İKİNCİ Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren uluslararası rezerv para olarak egemenliğini sürdüren doların tahtı, 2000’li yılların başında avronun dünya piyasalarına sürülmesiyle sarsıldı. Ancak, fiilen kullanıldığı son 3,5 yıl boyunca avronun ortak para birimi olarak geçerliliği ve Avrupa Para Birliği sisteminin sürdürülebilirliği sürekli tartışıldı. Son olarak, Mayıs ve Haziran aylarında avronun dolar karşısında hızla gerilemesi, başta rezerv portföylerini büyük ölçüde bu iki para birimi cinsinden tutan merkez bankaları olmak üzere, döviz piyasalarında avroya dair güvensizliğin artmasına sebep oldu. Avronun değerinde Mayıs ayında başlayan düşüş, Fransa ve Hollanda’dan gelen referandum sonuçları sonrasında, Atlantik’in diğer yakasındaki ekonomik koşullarda fazla bir değişiklik olmamasına rağmen devam etti. Ancak sorunu daha da önemli kılan, düşüşün dalgalı bir seyir göstermesiydi. Bu durumun en önemli sebebinin AB içerisindeki siyasî belirsizlik olduğu söylenebilir.
Birleşik Devletler cephesinde geçtiğimiz aylar içerisinde mevcut 2005 öngörülerini sarsacak gelişmeler kaydedilmedi. İlk çeyrekteki rakamlar yıllık bazda ayarlandığında, yıl başında yavaşlamaya başlayan büyümenin %3,5 civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Enerji ve yiyecek fiyatları hesaba katıldığında yıllık tüketici fiyatları enflasyonu, Mart ayı itibariyle %3,1; Nisan itibariyle ise %3,5 oldu. Diğer taraftan çifte açıklar ve düşük tasarruf oranları sorun olmaya devam ediyor.
Öte yandan, Avro Bölgesi’nde de geçtiğimiz ay içerisinde ekonomik olarak önemli bir gelişme yaşanmadı. Avrupa Merkez Bankası (AMB) Haziran Ayı Raporu’na göre, 2005 yılında bölge ekonomisinin %1,1-%1,7 aralığında büyümesi bekleniyor. AMB’nin halen %2 olan kısa vadeli faiz oranlarında değişiklik yapması da beklenmiyor. Aynı şekilde, 2005 yılı için %1,8-%2,5 civarında tahmin edilen harmonize edilmiş tüketici fiyatları endeksindeki (HICP) yıllık enflasyon, Mayıs itibariyle biraz gerileyerek %2 oranında gerçekleşti. Yılın ilk çeyreğinde ihracat %1,1 artarken, ithalatta %0,2’lik bir gerileme yaşandı. Finans alanında ise, bölge dışına sermaye çıkışında 2004 yılında başlayan gerilemenin özellikle portföy yatırımlarındaki artışla hızlandığı görülüyor. Genel olarak bölgenin büyük ekonomilerindeki durgunluk ve işsizlik problemleri ile yapısal reform ihtiyacı aynı şekilde devam ediyor.
Gerek ABD’ye, gerekse Avrupa Birliği’ne ilişkin bilinen bu gerçeklere rağmen, sene başında 1,35 USD olan dolar-avro paritesi Mayıs ayında başlayan düşüşünü Haziran’da da sürdürerek 1,20 USD’ye kadar geriledi. Avronun aşırı değerlenmiş olduğu ve zaman içerisinde gerçek değerini bulacağı zaten biliniyordu. Amerika’nın Irak’ta girdiği belirsizlik ortamı ile gerek bütçesinde, gerekse dış ticaretinde verdiği açıklar, bu sürecin bir anda gerçekleşmesini engelliyordu. Lakin Mayıs’ın ortalarından itibaren AB cephesinden gelen siyasî haberler, uluslararası döviz piyasası aktörlerinin avroyu satış sürecini tetikledi. Fransa ve Hollanda referandumlarıyla ortaya çıkan çatlak ve çelişkili sesler neticesinde, dolar avro karşısında, ABD’deki ekonomik gelişmelere pek de bağlı olmayan bir değerlenme sürecine girdi.
Avronun yaşadığı bu sorunun esas itibariyle siyasî olduğu aşikâr. Birlik, tarihinin en önemli siyasî krizlerinden birini yaşıyor. Bir yanda, Atlantik ötesine yakın durmayı tercih eden İngiltere, Hollanda, İspanya ve İtalya, diğer yanda ise Fransa ve Almanya’nın başını çektiği grup var. Birliğin ekonomi politikaları söz konusu olduğunda İngiltere, bütçe fonlarının daha ziyade AR-GE çalışmalarına ayrılmasını ve ekonomilerin liberalizasyonunu savunuyor; Fransa ise korumacı politikalarını artırarak devam ettirmek istiyor. Almanya ve İtalya’nın durumu ise daha ilginç. Almanya büyüme oranı çok düşük ekonomisi içerisinde %10’a ulaşan işsizlik ve sosyal güvenlik sorunları ile boğuşuyor. Yapılan anketler Hıristiyan Demokratlar’ın büyük bir ihtimalle iktidarı ele alacağını gösteriyor. Bu durum Schröder’in Birlik içerisindeki etkinliğini de azaltıyor. Avrupa’nın hasta adamı olarak gösterilen İtalya’nın ekonomisi küçülme eğiliminde. Hatta ülke içerisinde avro sisteminden çıkıp lirete dönmeyi önerenler dahi var.
Tüm bu gelişmeler, dünya ekonomisinde avroya ilişkin belirsizliği körüklemeye yetiyor. Evet, halihazırda kimse sistemin tamamen dağılmasını beklemiyor. Ancak Birliği oluşturan ekonomiler içerisinde, mevcut durumun birtakım değişiklikler yapılmadan sürdürülmesinin mümkün olmadığına dair yeterince gösterge de mevcut. Bu göstergeler, bir para birimi olarak avronun meşruiyetini sorgulayan düşünceleri destekler nitelikte. Zira Robert Mundell’in belirttiği gibi, bir para biriminin bir bölgede ortak para olarak kullanılabilmesi için o bölgenin bir noktasında büyüme, faizler, dış denge, fiyat istikrarı gibi temel makroekonomik parametrelerde yaşanan şokların diğer yerlerde meydana gelen ayarlamalarla dengelenmesi gerekir. Bunun şartı ise, iş gücü dahil tüm kaynakların bölge içerisindeki serbest dolaşımının sağlanması ve ortak bir bütçenin varlığıdır. Oysa Avrupa Birliği, para birliğine üye ülkeler arasında böyle bir entegrasyonu tam anlamıyla sağlayabilmiş değil. Üstelik, son gelişmeler Birliğin geleceğini dahi tartışma konusu haline getiriyor.
Hal böyle olunca dünya körü ya da topalı tercih etmeye zorlanıyor. Bir yanda kör ABD’nin değeri kendinden menkul doları, diğer yanda ise topallayan Avrupa’nın akıbeti sorgulanan avrosu. Her iki para biriminde yaşanan belirsizlik, dünya döviz piyasası aktörlerini, içinden çıkılması güç bir ikileme sokuyor. Ve bize de tarihsel misyonumuza (!) uyarak “ne olacak bu dünyanın hali?” sorusunu sormak kalıyor.
Paylaş
Tavsiye Et