AVRUPA diplomasi sahnesinde ilk ciddi rolünü oynayan yeni Alman Şansölyesi Angela Merkel’in Aralık ayı ortasındaki AB liderler zirvesinde, kopma noktasına gelen bütçe görüşmelerinin genel bir uzlaşma ile sonuçlanması için yaptığı girişim, ilk bakışta çok ciddi bir başarı olarak algılandı. Bu girişim, gerek sağ gerekse sol eğilimli medyanın desteğiyle Merkel’i bir anda Almanya’nın en popüler siyasetçisi haline getirdi. Bunda şaşılacak pek bir şey yok; zira, beklenenin çok altında bir farkla son genel seçimden galip çıkan ve özellikle Schröder sonrası uluslararası arenada liderlik yükünü taşıyıp taşıyamayacağı tartışılan -siyaseten zayıf- Merkel, Blair ve Chirac gibi kurt politikacıların da katkılarıyla aylardır sürüncemede kalan bütçe tartışmalarına mahir bir biçimde nokta koydu. Aynı zamanda, tüm tarafların etrafında uzlaşacağı bir formül önererek 2007-2013 dönemine dair AB bütçesinin liderlerce benimsenmesini sağladı. Ancak, bu neredeyse dahiyane “diplomatik gala”yı gölgeleyecek biçimde, Avrupa Parlamentosu’ndaki 673 üyeden 541’i istihdam, yatırım, sosyal güvenlik ve terörle mücadele gibi alanlara yeterli kaynak ayrılmadığı gerekçesiyle 862 milyar avro civarındaki bütçe paketine karşı ret oyu kullandı.
Bütçe etrafında şekillenen tartışmaları, AB’yi oluşturan organlar arasında daha geniş bir mücadelenin yansıması olarak da yorumlamak mümkün. Bu mücadele, Birliğin gelecekteki doğrultusu ve önceliklerinin şekillenmesi noktasında daha çok söz sahibi olabilme isteğinden kaynaklanıyor. Bütçe konusunda tekrar alevlenen tartışmalar, bu aşamadan sonra AB Parlamentosu temsilcileri ile AB dönem başkanlığını yürüten Avusturya’nın Şansölyesi Wolfgang Schüssel arasındaki uzlaşma arayışları ile devam edecek. Schüssel, AB bütçesinin finansmanı üzerindeki bitmek bilmeyen tartışmaların, Avrupa çapında uygulanacak AB vergilerinin ihdas edilmesi ve uluslararası finans hareketleri ile havayolu biletleri gibi değişik alanların vergilendirilmesi yoluyla sona erdirilmesini önermişti. Schüssel’in bu çıkışlarının kimi çevrelerce şüpheyle karşılandığını da vurgulamak gerekiyor. Zira bu çevreler Schüssel’in Avrupa Parlamentosu’ndaki sol kanadın desteğini almayı hedeflediğini ileri sürüyorlar.
Avrupa medyasına baktığımızda ise, gerek sağ gerekse sol eğilimli analizler arasında, Avrupa’nın gittikçe ciddileşen sosyo-ekonomik sorunlarına çözüm üretme noktasında 2007-2013 bütçesinin yetersiz kaldığına dair bir görüş birliğinden söz etmek mümkün. Liderler, Avrupa’nın geleceğine dair farklı vizyonlarının çatışmasından dolayı yılan hikâyesine dönen ve AB’nin siyasî birlik imajını zedeleyen bütçe tartışmalarını bir şekilde arkalarında bırakmak üzere uzlaştılar. Ancak medyada, artık hayatî bir sorun olarak orta yerde duran işsizliğe çözüm bulunması, eğitimin modernleştirilmesi ve AR-GE yatırımlarının ABD, Çin ve Hindistan’a karşı rekabet gücünü koruyacak şekilde arttırılması gibi hedefleri gerçekleştirme noktasında bütçenin yeterli kaynaklar içermediği genel kabul görüyor.
Tabii Avrupa Parlamentosu için bütçenin, Komisyon ve Konsey’e karşı siyasî etkinliğini tamamen yitirmemek için sarıldığı önemli bir araç olduğunu da akılda tutmak gerekiyor. AB’nin karar alma süreçlerine bakıldığında, Parlamento’nun ortaya çıkan bütçe taslağı üzerinde ancak bazı kozmetik düzeltmelerin yapılmasını sağlayabileceği ve liderlerin etrafında uzlaştığı paketin kısmî değişikliklerle kesinleşeceği açıktır. Ancak, burada asıl dikkat çekilmesi gereken husus başkadır: Küresel baskıların etkisi altında klasik refah devletlerinden, neo-liberal çerçevede sosyal güvenlik içeriği daraltılmış piyasa-koruyucu rejimlere dönüşmeye zorlanan Avrupa ülkeleri, farklı sosyal kesimleri temsil eden parlamenterler aracılığı ile bu değişimin hızı, kapsamı ve şiddetine dair itirazlarını seslendiriyorlar.
Bu bağlamda, bütçe paketi detaylı bir şekilde incelendiğinde çetrefilli ve tartışmalı konu başlıklarının genelde ertelendiği ya da kısa vadeli uzlaşılarla geçiştirildiği görülüyor. Örneğin, AB bütçesinin yaklaşık üçte birini alıp götüren ve gittikçe genişleyen tarım desteklerinin yeniden belirleneceği Bütçe Reformu 2014’e kadar erteleniyor. 25 üye ülkenin etrafında birleştiği ortak bir ekonomik ya da sosyal stratejiden bahsetmek mümkün değil. Bunlara AB’nin genişlemesi, ortak savunma ve dış politika belirlenmesi ile AB Anayasası etrafındaki tartışmalar ve başarısız girişimler de eklendiğinde, Birliğin oldukça sıkıntılı bir geçiş döneminin tam ortasında bulunduğunu söylemek hiç de zor değil.
Belçika Başbakanı Verhofstad, özellikle 25 üyeyi kapsayan genişleme dalgasının ardından iyice belirginleşen yönetişim sorununu hafifletmek için, AB’nin başat ülkelerini kapsayacak dar kapsamlı bir çekirdek (core) önerisinde bulundu. Verhofstad’ın durumun vahametinin farkında olduğuna işaret etmesi bakımdan bu teklif oldukça anlamlı. AB’nin gittikçe genişleyen yapısı içinde lokomotif işlevi görecek böyle bir çekirdeğin sosyal güvenlik, vergilendirme, dış politika ve savunma gibi kritik alanlarda uzlaşma temelleri hazırlayıp diğer ülkeleri bunların etrafında birleşmeye zorlayabileceği tartışılıyor. Ancak, bu çekirdeğin içinde dahi farklı Avrupa vizyonlarının çatışmayacağının teminatı yok. Anglo-Sakson ve İskandinav modelleri ile Franco-Germen sosyal piyasa modelinin uzlaşıp yoğun ABD etkisi altındaki Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri ile ahenkli bir bütünlük oluşturabilmesi, tahmin edilebileceği üzere kolay değil. Avro bölgesinde yer alan 12 merkezî Avrupa ülkesinin sosyo-ekonomik alanda belirleyici bir rol üstlenmesi fikri de, özellikle İngiltere ve Birliğe yeni katılan ülkelerden ciddi direnişle karşılaşmaya namzet. Bütün bu tartışmalar ve son bir yıl içindeki olumsuz gelişmeler göz önüne alındığında, 2006 ve 2007’de AB’nin gelecek yörüngesinin belirlenmesi noktasında kritik kararların alınacağı söylenebilir.
Paylaş
Tavsiye Et