YUGOSLAVYA, öz yönetime dayanan demokratik sosyalizm uygulaması ve Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucusu olarak izlediği blok dışı çizgisiyle Soğuk Savaş boyunca bir “üçüncü yol” örneği olarak gösterildi. Sosyalist bir federasyon olarak millet meselesini “halkların kardeşliği” ilkesine dayanarak çözdüğü ve farklı etnik unsurları (Sırbo-Hırvatça’da Güney Slavı anlamına gelen) Yugoslav üst kimliği altında birleştirdiği iddiasındaydı. Ancak dağılma sürecinin başladığı 1991’den sonra yaşananlar; bunun bir yanılsama olduğunu kanlı bir şekilde ortaya koydu.
Yugoslavya kurgusunun temelinde Güney Slavlarının birliği kavramı yatar. Slovenler, Hırvatlar, Sırplar ve Bulgarlar; 4’üncü yüzyıl sonlarında Batı’ya doğru göç etmeye başlayarak Trakya, Makedonya, Yunanistan ve Dalmaçya’ya yerleşen ve zaman içinde farklılaşan Slavların güney kolunu teşkil ederler. Yugoslavya’yı kuracak olan Güney Slavlarının yaşadığı coğrafya 15/16’ncı yüzyıldan 20’nci yüzyılın başlarına kadar Doğu’da Osmanlı, Batı’da ise Avusturya-Macaristan İmparatorlukları’nın hükümranlığında kaldı. I. Dünya Savaşı’nın bu imparatorlukları tasfiye etmesi ve Rusya’nın 1917 Devrimi sonrası bir süreliğine kendi içine dönmesi, Güney Slavlarına büyük bir fırsat verdi. Fransa ve İngiltere’nin de desteğiyle 1918’de Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı kuruldu. 1929’da ülkenin adı Yugoslavya Krallığı olarak değiştirildi. Birinci Yugoslavya olarak tanımlanan Krallıkta en büyük etnik unsur olan Sırpların hakimiyeti, diğer etnik unsurların, özellikle de Hırvatların hoşnutsuzluğuna sebep oluyordu. Yugoslavya Krallığı 1941’ de Almanya’nın işgaline uğradı. Almanya ülkede bir işgal yönetimi oluşturdu.
İşgal döneminde Hırvatların oluşturduğu faşist Ustaşa grupları Almanlar ile işbirliği yaparken, Çetnik adı verilen aşırı milliyetçi Sırp birlikleri ve Tito’nun liderliğindeki komünist Partizanlar, Alman işgaline karşı mücadele ettiler. Boşnakların bir kısmı Ustaşalar ile birlikte hareket ederken bir kısmı da Partizanlara katıldı. 1919’da kurulan Yugoslavya Komünist Partisi’ne bağlı olarak örgütlenen Partizan hareketin, bir taraftan ülkeyi Alman işgalinden kurtarmaya çalışırken, diğer taraftan Sırp ve Hırvat şovenizmine karşı mücadele etmesi, Partizanlara kitlesel güç ve saygınlık kazandırdı. 1938’den beri Genel Sekreterliğini Tito’nun yürüttüğü YKP ve Partizan güçlerin oluşturduğu Halk Kurtuluş Cephesi, II. Dünya Savaşı sona erdiğinde belirleyici güç haline gelmişti. Kasım 1945’de yapılan seçimlerde oyların %90’ını alan Halk Cephesi, yeni Yugoslavya’nın iktidarı oldu ve Yugoslavya Federatif Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edildi. Ülkenin ismi 1963’de Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti olarak değiştirildi. İlk yıllarında Sovyet modeli sosyalizm inşa etmeye çalışan İkinci Yugoslavya, 1950’lerle birlikte hem içeride, hem de dışarıda kendi yolunu izlemeye başladı.
Milliyet meselesini “demokratik milletler mozayiği” yaratarak çözmekle övünen sosyalist Yugoslavya, altı cumhuriyetten oluşan bir federasyondu: Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ. Altı etnik unsur, kurucu millet olarak kabul edilmişti: Ortodoks Sırplar, Karadağlılar ve Makedonlar; Katolik Hırvatlar ile Slovenler ve de 1968’deki anayasa değişikliğiyle “bağımsız bir Güney Slav milleti” olarak tanınan Müslüman Boşnaklar. Belirli bir alanda yoğunlaşmalarına (Kosova ile onun komşusu Batı Makedonya) rağmen Arnavutlar kendi cumhuriyetlerine sahip olamadılar. Milletlerüstü Yugoslav kimliği ile milli olmayan bir birlik ve beraberlik sağlamaya çalışan Hırvat Tito, Sırp milliyetçiliğini yatıştırmak için Arnavutları; Macarlar, Türkler, İtalyanlar, Bulgarlar ve Romenler ile birlikte azınlık statüsünde bıraktı. Kosova, Macarların yoğun olduğu Voyvodina ile birlikte 1974’de Sırbistan içinde özerk bölge statüsü kazandı. Ancak bu, Arnavutların hoşnutsuzluğunu gidermeye yetmedi ve potansiyel bir çatışma alanı olmayı sürdürdü.
1970’lerin ikinci yarısından itibaren Yugoslavya’nın ekonomik dengeleri bozulmaya başladı. Cumhuriyetler arasındaki eşitsizlik ve çelişkiler gitgide artıyordu. Tito’nun Mayıs 1980’de ölmesi, bir dönüm noktası oldu. Yaşanan iktisadi bunalım, karizmatik bir liderin yokluğunda, mikro milliyetçiliğin canlanmasını kolaylaştırdı. Ülkenin en kalabalık ve en dağınık unsuru olarak millet meselesinin kilidini oluşturan Sırp entelektüellerinin ve yöneticilerinin Sırp milliyetçiliğini kışkırtması, diğer etnik unsurların milliyetçi duygularını besledi. 1989’a gelindiğinde Yugoslavya hiper enflasyonla boğuşuyordu. Bu şartlar altında zengin cumhuriyetlerden (Slovenya ve Hırvatistan) az gelişmiş bölgelere (Makedonya ve Kosova) ve federal yönetim ile orduya kaynak aktarımına karşı tepkiler doruğa ulaşmıştı.
1990 Ocakında Yugoslavya Federal Komünistler Birliği sona erdi. Cumhuriyetlerdeki KB’ler de isimlerini değiştirerek bağımsız partiler haline geldiler. Bütün cumhuriyetlerde çoğu milliyetçi olan yeni partiler kuruldu. Slobadan Milosevic’in lideri olduğu Sırbistan KB, milliyetçi çizgisini netleştirdi ve ismini Sırbistan Sosyalist Partisi olarak değiştirdi. Sırbistan’da Aralık 1990’da yapılan seçimlerde Sırbistan SP oyların %45’ini alırken Milosevic’de Cumhurbaşkanı seçildi. Slovenya ve Hırvatistan Nisan’da seçime gittiler. Slovenya’daki seçimlerin galibi, %55 oyla, Yeşiller ile Sosyal Demokrat Parti’nin oluşturduğu koalisyondu. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimini eski KB’nin popüler önderi Milan Kuçan kazandı. Oyların %57,6’sını alan milliyetçi Hırvat Demokrat Birliği, Hırvatistan seçimlerinden galibiyetle çıkarken, partinin lideri Franjo Tucman Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Bosna-Hersek’te Kasım1990’da yapılan seçimlerde Müslümanların Demokratik Eylem Partisi (SDA) oyların %38’ini alarak birinci parti olurken lideri Aliya İzzetbegoviç, Cumhurbaşkanı seçildi. Sırp Demokratik Partisi (SDS) %30 oyla ikinci parti ve Radovan Karadzic, Cumhurbaşkanlığı Konseyinin Sırp üyesi oldu. Hırvat Demokratik Birliği (HDZ) oyların yüzde 16’sını alarak seçimlerden üçüncü parti olarak çıktı. Parti lideri Stjepan Kljujic de, Cumhurbaşkanlığı Konseyinin Hırvat üyesi oldu.
Seçimlerden sonra hızlanan Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlık süreçleri, iki ülke parlamentolarının 25 Haziran 1991’de bağımsızlıklarını ilan etmesiyle sonuçlandı. Bağımsızlık kararı üzerine Sırpların denetimindeki Yugoslav Federal Ordusu Slovenya’ya karşı harekete geçerken, Hırvatistan’ın Kraina bölgesinde yaşayan Sırplar da federal ordunun desteği ile ayaklandılar. Etnik açıdan farklılık göstermeyen Slovenya işin içinden kısa sürede sıyrılmayı bildi. Çok iyi silahlanan Slovenya ordusu karşısında tutunamayan federal ordu, bir hafta içinde Slovenya’dan çekilmek zorunda kaldı. Ancak aynı durum Hırvatistan için söz konusu olamadı. Aralık 1991’de bağımsızlık ilan eden Kraina Sırpları ile Hırvatistan arasında kanlı bir çatışma başladı. Etnik açıdan karmaşık, ekonomik açıdan da zayıf olan Makedonya ve Bosna-Hersek, Yugoslavya’nın dağılmaması için direndiler. Ancak Slovenya ve Hırvatistan’ın ayrılmasından sonra iki ülke için de başka seçenek kalmamıştı. Makedonya parlamentosu Eylül 1991’de ülkenin bağımsızlığını ilan etti. Yugoslavya, çok az bir Sırp nüfusun yaşadığı Makedonya’ya müdahalede bulunmadı.
Boşnak, Hırvat ve Sırpların bir arada yaşadığı Bosna-Hersek’in kısa sürede kanlı bir savaşa dönüşecek, Yugoslavya’dan kopma süreci parlamentonun Ekim 1991’de bağımsızlık kararı almasıyla başladı. Bu karar üzerine Pale’de oluşturulan Bosna Sırp Parlamentosu Aralık’ta Bosna Sırp Cumhuriyeti’ni ilan etti. Bosna-Hersek’te 29 Şubat 1992’de bağımsızlık referandumu düzenlendi. Yugoslavya’dan bağımsız bir Bosna-Hersek’e karşı oldukları gerekçesiyle Sırpların çoğunluğunun boykot ettiği referanduma katılanların %64’ü ülkenin bağımsızlığını kabul etti. Sonuçların açıklandığı 1 Mart’ta Bosna’daki ilk Boşnak-Sırp çatışması yaşandı. 27 Mart’ta Pale’deki Sırp Parlamentosu Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyinden ayrılan Kradzic’i Bosna Sırp Cumhuriyeti Devlet Başkanlığı’na getirdi. Ülkenin dört bir yanında çatışmaların yaşandığı, Boşnak ve Hırvat sivillerin yaşadıkları yerleri terk etmeye başladığı 30 Mart, Bosna Savaşı’nın resmi başlangıç tarihi oldu. Sırp milisler ve Yugoslav Federal Ordusu 6 Nisan’da Saraybosna’yı bombalamaya başladı. Yugoslavya rüyasının sonuna gelinmişti. Sırbistan ve Karadağ’ın Nisan ayında Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni kurduklarını ilan etmesiyle birlikte İkinci Yugoslavya resmen tarihe karışmış oldu. Modernleşmenin tahrik ettiği mikro milliyetçilik ile pagan dönemden kalan kavim savaşlarının ilkel psikolojisinin sentezlendiği bir bilinçle hareket eden ve Bosna’yı etnik olarak temizlemek isteyen Sırplar, Boşnaklara karşı 20’nci yüzyılın en büyük soykırımlarından birini gerçekleştirdiler. Boşnaklarla birlikte Sırp saldırganlığına maruz kalan Bosnalı Hırvatlar bir süre sonra kendi milliyetçi rüyaları olan Hırvatistan’la birleşme emelinin peşine düştüler. Sırplar ve Hırvatların aksine, çoğunlukta oldukları başka bir cumhuriyetin desteğinden yoksun olan Boşnaklar, savaşın en büyük mağduru oldular. Ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girdiği 12 Ekim 1995’e kadar geçen süre içinde 250 bini Boşnak olmak üzere toplam 312 bin kişi hayatını kaybetti. Çoğunluğu Boşnak binlerce kadın, sistematik tecavüzlere maruz kaldı. On binlerce kişi mülteci konumuna düştü. Bu mültecilerin büyük kısmı hâlâ evlerine dönemedi.
14 Aralık 1995’te Paris’te imzalanan Dayton Barış Anlaşması, Bosna Savaşı’nı bitirerek bölgede ABD’nin garantörlüğünde bir çözüm sağladı. Dayton Anlaşması; Bosna-Hersek’i, biri Boşnaklar ile Hırvatların oluşturduğu Boşnak-Hırvat Federasyonu, diğeri Sırp Cumhuriyeti olmak üzere iki unsurlu, federatif bir devlet olarak tanzim ederek görünüşte bölünmeden korudu. Gerçekte ise saldırgan taraf ödüllendirilirken Boşnakların hareket alanı tamamen sınırlandırıldı. ABD’nin öncülüğündeki Barış Gücü’nün caydırıcı varlığı, görünüşteki barış ortamının yegane sebebiydi. Soğuk Savaş’ın sembollerinden biri olan yapay bir devlet olan Yugoslavya’nın yıkılmasından sonra Osmanlı öncesi parçalı ve çatışmacı yapısına bürünen Balkan coğrafyası, kalıcı bir barıştan hâlâ çok uzak. Kalıcı barışın şartlarından biri bölgesel unsurların şovenizme kayan asabiyetçilikten uzaklaşmaları iken, bir diğeri de uluslararası sistemin Soğuk Savaş sonrası girdiği yeniden oluşum sürecini tamamlayarak dondurduğu kriz bölgelerinde gerçekçi çözüm arayışlarına girmesidir.
Paylaş
Tavsiye Et