ORTADOĞU’NUN gündemi Eylül ayında yine dopdoluydu. İsrail, Kassam füzeleriyle yapılan saldırıları bahane ederek Gazze’yi “düşman bölge” ilan etti ve ekonomik tecridi ağırlaştırma kararı aldı. Kasım’da toplanması planlanan Ortadoğu Barış Konferansı hazırlıkları için ABD Dışişleri Bakanı Rice bir kez daha Filistin ve İsrail’e gitti. İran’a operasyonun giderek yaklaştığına dair söylentiler iyice arttı. Lübnan’da Suriye karşıtı Hıristiyan milletvekili Antuan Ganim suikasta kurban gitti; ortak bir aday üzerinde uzlaşılamaması sebebiyle Suriye yanlısı muhalefetin boykot kararı alması üzerine cumhurbaşkanlığı seçimleri 23 Ekim’e ertelendi. Bütün bunlar aslında öngörülen gelişmelerdi. Ancak 6 Eylül’de gece yarısı İsrail savaş uçaklarının Türkiye ve Suriye hava sahasını ihlal ederek bir operasyon gerçekleştirdiği yönündeki haber şok etkisi yaptı.
Operasyonu dünya kamuoyuna duyuran Suriye’ye göre, kuzeyden gelerek Suriye hava sahasına giren İsrail savaş uçaklarından üçüne, son anda fark edilerek ateş açılması üzerine, uçaklar taşıdıkları ‘mühimmat’ı Türkiye sınırına çok yakın Tell el-Abyad’da boş bir araziye atıp kaçtılar. Ardından Hatay’ın Hassa ve Gaziantep’in Oğuzeli ilçesi yakınlarındaki arazilerde uçaklara ait yakıt tankları bulundu; uçakların Suriye hava sahasından hızlıca kaçarken performanslarını artırmak için taşıdıkları yedek yakıt tanklarını attıkları söyleniyor. Bu uçakların gerek Türkiye gerekse Suriye radarına nasıl vaktinde yakalanmadığı sorusunu askerî uzmanlar son derece alçaktan uçmalarıyla izah etseler de, ses duvarını aştıklarına yönelik bölge halkının iddiaları dikkate alındığında bu cevap hiç de tatmin edici görünmüyor. İsrail’in ABD’yle ortaklaşa geliştirdiği sinyal bozucu cihazları denediği iddiası daha makul bir açıklama olabilir.
Suriye’nin açıklamalarıyla gündeme oturan ancak İsrail yönetimince ne doğrular ne de yalanlar mahiyette herhangi bir açıklamanın yapıldığı operasyon tam bir muamma. Neler olup bittiğini olayın iki muhatabı dışında kimsenin bilmediği operasyonla ilgili rivayetler muhtelif. İsrail’in Suriye’yi bombaladığından sadece istihbarat amaçlı keşif uçuşu yaptığına, Suriye üzerinden aslında Kuzey Kore’den Rusya’ya, İran’dan Türkiye’ye başka ülkelerin uyarıldığına kadar bir yığın iddia gündemde.
Operasyona İlişkin İddialar
Aylardır İsrail basınında Suriye’nin güney sınırına binlerce füze yerleştirdiği, Golan Tepeleri’ndeki birliklerini artırdığı, füze üretimine/ithaline hız verdiği, nükleer araştırmalar yaptığı yönünde çeşitli haberler çıkıyordu. Bu operasyonun ardından İsrail savaş uçaklarının İran destekli bir füze üssünü veya Hizbullah’a silah sevkıyatı yapılan bir silah deposunu imha ettiği iddia edildi. Bir başka iddia ise uçakların hiçbir yeri vurmadığı, sadece Suriye’nin gizli nükleer tesislerinin fotoğraflarını çektiği yönünde.
Diğer bir iddianın başrolünde ise Kuzey Kore var. Suriye’nin İran aracılığıyla bugüne kadar yüzlerce füze satın aldığı Kuzey Kore’nin, saldırıdan üç gün önce nükleer malzeme yolladığı ve uçakların bu konuda istihbarat toplamaya dönük bir operasyon gerçekleştirdiği veya bu malzemenin bulunduğu tesisi vurduğu rivayetler arasında. Özellikle Amerikan basınında Suriye ile Kuzey Kore’nin nükleer işbirliği en revaçta olan rivayet.
Bir diğer iddia ise asıl hedefin Rusya’ya gözdağı olduğu yönünde. Zira Rusya, Soğuk Savaş’ın ardından terk ettiği Akdeniz’deki tek üssü olan Tartus’a geri dönme hazırlıkları yapıyor. Kırım’dan aşamalı olarak çekeceği Karadeniz Filosu’nun bazı gemilerini Tartus ve Lazkiye’de inşa edeceği deniz üssüne konuşlandıracağı ve buraları S-300 füzeleriyle koruyacağı iddiası hem İsrail hem de ABD’yi rahatsız ediyor; zira bu durum bölge dengelerini değiştirecektir. Yine Rusya’nın Suriye’ye sattığı füzeler ve kurduğu hava savunma sistemi de gözdağının diğer sebepleri arasında.
İsrail’in Suriye’nin elindeki Rus yapımı yeni hava savunma sistemini test ettiği ve bunun İran’a muhtemel bir operasyonun provası olduğu da sıkça dillendiriliyor. Zira bu yeni sistemin bir benzeri de İran’da bulunuyor. Yine İran’a saldırmadan önce kendi sınırlarını güvence altına almaya mecbur olan İsrail’in bu adımını Suriye’ye uslu çocuk olması için bir uyarı olarak görenler de var. Zira iki ülke arasında Haziran 2006’da “ortak tehditler”e, yani ABD ve İsrail’e, karşı askerî işbirliği anlaşması imzalanmıştı.
Operasyonun Türkiye bağlantısı da diğer bir önemli tartışma konusu. Güneyden komşu olduğu halde İsrail’in neden kuzeyden Türkiye sınırını da ihlal ederek Suriye’ye girdiği ve Türkiye’nin operasyonda rol oynayıp oynamadığı sorgulanıyor. Bunu Türkiye’nin İran ile imzaladığı enerji anlaşmasına bir tepki, Şam ile ilişkileri oldukça iyi olan hükümeti köşeye sıkıştırma çabası ve Ankara’yı muhtemel bir İran macerasının içine çekme girişimi olarak yorumlayanlar var. Savaş uçaklarının Genelkurmay’ın bilgisi dâhilinde Suriye hava sahasını ihlal ettiği, hükümetin ise bundan haberi olmadığı dış basında yazıldı. Ancak Türkiye-Suriye ilişkilerinin gelişmesinde Genelkurmay’ın katkısı ve ayrıca Irak’ın ardından Suriye ve İran’ı da kaosa sürükleme girişimlerinin Türkiye’ye maliyeti dikkate alındığında, böyle bir operasyonun desteklenmesi makul görünmüyor. Ancak daha önce Türk hava sahasını ihlal eden ABD’ye “kafa tuttuğu” da göz önüne alındığında Genelkurmay’ın bu kez sessizliğe bürünmesi ister istemez kafalarda soru işaretlerine neden oluyor.
Uzmanlara göre İsrail’in Suriye’nin nükleer tesislerinin fotoğraflarını çekmek, bilgi toplamak veya hava savunma sistemini test etmek amacıyla 9 adet F-15 ve F-16 savaş uçağını yollaması anlamsız; zira bunu insansız casus uçakları ile pekala yapabilir. İstihbarat faaliyetleri için çok, askerî harekât içinse az olan uçak sayısına bakarak operasyonu taktiksel bir manevra olarak değerlendirenler var. Ancak İsrail’in 1981’de Irak’ın nükleer reaktörünü 14 adet F-16 ve F-15 ile vurduğu dikkate alındığında, Suriye’de bir yerlerin bombalanmış veya en azından uçakların o niyetle yollanmış olması daha makul görünüyor.
Sonuç olarak muhatapları sessizliklerini bozmadıkları sürece bu operasyon bir muamma olmaya devam edecek. Suriye operasyonu BM’ye taşısa da aslında kendisi de neler olduğu hakkında ayrıntılı bilgi vermiş değil. İsrail’in sessizliğinin ise iki nedeni olabilir: Eğer gerçekten operasyonu eline yüzüne bulaştırdıysa, konuştuğu takdirde İsrail ordusunun imajı iyice sarsılacaktır. Yok, eğer operasyon amacına ulaştıysa, ki pek öyle görünmüyor, doğrudan hedef(ler)ini ilan etmeyerek yukarıda zikrettiğimiz senaryolardaki bütün tarafları ayaklarını denk almaları konusunda uyarmış oluyor; yani bir taşla bütün kuşları vuruyor. 6 Eylül gecesi gerçekte neler olduğunu aylar, belki de yıllar sonra öğreneceğiz.
Paylaş
Tavsiye Et