gazetecilerden bürokratlara kadar geniş bir “beyaz Türk” taifesinin steril dünyalarındaki konforları bozacağı çok açık.
Sanıkların savunmaları devam ederken komediye yönelmeleri ve Ergenekon muhibbi basının “hem güldü hem güldürdü” türünden haberleri artık, kamuoyunu ikna etmek bir yana ciddi itibar kaybıyla sonuçlanıyor. Gün geçtikçe Ergenekon davası mahkeme salonları ve medyadaki yeni bilgilerle derinlere iniyor. 1 numaranın 100 numarayı feda etmesiyle işin çözümlenmeyeceği belli oluyor. Ergenekon’un 100 numarasının teşhiriyle bu dosya kapanmayacak. Bu anlaşıldıkça da Ergenekon cephesi çöküyor. İç hesaplaşma, ihbar ve ifşaatların önü açılıyor.
Mahkemenin Genelkurmay Başkanlığı’na yönelttiği “MİT’in Ergenekon bilgi ve belgeleri karşısında ne yaptınız?” sorusu aslında yasama, yürütme, basın ve bütün bir topluma yöneltilmiş bir soru. Bu soru, Ergenekon’un, nam-ı diğer Gladyo’nun tasfiyesi için hukuki gelişmelerin yetmeyeceğini de ihsas ediyor aslında. Ergenekon örgütü ve zihniyetinin mahkumiyetini geciktiren husus ise demokratik hukuk devleti olma istikametinde beklenen reformların yavaşlaması ve bu yönde bir siyasi irade eksikliğinin hissedilmesi. Bu konuda mahalli seçimler sonrasında müspet bir değişiklik yaşanırsa, Ergenekon örgütü sadece yargıda değil, yasama ve yürütme nezdinde de ciddi bir tasfiyeye uğrayabilir.
Paylaş
Tavsiye Et