KÜRESELLEŞME, iktisadî, siyasî ve toplumsal yönleriyle sosyal bilimlerin en revaçta konularından biri olmaya devam ediyor. Ülkelerin küreselleşen dünyanın neresinde durduklarını derecelendirebilmek çok kolay olmasa da, iktisat literatüründe küreselleşme, ülkelerin ticarî ve finansal açıdan dünya ekonomilerine entegrasyonları olarak tanımlanıyor. Bu tanımlamayı takip eden sorular ise dünya ticaretine entegre olmak için yapılan serbestleşmenin ülkelere getireceği kazanç ve maliyetlerle ilgili. Küreselleşme karşıtı görüş, gelişmekte olan ülkelerin, liberal görüşün iddia ettiği gibi, bu süreçten kârlı çıkmadıklarını öne sürüyor. Klasik iktisadî fikirleri dillendiren küreselleşme yanlısı liberal görüş ise, ticarî ve finansal küreselleşmeye dahil olan ülkelerin süreçten er ya da geç kazançlı çıkacaklarını savunuyor. Küreselleşme tartışmalarına dışarıdan bakmaya çalışan kişilerin konuya daha temkinli yaklaştıklarını, ticarî ve finansal küreselleşmeyi birbirinden ayırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Bu görüş ticarî entegrasyona daha olumlu bakarken, finansal serbestleşme sonunda tekrar eden krizlerin olumsuz sonuçlarını da göz önüne alarak, bu alandaki küreselleşmeye mesafeli duruyor.
Birçok ülke için küreselleşmenin birkaç on yılı aşan bir süreç olduğu düşünülürse, birbiriyle çelişen bu görüşler ülke tecrübeleriyle test edilebilir. Bu amaçla küreselleşmenin sonuçlarını inceleyen birçok çalışmada genel bir mutabakata varıldığı söylenemez. Küreselleşme yanlıları kendi görüşlerini güçlendirebilmek için Çin, Hindistan, Singapur gibi son yıllarda hızla kalkınan ülkeleri, küreselleşen ülkelerin diğerlerine göre çok daha hızlı büyüdüklerini göstermek için örnek olarak kullanıyor. Karşı görüş ise Arjantin, Rusya gibi dünya ekonomisine entegre olmaya çalışırken tökezleyen ülkeleri göstererek, küreselleşmenin iddia edildiği gibi kalkınmayı hızlandırmadığını savunuyor.
Küreselleşmeden Kimler Nasipleniyor?
Bir diğer önemli boyut da, süreç sonunda ortaya çıktığı iddia edilen kazancın paylaşımıyla ilgili. Küreselleşen ülkelerin daha hızlı büyüdüklerini düşünecek olsak bile, bundan kimlerin daha çok nasiplendiği sorusu en az küreselleşme ve kalkınma kadar önemli. Süreçten zengin ülkeler daha çok faydalanıyorsa ve/veya bunun kazancı ülke içerisindeki belli gruplar tarafından paylaşılıyorsa, küreselleşmenin daha dikkatli bir şekilde mercek altına alınması gerekir.
3-4 yıl öncesine kadar var olan konsensüs gerek ülke içi, gerekse ülkeler arası gelir dağılımının küreselleşme ile daha da bozulduğu yönündeydi. Bu görüşe karşı çıkan birçok çalışma, savunma psikolojisiyle verilen tepkilerden öteye geçmiyordu. Bu sebeple “küreselleşme ile gelir dağılımı bozuluyor” tarzındaki yargılar rahatlıkla dile getirilebiliyordu. Oysa bugünlerde bu tarz yargılar serdedildiğinde tepkiyle karşılaşma olasılığı artıyor. Bu değişimin sebebi küreselleşme yanlılarının ortaya koydukları çalışmalarda gizli. Bunlardan, Columbia Üniversitesi iktisat profesörü Sala-i-Martin’in 2001 yazında internet sayfasına koyduğu çalışma, liberallerin karşı ataklarında önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor.
Liberaller Karşı Atakta
Sala-i-Martin, birçok ülkede yapılan Dünya Bankası anketlerinden yararlanarak, dünya gelir dağılımındaki eşitsizliğin küreselleşme ile birlikte, genel kabulün aksine, azaldığını gösterdi. Her ne kadar ülke içi gelir dağılımı birçok ülkede bozulsa da, küreselleşme sonunda gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelere göre daha yüksek büyüme rakamlarına ulaştıklarından, fakirlerin dünya gelirinden aldıkları pay zenginlerinkine yaklaştı. Bu sonucun tanınmış bir iktisatçı tarafından, güçlü tekniklerle dile getirilmesi konuya olan ilgiyi tekrar canlandırdı. Martin’in çalışması Economist, NBER Digest gibi çokça okunan dergilerde yer aldı. Başka bir koldan, Dollar ve Kraay da benzer sonuçlara ulaşan çalışmalarını ABD’nin tanınmış dergisi Foreign Affairs’in Ocak/Şubat 2002 sayısına taşıdılar. Yine aynı dönemde Hint asıllı Bhalla Surjit Washington’daki önemli think-tank’lerden Uluslararası İktisat Enstitüsü’ndeki (Institute of International Economics) çalışmasıyla, küreselleşmenin dünya gelir dağılımını bozmadığını gösterdi. Surjit geçen yıl bulgularını Dünya Bankası’nda verdiği bir konferansla paylaşırken, Banka’nın ekonomistlerinden Dollar da Sydney’de G-20 toplantısı için benzer içerikli bir yazı kaleme aldı ve bu yazı sonradan Council on Foreign Relations’ın küreselleşme başlıklı bir kitabında yayımlandı. Akademik çevrelerde, Dünya Bankası gibi kurumlarda ve Economist gibi çokça okunan bir yazılı basın organında bu görüşün yayılma hızı düşünüldüğünde, küreselleşme ve gelir dağılımı konusundaki olumsuz yargıların üç yıl öncesine nazaran kolayca serdedilemeyeceği söylenebilir.
Karşı görüşün ise bu çalışmalara güçlü bir alternatif getiremediği görülüyor. Yine aynı günlerde benzer teknikleri ve anket verilerini kullanan Dünya Bankası ekonomistlerinden Branko Milanoviç, küreselleşmenin dünya gelir dağılımını bozduğunu öne sürdü. ODTÜ’nün Uluslararası İktisat Kongresine de çağrılan Milanoviç’in çalışması, 1988 ve 1993 yıllarını kapsadığı için yukarıdaki görüşleri çürütebilecek kadar güçlü kabul edilmiyor. Diğerleri ise bu çalışma kadar da güçlü değil ve var olanları tekrardan öteye gitmiyor.
Washington Konsensüsü ile Çelişen Bulgular
Bununla birlikte küreselleşmeye olumlu bakan çalışmalar da aslında kendileriyle çelişiyor. İddia edildiği gibi küreselleşme sonunda dünya gelir dağılımı düzelmiş olsa bile bu, büyük ölçüde nüfusça kalabalık Doğu Asya ülkelerinden ve özellikle Çin, Hindistan gibi ülkelerdeki yoksulların gelirlerini artırmalarından kaynaklanıyor. Mesela Çin dışındaki ülkelerde, dünya gelir dağılımı hiç de iyiye gitmiyor. Washington Mutabakatı’na göre Çin ve Hindistan küreselleşmenin başarı modeli olabilecek ülkeler sınıfına da girmiyor. Çünkü bu ülkeler, son yirmi yılda ticarî olarak dünyaya entegre olsalar da, finansal liberalizasyona gitmediler; Washington Mutabakatı’yla birçok yönden çelişen kendi gelişme stratejilerini benimsediler.
Daha önemli bir nokta ise; küreselleşme ile dünya gelir dağılımı iyileşse bile bu, gelir dağılımındaki eşitsizlikten kaynaklanan sosyal gerilimi azaltmıyor. Öncelikle, bütün bu çalışmaların en iyimserleri dahi, ülke içi gelir dağılımının küreselleşmeyle kötüleştiğini kabul ediyor. Bu da gelir dağılımındaki eşitsizliklerden doğan sosyal istikrarsızlığın artarak devam edebileceği anlamına geliyor. Global düzeydeki eşitsizliğin azalması ise sosyal gerilimi hafifletmiyor. Çünkü Çin’de gelir seviyesi günde 1 doların altında olan bir fakir, kendisini daha önce köyündeki en zengin kişiyle karşılaştırmaktayken; şu an gelir seviyesi 1 doların ve fakirlik sınırının üstüne çıkmış olmasına rağmen, kendisini Amerikan filmleriyle tanıştığı küresel komşusuyla kıyaslıyor. Bu durum Türkiye ve diğer ülkeler için de farklı değil.
Bu gelişmeler uzun vadede sorunsuz atlatılamayabilir; küreselleşme “büyük dönüşümü” hızlandırırken, bu dönüşümden şu an için faydalananlar bile ona yön vermekten aciz kalabilir. Kissinger’ın Doğu Asya Krizi sonrasındaki yorumları, Soros’un kendisinin de mimarı olduğu uluslararası finans sistemi hakkındaki olumsuz yorumları ve açık toplum girişimi bu perspektiften değerlendirilmelidir.
Paylaş
Tavsiye Et