Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Dünya Ekonomi > Avrupa Birliği genişledi; Euro bölgesi değil
Dünya Ekonomi
Avrupa Birliği genişledi; Euro bölgesi değil
Tayanç Ahmet Gündüz
1 MAYIS 2004 itibarıyla Avrupa Birliği 25 üyeli bir topluluk haline geldi. AB nüfusu, tarihindeki bu en büyük genişleme ile 75 milyon arttı. Şüphesiz bu ölçüde bir genişlemenin ekonomik sonuçları da büyük olacak. Topluluğa yeni dahil olan ülkelerin sekizi Orta ve Doğu Avrupa ülkesi. Bu ülkeler ‘piyasa ekonomisi’ kavramına yeni yeni alışıyor ve ekonomik kapasiteleri AB ortalamasının altında. On yeni ülkenin toplam üretim düzeyi ise AB’nin toplam GSYİH’sinin sadece %5’ine karşılık geliyor.
 
 Euro Beş Yaşında
Avrupa Birliği genişleyedursun, dünyanın değişik yerlerinde çeşitli etkinliklerle kutlanan bir diğer önemli konu var: Euro beş yaşında.
Nisan ve Mayıs aylarında Harvard Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir dizi etkinliğin ana başlığı da bu idi; “Euro’nun Beş Yılı”. Bu etkinliklerde Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı Jean-Claude Trichet başta olmak üzere, Federal Reserve, AB Komisyonu ve birçok finans kuruluşundan yetkililer ve akademisyenler euronun beş yıllık performansına ilişkin görüşlerini aktarma imkanı buldular.
Gerek yetkili makamlardaki kişilerin, gerekse akademisyenlerin euronun performansına ilişkin yorumları çok önemli bir başarı sağlandığı yönünde; ancak İngiliz akademisyen Christopher Allsopp’un özellikle Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB) üyesi olmak için uyulması gereken mali kurallara (İngilizlerin genel itirazlarına paralel biçimde) itirazları vardı. AB’nin Euro Bölgesi ekonomisinden sorumlu komisyonunun yöneticisi Servaas Deroose ise, İngilizlerin tipik tavrının Avrupa ülkelerinin bir araya gelerek bir şeyi başaramayacakları yönündeki inançları olduğunu, ancak bu sefer haksız çıktıklarını ifade etti. Avrupalılar euro üzerindeki görüş ayrılıklarını da ABD’ye taşıdılar.
 
Başarılar
AMB, yeni para birimi euronun ve ortak para politikasının sorumluluğunu 1 Ocak 1999 itibarıyla yüklendi. En önemli hedef, euronun istikrarını ve Avrupa halklarının ortak para politikasına güven duymasını sağlamaktı.
Beş yıl sonunda gelinen noktada en önemli başarılardan biri, hedeflendiği üzere Euro Bölgesi’ndeki enflasyonun yıllık ortalama %2 düzeyinde kalması. Gerçi bunda Almanya ve Avusturya’daki deflasyonist baskı yanında, Avrupa genelindeki durgunluğun da payı var; ancak bu oran AMB’nin kredibilitesine olan güvenin bir göstergesi ve gelecek için elini güçlendiren bir etken. Zira bir geçmişi olmaması AMB’nin politikaları konusunda şüphelere de neden oluyordu. Uzun vadeli faiz oranlarının da enflasyona paralel olarak düşük seyretmesi aslında ekonomik gelişme için elverişli bir ortam doğursa da, başka bazı nedenlerden dolayı bu alanda yeterli başarı sağlanamadı.
Çok dikkat edilmeyen ikinci bir başarı, euronun fiziksel olarak da hayata geçmesi. 1 Ocak 2002’den beri 300 milyondan fazla Avrupalı, ekonomik faaliyetleri için cüzdanlarında euro taşıyor. Dolaşımda olan 15 milyar adet banknot ve 50 milyar adet madenî paranın lojistik olarak yönetilmesi de az bir başarı değil. Euronun ulusal paraları ikamesi sürecinde ilk yıla mahsus olmak üzere yüzde 0,3-0,4’lük ilave bir enflasyon da doğdu; ancak bu süreçte birçok sorun yaşanacağını öngörenler yanıldılar. Kamuoyunun algıladığı enflasyon düzeyi özellikle ilk başlarda, hizmet sektöründeki fiyat yuvarlamalarının daha bariz olması nedeniyle gerçek enflasyon düzeyinin hayli üzerine çıktı; ancak bu algılama da zamanla düzeldi.
Bu beş yıllık zaman diliminde euronun iç değeri, yani satınalma gücü istikrarlı olsa da, diğer paralara karşı değerindeki hareketlilik tartışma konusu oldu. 1999-2001 yılları arasındaki uzun süreli değer kaybına karşın, euro 2003’te ve 2004’ün başında özellikle dolara karşı hızla değer kazandı. Fakat, Euro Bölgesi ekonomisi de, dış ticaretin büyük ölçüde Avrupa ülkeleri arasında gerçekleşmesi dolayısıyla, nispeten kapalı bir yapıya sahip ve kur değişiminden bu nedenle çok etkilenmiyor. Dahası, üçüncü ülke paralarına karşı kur değişiminin makroekonomik etkileri, artık Euro Bölgesindeki finansal ilişkilerdeki değişikliklerle (tek paranın sağladığı finansal istikrar sayesinde) daha az ilintili olması nedeniyle daha düşük düzeyde oluyor.
 
Tam Başarılamayanlar
Euronun tedavüle girmesinden önceki beklentilerin aksine, kur riskinin ortadan kalkması Avrupa’da finans piyasalarının bütünleşmesini bir anda sağlamadı. Doğal olarak, yatırımcılar daha uygun şartlarla borçlanma imkanı buluyorlar. Üstelik düşük enflasyon ve AMB’nin kredibilitesi yüksek para politikası, enflasyon riski priminin de azalması sonucunu doğurdu; ancak daha alınacak çok yol var. Hukukî düzenlemeler henüz yetersiz ve bankacılık sektörünün konsolidasyonu da tamamlanmış değil. Bu süreçlerin çoğu piyasa tarafından yönlendirilse dahi, AB politika yapıcılarının da finansal entegrasyonun temini için çaba göstermesi gerekiyor.
Beklentilerin tam karşılanamadığı bir diğer alan da euronun uluslararası rolüne ilişkin. Euronun kısa zamanda dolara rakip olması ve uluslararası bir para haline gelmesi bekleniyordu. Bu alanda önemli yol da alındı. Doğu Avrupa, Akdeniz ve Orta Doğu ülkeleri başta olmak üzere 50’yi aşkın ülkede euro, nominal çıpa olarak kullanılıyor. Ancak mal piyasalarında durum henüz bu kadar iyi değil. Ülkelerin resmî rezerv kompozisyonları da çok hızlı bir biçimde değişmiyor.
AMB yetkilileri euronun uluslararası rolüne ilişkin olarak aceleci değiller; bu rolün piyasa tarafından verilmesi durumunda geçerli olacağının bilincinde olarak ne bu rolü teşvik edici, ne de engelleyici davranıyorlar. Euro istikrarlı ve güvenilir bir para olduğu sürece piyasaların da euro kullanımını yaygınlaştıracağını düşünüyorlar.
 
Genişleyelim, Ama Yavaş
Euronun beş yılı genel olarak başarılı sayılabilir; ancak iki önemli konuda da başarı sağlanması gerekiyor: Uzun vadeli büyüme ve AB’nin genişlemesi. Avrupalılar “Genişleyelim, ama acele etmeyelim” diyorlar. Yeni üyeler için, Maastricht Kararları doğrultusunda alınacak çok yol var.
Avrupa Merkez Bankası ekonomik büyüme için yapabileceğini zaten yapmış durumda; faiz oranları 50 yılın en düşük düzeyine geriledi. Fiyat istikrarı konusundaki ısrarı, yatırımcıların birçok risk primini ödemeden borçlanabilmelerine imkan tanıyor. Ancak Avrupalılar giderek daha az çalışıyorlar; ekonomik refahlarını artırmak yerine boş vakitlerinin keyfini sürüyorlar. Yine de Avrupa işgücü piyasası ABD’ye oranla çok daha katı; sendikalar ve sosyal devlet anlayışı daha güçlü ve bu durum devam edeceğe benziyor.
Maastricht Kriterleri dışında, on yeni ülkenin Ekonomik ve Parasal Birlik’e katılmada aceleci olmaması için de birçok neden var. Hepsinden önemlisi, bu ülkelerin çoğu sosyalist bir ekonomik yapının hantallığını üzerlerinden tam olarak atabilmiş değil. İşgücüne katılım ve verimlilik düşük; piyasa ekonomisi için gerekli adımların tümü henüz gerçekleştirilmedi. Bu ülkeler parasal birliğe dahil olmak için 2007 ila 2010 arasında değişen tarih hedefleri koymuş durumdalar; belki de çoğu bu takvime bile uyamayacak. Çek Merkez Bankası Başkanı Ludek Niedermayer de Harvard’daki konuşmasında bu konuya dikkat çekti. Avrupa Komisyonu ile Çek Merkez Bankası’nın aynı ekonomik gösterge için farklı istatistiklere sahip olması, alınacak yolun büyüklüğünü gösteren bir diğer işaret sayılabilir.

Paylaş Tavsiye Et