BİR zamanlar yeşil rengin hâkim olduğu Gazze artık çorak bir toprak görünümünde. Bölgeye ulaşan su kaynaklarının kesilmesiyle ayakta kalabilen son ağaçlar da kurumaya yüz tutmuş. Sağa sola serpilmiş taş parçalarından başka bir şey kalmamış bölgede. Sanki halkı tarafından yüzlerce yıl önce terk edilmiş bir köyü andırıyor eskinin yeşil ve bereketli Gazze’si.
Asamine ailesi, fertlerinin yarısını Beyt Hanun’a yönelik son İsrail saldırısında şehit vermiş. Uykusunda evleri başlarına yıkılmış çocuklarının ve kadınlarının… İsrail buldozerlerinin yerle bir ettiği Nasr Camii’nin yanı başında çaresizce bekleyen, caminin müezzini ve hizmetkârı olduğunu söyleyen yaşlı bir adam ise ağlıyor durmadan: “1982 yılında caminin müezzinliği görevini babamdan devraldım. Saldırının yapıldığı günün sabahına kadar da buradaki görevimi yerine getirdim.” diyor Hacı Hüseyin Amca ve çaresizce bundan sonra nerede ezan okuyacağını soruyor.
İsrail’in Beyt Hanun saldırılarında hiç unutulmayacak karelerden bir diğeri ise Filistin Yasama Meclisi üyesi Cemile eş-Şanti tarafından yönetilen kadınların direnişi. Ümitsizce yineledikleri “Araplar nerede?” sualinin cevabını bildiklerinden olsa gerek, camiye sığınmış erkeklerini İsrail askerlerinin kuşatmasından kurtarmak için öne atılıyordu Filistinli analar, kardeşler, eşler… Üzerlerine yönelen kurşunlar ve içlerinden ikisinin şehit düşmesine hiç aldırmadan yüklendikleri misyonla bir tarih yazıyordu âdeta bu şanlı direnişin kadınları. Bir hafta boyunca İsrail ordusunun bombardımanına maruz kalan Gazze’nin kuzeyindeki Beyt Hanun kasabasında bilanço ağırdı: Çoğu kadın ve çocuk, 60’tan fazla ölü ve yüzlerce yaralı…
Beyt Hanun’da gördüklerimiz İsrail’in işlediği cinayetler zincirinin yeni bir halkası yalnızca. İsrail’in yeni hükümeti ve siyasileri birbirleriyle yarışırcasına daha fazla Filistinli kanı dökmek için kolları sıvamış gibi görünüyor. Bu öyle bir rekabet ki kim daha fazla kan akıtırsa, yarışı o kazanacak ve halkının gönlünde taht kuracak sanki!
Beyt Hanun saldırılarıyla bir kez daha maskeler düştü. BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan ve saldırıyı kınayan karar tasarısı, ABD tarafından veto edildi. Olağanüstü toplanan Arap Birliği Zirvesi’nde gözler beyhude yere Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal’ı aradı. Arap dünyasının dışişleri bakanları, Filistin halkına yönelik ekonomik ambargonun kaldırılacağını açıklasa da ABD, toplantının hemen akabinde bu yönde bir kararın uygulanmaması yönünde mutat uyarılarından birini daha yaptı.
El-Fetih hareketinden bazı önemli isimler ise olan bitenden Hamas’ı sorumlu tutarak, esir ve şehitleri saymanın bir şeref olmadığını ve bunların Filistin halkına hiçbir yarar getirmediğini vurguladı.
Bir başka Arap ülkesi Tunus, geçtiğimiz günlerde başörtüsüne yönelik yasaklama kararını işleyen bir program yayımladı diye el-Cezire kanalının yayın yaptığı Katar’daki büyükelçiliğini kapatırken; Ürdün, aynı televizyonun yayımladığı başka bir programdan duyduğu rahatsızlığı dile getirmek üzere Doha’daki büyükelçisini geri çekti. Zira her nedense bugünkü Arap hükümetleri nezdinde yönetimlerine yönelik herhangi bir tehdit, tüm ümmetin şerefinden ve akıtılan kanından daha büyük bir önem taşıyor.
Direniş Ruhu Tekrar Canlanıyor
İsrail ordusunun geçtiğimiz yaz İsrailli bir askerin Filistinli direnişçiler tarafından esir edilmesini bahane ederek başlattığı “Yaz Yağmurları” operasyonunda 260 Filistinli şehit olmuştu. Özellikle Gazze’nin Beyt Hanun kasabasında yoğun olarak yürütülen “Güz Bulutları” operasyonu ise Ortadoğu’da yaşanan büyük sıkıntı ve krizlerin gölgesinde gerçekleşti. İddialara göre “Güz Bulutları”nın amacı, Lübnan Savaşı sonrasında İsrail yönetimi ve ordusunun halk gözünde sarsılan itibarını yeniden kazanmak ve İsrail Cumhurbaşkanı’na yönelik taciz iddiaları ile Başbakan Ehud Olmert’in de adının geçtiği yolsuzluk suçlamalarını örtbas etmekti. Böylesi bir saldırıyla Olmert, Filistin halkı arasında son günlerde alevlenen kutuplaşmayı artırmayı ve süregelen “Ulusal Birlik Hükümeti” çalışmalarını akamete uğratmayı amaçlamış da olabilir. Ancak bize göre nihai anlamda İsrail, bu saldırılarıyla “barış sürecinin öldüğünü” anlatmaya çalışıyordu tüm dünya kamuoyuna. Zira Camp David görüşmelerinin başarısızlığa uğradığı 2000 yılından bugüne kadar bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönünde herhangi bir ilerlemenin kaydedilmemesi, Filistin yönetiminin varlığının devamı için gereken en önemli iç ve dış nedenleri devre dışı bırakmıştı.
“Ulusal Birlik” Mümkün mü?
Halkın büyük umutlarla seçtiği Hamas’ın 2006’nın Mart ayında iktidarı devralması sonrasında yaşanan gelişmeler, hareketin elini kolunu bağlıyor. Başbakanlık görevine başladığı günden beri Hamas’ın siyasi tutumunda göze çarpan değişiklikler dikkate alındığında Hamas hareketindeki ‘güvercin’lerin başını çektiğini rahatlıkla söyleyebileceğimiz İsmail Haniye’nin gerçekçi ve pragmatik yaklaşımlarına rağmen hükümet ve halk üzerindeki baskının kalkmaması da direniş seçeneğinden başka çıkar yol göremeyenlerin sayısını her geçen gün artırıyor.
Bu şartlar altında, Filistin halkına yönelik kuşatmayı hafifletmek amacıyla Hamas’ın başlattığı geniş katılımlı bir “Ulusal Birlik Hükümeti” kurma çalışmalarının -hükümet kurulsa dahi- başarıya ulaşıp ulaşmayacağı belirsizliğini koruyor. Zira Haniye’nin hükümet kurma çalışmalarını beraber yürüttüğü el-Fetih lideri ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Hamas hükümetine karşı hep mesafeli durdu. Yurtdışı temaslarında yanına hükümetten hiçbir yetkiliyi almadı. Çeşitli ülkelerden gelen heyetleri kabul ederken Abbas’ın yanında Bakanlar Kurulu üyelerinden hiç kimse bulunmadı. Abbas’ın, Filistin halkı aleyhine uygulanan kuşatmalara karşı mücadele etmek yerine, ambargoların devamı ve hükümetin köşeye sıkıştırılması için bütün bu yapılıp edilenlere zaman zaman sessiz kaldığı hatta göz yumduğu bile söylendi. Böylesi bir ortamda seçilmiş Filistin hükümetiyle uluslararası toplum arasında bir arabulucu gibi görev yapmaktan öte herhangi bir rol üstlenmeyen Mahmud Abbas’ın muvafakatini alan olası bir Ulusal Birlik Hükümeti’nin ömrünün pek de uzun sürmeyeceği aşikâr.
Şimdi ise asıl sorulması gereken soru şu: ABD’nin, İsrail devletini tanımamakta ısrar eden Hamas ile kurulacak bir “Ulusal Birlik Hükümeti”nde yer almayı kabul eden el-Fetih mensubu siyasetçilere ambargo uygulayacağını ilan etmesinden sonra, Hamas bu baskılara boyun eğerek iktidarı İsrail hükümetine daha rahat bir hareket alanı sağlayacak kişilere terk edecek mi? Bu sorunun cevabının ‘evet’ olarak verilmesi durumunda, Filistin halkı içerisinde yönetimin kendini feshetmesi ve direniş seçeneğine tekrar geri dönülmesini isteyenlerin seslerinin önümüzdeki günlerde çok daha gür çıkması kaçınılmaz görünüyor.
Paylaş
Tavsiye Et