HİZBULLAH tarafından iki askerinin kaçırılıp sekizinin de öldürülmesine Lübnan’ı işgal ederek mukabele etmekten çekinmeyen İsrail, Ortadoğu’da hiç de yabancısı olmadığımız kanlı görüntülerin yeniden kitle iletişim araçlarında ilk haber olmasına yol açtı. İç savaş ve işgallerle daha önce de yerle bir olan Lübnan, tam yaralarını sarmaya başlamışken yeniden bir enkaz yığınına dönüştü. İsrail uçaklarının sivil yerleşimlere yönelik yoğun bombardımanı, hareketin bir kurtarma operasyonu hedefini daha ilk günden aştığını ortaya koyuyordu.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararı ile ilan edilen ateşkesin sürekliliğinin sağlanması için, Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Barış Gücü (UNIFIL) bünyesinde halen görevli yaklaşık 2000 askerin 15 bine çıkarılması öngörülüyor. Ancak ateşkesin ilan edilmesine dek süren bir aylık zaman dilimi Ortadoğu tarihi ve küresel dengeler açısından çok daha fazlasını barındırıyor. Bu süre içinde askerî teknoloji ve ABD’nin açık çeki ile gelen lojistik destek göz önüne alındığında, Ortadoğu’nun en güçlü ülkesi İsrail, bölgenin kurumsallaşmış bir ordusu bile bulunmayan en zayıf devletine saldırdı. Diğer yandan, terör örgütü olarak etiketlediği Hamas tarafından bir askerinin kaçırılmasına mukabil eşzamanlı olarak Gazze’ye düzenlediği şiddetli baskınlarla ve Filistin Özerk Yönetimi’nde iktidarda bulunan Hamas hükümetinin bakan ve milletvekilleri de dâhil, yaklaşık 60 yetkilisini gözaltına alarak iki cephede savaşma yetisini sınadı. Hamas’ın görece düşük profili Hizbullah’ı ve lideri Şeyh Hasan Nasrallah’ı bölgenin en popüler lideri haline getirirken ateşkes de örgütün artı hanesine yazıldı. Bu yüzden, Güney Lübnan’da etkin olan Hizbullah’ın Lübnan ordusunun bölgeye nakliyle silahsızlandırılmasını öngören ateşkes -her ne kadar Nasrallah, BM’ye bağlı güç ve Lübnan askerlerinin ülkenin güneyine konuşlandırılmasına yardımcı olacaklarını söylese de- uygulanabilirlik arz etmiyor. Dahası Hizbullah’a karşı söz verdiği başarıyı sağlayamadığı için eleştirilen İsrail Savunma Bakanı Amir Peretz’in Lübnan’daki operasyonun nasıl yönetildiğini soruşturmak üzere komisyon kurulduğunu açıklaması, İsrail’in düştüğü zor durumu gözler önüne seriyor. İsrail’e göre günah keçisi, Hizbullah’a silah sevk etmekle itham ettiği İran ve Suriye ile bu silahları satan Rusya’dır. Öte yandan, İsrail’in sadece 30 bin askerle böyle bir operasyona kalkışmasını Hizbullah’a son vermekten ziyade el ense çekmek olarak da yorumlamak mümkün. Lübnan’daki harekâtını gündemde tutarak Filistin’de bir halkı duvarların arkasına hapsettiğini adeta unutturan İsrail’in tümüyle kaybettiğini söylemek imkânsız; ama ateşkes ile Şiilerin yükselişi ve Ortadoğu’nun Ortadoğululara bırakılamayacak kadar ehemmiyetli oluşu gerçeği belirginleşti.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın ifade ettiği haliyle Yeni Ortadoğu ortaya çıkmasa bile kadim çıkarlar eşliğinde yeni bir Ortadoğu’nun şekilleneceği kesindir. Öncelikle ateşkesin çok gecikmiş olması ve İsrail’in saldırılarıyla can veren personeli için bir kınama dahi yayınlayamaması, BM’nin acilen bir iyileştirmeye ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. BM’nin yeniden yapılan(dırıl)ması geciktikçe hasbelkader sahip olduğu son saygınlık kırıntıları da kayboluyor. En azından Türkiye’nin asker göndermek için aradığı BM Barış Gücü olması şartı, bundan sonraki oluşumlarda aranmayacaktır. Dahası, Lübnan’da konuşlandırılacak bu güce muhtemel saldırılar karşısında BM’nin yine acze düşmesi, diğer sorunlu bölgelerde bulunan barış gücü askerlerine karşı saldırıları tetikleyebilir. Ayrıca, bu güce asker sağlamayı düşünen birçok ülkenin Hizbullah güçleriyle çatışmaya girmekten endişelendiklerini açıkça dile getirdiklerini düşünürsek, ateşkesin ne denli pamuk ipliğine bağlı olduğunu daha rahat kavrayabiliriz.
BM bütçesinin beşte birini finanse eden ama yeniden yapılanma fikrine karşı çıkan ABD, BM’nin saygınlık erozyonundaki başlıca amildir. Bu haliyle, ideolojik omurgası yeni muhafazakârlar ve ekonomik-politik iskeleti de silah üreticilerinden oluşan mevcut Bush yönetimi, kendisinden sonraki hükümete çözümlenmesi oldukça zor sorunları miras bırakacaktır. Bu yüzden, ABD’nin hard power konumunu dengelemek üzere soft power yönünü BM üzerinden uluslararası sisteme aktarmasıyla transatlantik çatlak bir nebze de olsa kapatılabilir. ABD’nin, bu ateşkes ile İsrail’e sağladığı destek, terörizmi önlemekten çok, ona katalizör etkisi yapıyor. Uğruna Lübnan’ın işgal edildiği askerlerin henüz kurtarılamamış olmasından hareketle, ateşkes İsrail için bir kayıp olarak yorumlanacaksa, aynı sonuç ABD için de geçerlidir ve bu, Irak’taki üç yıllık işgalden sonra ABD’nin kayıplar hanesindeki çentikleri arttırmaktadır. Öte yandan, ABD de Lübnan’daki saldırılar sayesinde Irak’taki işgalini ikinci plana çekmeyi başarmıştır.
İtalya Başbakanı Romano Prodi’nin UNIFIL liderliğini ülkesinin üstlenmesi yönündeki açıklaması ve Dışişleri Bakanı Massimo d’Alema’nın 2-3 bin asker gönderileceğine dair vurgusu, daha önce bu güce komuta etmesi beklenen Fransa’nın ilk etapta sadece 200 ve koşulların netleşmesinden sonra 1700 asker daha gönderebilecekleri ifadesiyle birleşti. Bu rakam, AB ülkelerinden beklenen asker sayısının yaklaşık üçte birini oluşturuyor. İtalya’daki yeni hükümetin diplomatik çabalarını, önceki Silvio Berlusconi hükümetinin tersine, eski Avrupa’dan yana koyması uzun vadede Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’ni pekiştirip ABD’yi askerî boyutta dengeleyebilecek bir gücün ortaya çıkmasını hızlandırabilir.
Türkiye, 1 Mart Tezkeresi ile Arap kamuoyu nezdinde kazandığı pozitif imajı bu süreçte iyice sağlamlaştırdı. Türkiye’nin zaten bölgesindeki krizlerde aktif bir politika izlemekten başka bir seçeneği bulunmuyor. Türkiye için güvenlik alanındaki en temel probleminin hâlâ PKK olması ve Kuzey Irak’a yönelik sınır-ötesi bir operasyon için ABD’nin onayının gerekliliği, bölgesel güç pratiğine gölge düşürüyor olsa da, Güney Lübnan’da konuşlanacak uluslararası güç içerisinde yer alması Türkiye’nin konumunu sağlamlaştırabilir. Öte yandan, cumhurbaşkanlığı ve akabinde parlamento seçimlerinin yaklaştığı bir dönemde, suların yeterince durulmadığı Lübnan’daki olası bir kayıp, her fırsatta çözümlenemeyen PKK problemini AKP hükümetine karşı bir koz olarak kullanan sağ ve sol ulusalcıların elini güçlendirebilir.
Adil Savaş fikrini Aziz Thomas Aquinas’a ve Sürekli Barış programını da Immanuel Kant’ın 1795’te yayınladığı Sürekli Barış İçin Proje denemesine kadar götürmek mümkün. Ortada hiçbir anlamda adil bir savaş olmadığı kesin; ama Ortadoğu halkları için sürekli değilse bile, yeterli miktarda bir barış, adil bir barışa ulaşma umutlarını pekiştirebilir. Sonuç olarak, bu ateşkes ve akabinde Güney Lübnan’a konuşlanacak UNIFIL, böyle bir barışı sağlamada olumlu bir adımdır.
Paylaş
Tavsiye Et