MEDENİYET kavramı, geçmişte olup bitmiş şeyler kadar, gelecekte olmasını arzu ettiklerimize göre değer ve anlam kazanır. Yani kültürel içerikli, fakat siyasal hedeflidir. Modern çağların en radikal düşünürü saydığım Jan Jak Ruso, “Her şey baştan sona siyasete bağlıdır,” diyordu; “toplum dünyanın her yerinde, hükümetlerin yoğurduğu nesnedir.” İnsanoğlu doğası gereği kötü değildi; kötülük üreten yönetimler onu bu perişan hâle getiriyordu. En kötü yönetimse, en medenî olandı!
Ruso’nun, tam göbeğinde yaşadığı Aydınlanma, bir terakki felsefesiydi. İnsanoğlu bilgi ve ahlâk bakımından her geçen gün ilerliyordu. Yakın bir gelecekte, insanlığın çözülmemiş hiçbir sorunu kalmayacağı gibi, erdemsizlik de son bulacaktı. Ruso ise tam aksine ‘barbarca’ bir altın çağın meziyetlerinden dem vuruyordu. İnsanlık, putperest bir bilgi şehveti yüzünden, bu altın çağdan aşağıya ‘düşmüştü’.
Altın Çağ, mazide yaşanmış bir ütopyaydı. Bu kavramın, kadîm Çin’den Yunan’a, oradan modern zamanların Avrupası’na kadar uzanan serüvenine ayna tutmak, (“medeniyetler ittifakı” ve benzeri) müstakbel ütopyaları değerlendirmek bakımından büyük değer taşıyor.
Çiftçi Filozofun Irkları
Hesiod, milattan önce 8. yüzyıl sonlarında yaşadı. İki önemli eseri: Teogoni ile İşler ve Günler. Dile getirdiği üç önemli mit: Ardışık madenî çağlar/ırklar; Prometeus, Pandora’nın Kutusu. Hesiod’un madenî çağları, ırk temelinde tanımlansa da, manevî ve ahlakî bir bağlama sahip. Kısaca gözden geçirirsek:
Altın ırk. Tanrılar önce altın ırkı yarattılar. Pratik sanatlar (zenaatlar) hususunda zır cahil bir toplum. Ahlâken dürüst, barışçı ve genelde mutluydular. Zeus öncesinde, Kronus zamanında yaşadılar ve sonunda dünyadan alınıp yerin bir katmanına sokuldular.
Gümüş ırk. Ne beden, ne akıl bakımından önceki ırka benzer. Şerli, savaş ve çatışma müptelası. Zeus onları helâk etti.
Bronz ırk. Zeus’un yarattığı bu ırkın temel marifeti askerî dövüş. Acımasız, katı yürekli, fakat ileri derecede mert! Silahları, evleri, araç-gereçleri bronzdan yapılma. Bronz ırk sonu gelmez savaşlar yüzünden kendi kendini yok etti ve hiçbir isim ve iz bırakmadan Hades’i boyladı.
Kahraman-İnsanlar ırkı. Zeus’un bronzlardan sonra yarattığı bu ırk da savaş sanatında becerikli, muharebelerde cesur. Bronzlardan farklı olarak, ADALET’in farkında ve ona saygılı. Bunlar da sonunda yok oldular; bir kısmı savaşlarda can verdi, bir kısmı da Zeus’un lütfuyla ebediyen ve mutluluk içinde yaşamak üzere Blest adalarına götürüldü.
Demir ırk. Hesiod’un mensup olduğu bu toplum zahmet, acı, adaletsizlik ve acımasızlığa mahkûm. “Keşke ya daha önce gelseydim, ya daha geç doğsaydım!” diyor. Malûm, demir ırktan sonra başa dönüyoruz: Önümüzde yeni bir altın çağ var!
Hesiod’un insanlığa diğer bir mirası, Prometeus miti. Bu efsaneye göre, insanoğlunun özgün durumu büyük bir maddî ihtiyaç, mutsuzluk ve korku hâlidir. Onların bu hâline acıyan Promete, Zeus’un gazabını göze alarak, ateşi çalıp ‘medeniyet’ meşalesini yakar! Prometheus’un kelime anlamı kâhin, önceden sezen. Zeus’un gözünde Promete, insanoğlunu aslî değersizlik ve sefaletinden kurtarmakla, onları tanrılara rakip olmaya heveslendirdi.
Pandora’nın Kutusu ise, bildiğiniz yasak kutu. Açılınca içinden bin bir dert, sıkıntı, sefalet çıkıyor. (Cennet’teki Yasak ağaç ile karşılaştırılabilir! Ondan yiyince, insanoğlu bin bir zahmetle yaşayacağı dünyaya ‘indiriliyor’.)
Çinli Bilgenin Çevrimleri
Ssu-ma Ch’ien veya Sima Qian, milattan 100 yıl kadar önce yaşamış bilge bir vakanüvis. Binlerce yıllık Çin tarihinden çıkardığı temel görüşü şu: Bir toplumsal sistemin (hanedan, devlet, vb.) yükselişine yol açan amiller, düşüşünü de hazırlar. Tarih, düzene dair kural ve tanzimlerin yorumudur. Ana tanzim modeli, hanedanların yükseliş ve düşüşüdür. Her devlet bir erdemle yükselir; aynı erdemin içinin boşalmasıyla da çöker. Tuhaf ama, devletin yükselişini hazırlayan erdem, zamanla çöküşü tetikleyen bir hataya dönüşür. Samimiyet kıroluğa, takva hurafeye, incelik kofluğa! Her hanedan muazzam marifet ve erdem sahibi bilge bir hükümdarla başlar, berbat ve yoz bir monarkla son bulur.
Çinli tarihçiye göre, tarih çevrimsel var olsa da ‘mukadder’ değildir. Kesintisiz bir gelişme sürecidir ve geçmişin aynı statik altın çağına geri dönüş mümkün değildir. İhya her zaman mümkündür. Küçük çaplı değişimler 30 yılda bir, orta çaplı değişimler 100 yılda bir, büyük değişimlerse 300 yılda bir gerçekleşir. Çevrimler, çok uzun-vadeli bir yönelişteki kısa fasılalardır.
İlerlemeci Azizin Şehirleri
Saint Augustine, Hıristiyan dünyanın Gazali’si. Aynı zamanda İbn Rüşd’ü. Milattan sonra 4. yüzyılın sonlarında yaşadı (354-420). Görüşlerini özetlersek: Zamanın bir başı, bir sonu vardır. Tarih bunların arasında yer alır. Baş ve Son, aklın semantik inşâları değil, ‘gerçek’tir. Başta, aldatılmamış iki insan yaratıldı ve Cennete konuldular. Orada değişim, geçmiş ve gelecek yoktu. Şeytanın ayartmasıyla ebediliği yitirip varoluşa, değişim ve ölüme (Zaman’a) hüküm giydiler!
Azizimiz ilerlemecidir. Tarih, doğrusal akıştır. Tarihin çevrimsel görüntüsü, sınırlanmış varoluşumuzun yarattığı görüntüdür sadece. Hakiki tarih, tüm varoluşu aşan ebediyettedir. Bu ‘hakiki’ tarihe nispetle varoluşsal olay veya çevrimler gür bir nehrin yüzeyindeki dalgalardır. Bunlar çok daha büyük bir plandan sapmalardır sadece. Baş ile Son arasında Zaman, insanoğluna tövbe imkânı vermek için, bir lütuf olarak bahşedilmiştir. Tövbeyi mümkün kılan, Tanrının bir defalık zuhurudur (İsa Mesih suretinde). İnsanoğlunun günahına kefaret için cezayı üstlenir. Böyle bir olay daha önce hiç olmamış, bir daha da hiç olmayacaktır.
Zamana mahkûm günahkâr insana iki şey verilmiştir: Şehvet ve hür irade. Bu ikincisi bir yanılsamadır; çünkü insan kendi başına ancak hatayı irâde edebilir. İnsanın tarihi bu hatadan kurtulma, Hakikate erme mücadelesidir. Beşerî şehirden, İlahî şehre. Fakat insanın kendi başına çabası onu İlahî Şehir’e ulaştırmaz. Bu çaba Tanrı aşkı ile taçlanmalıdır. Romalıların erdemleri muhteşem muzırlıklardı; çünkü Tanrı sevgisinden yoksundular.
Geçmiş ve gelecek yoktur; bunlar hâldeki inşâlarımızdır. Üç zaman vardır: Geçmiş şeylerin şimdiki zamanı, şimdiki şeylerin şimdiki zamanı, gelecek şeylerin şimdiki zamanı. Saint Augustine’in altı aşamalı tarihsel evrim şeması şöyledir:
Infantia. Hz. Adem’den Nuh’a kadar. Bu çocukluk evresinde insanoğlunun ana meşgalesi, temel ihtiyaç maddelerinin teminidir.
Puecitia. Hz. Nuh’tan İbrahim’e kadar süren gençlik dönemi. Dillerin gelişimi, ayırdedilebilir toplumların ortaya çıkışı.
Adolescentia. Hz. İbrahim’den Davud’a. İnsanlık Hz. İbrahim’le gençlik dönemini aşıp yetişkinlik evresine girer.
Juventus. Hz. Davud’dan Babil esaretine.
Senoris aetas. Esaretten Hz. İsa’ya.
Senectus. İsa’dan itibaren.
Son iki çağı ise, ağzından bal damlarcasına anlatıyor: “Yedinci çağ bizim Sabbat’ımız olacak. Bir akşamla değil, Efendimizin günüyle sona erecek. Mesih’in dönüşüyle de 8. çağ, ebedî hayat çağı başlayacak.”
Arap Tarihçinin Bedevileri
İbn Haldun (1332-1406), modern sosyolojinin ilham perisi. Tarih yazımı dışında yeni bir ilim geliştirdiğinin farkındadır. Umran ilminin amacı insanları taklitten kurtarıp, daha önce olmuş bitmiş olanla, daha sonra olacak olanın anlaşılması konusunda bir bakış açısı kazandırmaktır. Yazılan tarih, olup bitenin yerine geçen ikinci bir gerçeklik alanı oluşturur. Bu gerçeklik ya mevcudu meşrulaştırır, ya reddeder.
Mukaddime yazarına göre, Varlık alemi iki kısımdır. Unsurlar alemi (fizik/metafizik); havadis alemi (umran/sosyal bilim). İnsan fizik varlığı ve bireyliği itibariyle birinci aleme aitken; ikinci alem insana aittir. Ancak, havadis alemi insanların tek tek iradeleriyle planlayarak oluşturdukları bir alem değildir. Toplum içinde mevcut olan insanla beraber zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır. Umran ilmi, havadis aleminin gerisinde bulunan ilkeleri araştırır.
Umranın gerçekleşmesi için iki şart: Uygun doğal çevre (coğrafya, tarihin mukaddimesidir); insanî şart: Peygamberler ve tebliğleri. Toplumlar iki kategoride var olur: Bedavet (göçebelik), hadaret (yerleşiklik). Göçebe vermeden alır. Fizikî-coğrafî şartların önüne koyduğu ile yetinmek, bunlar tükenince kendine başka yer aramak zorundadır. Hayat tarzı ‘biriktirmeye’ elverişli değildir. Göçebe, ayakta kalabilmek için dayanışmak zorundadır (asabiye). Asabiye ise hakimiyet doğurur. Güçlenen asabiye, daha fazla güç ve hakimiyet talep eder. Böylece Mülk ve onun kemal evresi olan Devlet oluşur. Mülke ulaşamayan asabiye, zaman içinde yok olur.
Asabiye mülkün gerekli şartıdır, yeterli şartı değildir. Yeterli şart hılâldir: Ahlâk erdemi. Sadece hükümdarın erdemli olması yetmez. Belirleyici faktör, topyekûn asabiye mensuplarının ahlâkî durumudur. İnsan, tabiatının hayvanî kısmıyla daha çok başkalarına karşı varlığını sürdürme çabası içindeyken, insanî tarafıyla da başkalarıyla beraber yaşama gayreti içindedir. Şehevî tarafıyla şerre, nâtık tarafıyla hayra daha yakındır. İnsanda hayra meyil bulunmasaydı mülk ve siyaset oluşmazdı.
İtalyan Anti-modern İlerlemeci!
Giambatista Vico (1668-1744), tıpkı İbn Haldun gibi, yeni bir tarih anlayışı geliştirdiğini söyler. Yeni Bilim yazarına göre, insan sadece yarattığı şeyi bilebilir. İnsan düşüncesinin, gerçekliği yaratıp biçimlendirebileceği tek alan tarihtir. Tarihi insan yapar, dolayısıyla onun doğru bilgisine erişebilir. Tarih, bir bilim oluşturabilecek tek alandır. Tabiatı Tanrı yarattığı için, insanoğlu tabiatın gerçek bilgisine ulaşamaz.
Yeni Bilim’de tarih çağları:
Tanrılar Çağı. İlk kurum, din. Vahşilikten ilk topluma geçiş evlilikle oldu. Aile ilk toplumsal birim. Aile bir süre sonra kendine sığınanları (famuli) içermek zorunda kaldı. Yönetim teokratik, bilgi duyusaldı. Zihnin rasyonel işleyişi henüz gelişmemişti. Bu çağ Tufandan sonra 900 yıl kadar sürdü.
Kahramanlar Çağı. Sosyal birim olarak ailenin yerini, babaların otoritesi altındaki ailelerden oluşan aristokrasi aldı. Siyasi birim: Şehir. “Babalar birleşip, famulinin direncini kırmak zorunda kaldılar. Sığıntılar son kertede belirli ‘sus payları’ ile ikna edilirler. Şehirlilik bunu gerektirir.
İnsanlar Çağı. Şehirlerdeki sığıntılarınbirleşmesiyle oluşan yığın: Plebler. Sosyal yapı soylular ile pleblerden müteşekkil. Siyasî birim: Ulus. Bilgi türü: Rasyonel. Tanrılar din diliyle konuşurdu; kahramanlar şiir, insanlar nesir!
İtalyan bilgine göre, her insan teki kendi özel çıkarı peşinde vahşi hayvanlar gibi koşarken, İçkin Uluhiyet bu arayıştan insan toplumunu oluşturan medenî kurumları çıkarır. Vahşet, açgözlülük ve hırs: Toplum, insanoğlunu saptıran bu üç kötülük sayesinde savunma, ticaret ve siyaseti geliştirerek devletlerin kudret, servet ve bilgisine kaynaklık eder. İnsanı yeryüzünde muhakkak yıkıma uğratacak bu üç şerden medenî saadetin doğmasını sağlar.
Adam Smith, sanki Vico’nun bıraktığı yerden söze başlıyor gibidir. Onun ‘içkin’ tanrısı, Smith’in Görünmeyen El’i olur. Hegel’de Geist, Marks’ta maddenin diyalektik devinimi suretinde tecelli eden akış da farklı bir şey değildir. Comte’tan Sorokin’e, Hegel’den Toynbee’ye uzanan 19 ve 20. yüzyıl tarih felsefecilerinin görüşlerini gelecek ay irdeleyeceğiz.
Altın Çağ Geride Olamaz!
19. yüzyıl Avrupa aydını, toplumunun başarı ve üstünlüğünden öylesine emindir ki, geride bir altın çağ olmasını akla uygun bulmaz. Kadîm düşünürler, çizgisel düşündükleri zaman bile, çevrimleri dışlamıyorlardı. İlerleme de, bozulma da mümkündü. Hesiod’un tasavvurunda, peş peşe gelen ırkların niteliğinde giderek bir bozulma var. Ancak, bozulma ilerlemeyi de içeriyor. Mesela bronz ırk, gümüşten daha iyi. Kahramanlar ise bronzlardan ileri. Demir çağla yeni bir talihsizlik dönemi başlıyor. Demir ırk da tümüyle kötü değil; çalışma sayesinde madden ve mânen zenginleşebilir. İnsanlığın kaderi bozulma içinde ilerleme; kendi kaderine sahip çıkma; tanrıların yarım bıraktığını tamamlama; onların tahtına göz dikme; sırları fazla kurcalayıp belasını bulma; fakat gene de yürümekten geri durmama üzerine kurulu.
Saint Augustine’in tarih tezi ise şu üç ilke etrafında örgütleniyordu: Zorunluluk, çatışma, baş ve son. Zorunluluk, Altın Çağ’a doğru kesintisiz akış. “Tanrının fikrini değiştirmesi bile ezelde koyduğu tasarımı değiştirmez!” Çatışma, Beşerî Şehir ile İlahî Şehir arasındaki ebedî mücadele. Baş ve Son, Yıkım ve Kurtuluş. “Yeni dünyanın ortaya çıkması için, eskinin ortadan kaldırılması gerek. Yeni dünyaya barış egemen olacak, kimse kimseye muhalefet etmeyecek, kimse sahip olduğundan fazlasını arzu etmeyecektir.” (Lütfen dikkat edelim; konuşan Aziz Marks değil, Aziz Augustine’dir!)
İbn Haldun’un yıkım ve kurtuluş tahlili çok daha dünyevîdir. Sistemin gücü ve sınırı, onu kuran asabiyenin gücü ile orantılıdır. Devlet, asabiyenin ulaştığı gücün ötesine geçemez. Mülk, tabiatının gerektirdiği şeyleri gerçekleştirdiği zaman olgunluk çağına ulaşmış ve yavaşça yaşlanmaya başlamış demektir. Çünkü imkânlar gerçekleştikten sonra unsurlar varlık sebeplerini yitirirler. Varlığın sağladığı nimetlerden yararlanma varoluşun amacı haline gelince, varlığı sağlayan sebepler aslî amaç ve anlamlarını yitirirler. Sonun başlangıcıdır bu. Çöküşten önce geçici bir ihtişam devresi yaşanır. Devlet gücü; seçkinler yenilikçi, hakkaniyetli ve birlik oldukları müddetçe devam eder. Allah inancı, inanan toplumda birlik sağlar; fakat Allah ilke olarak tarihe müdahale etmez!
Vico’nun tarih tasavvurunda da başlangıç ‘geri’, bugün ‘ileri’, yarın ise ‘daha ileri’ değildir. Toplumun nasıl kurulduğunu, ilk sosyalleşmenin nasıl gerçekleştiğini kavramak için, ilk insanların zihin süreçlerini keşfetmemiz gerekir. İnsanlığın kurucuları şairlerdir. Şair soyut/rasyonel kavramlarla değil, şiirsel, imaginatif küllî/evrensel terimlerle düşünür. Poetik zaman, en yaratıcı tarihsel evreydi!
Batılı insanla “medeniyetler ittifakı”nı konuşabilmemiz için ilk şart, ilerlemeci tarih anlayışını terk etmeleridir. Fakat Hegel’den Marks’a, Darwin’den Spencer’a kadar 19. yüzyıl düşünürlerinin fikirleri zihinlerden kazınmadıkça bu mümkün değildir. Ne 20. yüzyılın iki korkunç savaşı, ne o toz duman içinde yazan tarih felsefecilerinin feryadı Batılıları uyandırabildi. Batıcılar ise tam klinik vaka. Şu satırları yazdığım günlerde bile, birkaç yüz Türk bilim adamı Darwin kuramının okullarda yeterince okutulmayışını protesto ediyorlardı. Onların Batı medeniyeti ile ittifaka ihtiyaçları yok. Peşinen teslim olmuşlardır. Hem de 20. yüzyılı anlamadan!
Paylaş
Tavsiye Et