ARABASIYLA şehir dışında gezintiye çıkan bir adam büyük bir sürüyü otlatmakta olan bir çobanın yanında mola verir. Selamlaştıktan sonra çobana bir oyun teklif eder: “Koyunlarının sayısını doğru tahmin edersem bana birisini vereceksin. Eğer yanılırsam sana 100 YTL vereceğim.” Çoban koyunlarının sayısının çokluğuna güvenerek teklifi kabul eder. Adam sürüye şöyle bir bakıp, tam olarak 373 koyun olduğunu söyler. Çoban hayretler içindedir. Çaresiz, “Buyur beyim, istediğini al” der. Adam hayvanlardan birisini alır, arabasına doğru ilerlerken, çoban arkasından seslenir: “Senin mesleğini doğru tahmin edersem, hayvanımı geri alabilir miyim? Yanılırsam sen bir tane daha alırsın.” Bizimki kendinden emin başını sallar. “Sen iktisatçısın, değil mi?” diye sorar çoban. Adam, şaşırır; çoban haklıdır: “Harika!” der, “Fakat nasıl oldu da anladın bunu?” “Önce köpeğimi bırakıp yanıma gel, anlatayım” diye yanıtlar çoban.
Günümüz üniversitelerindeki iktisat bölümlerinin, matematik yönü çok kuvvetli, teknik analiz araçlarıyla donanımlı ancak sosyal ve politik meselelere ilgisiz iktisatçılar yetiştirmesini yukarıdaki fıkra gayet güzel özetliyor. Klasik iktisatçıların birçoğunun felsefe ve politikayla iç içe düşünürler olduğunu göz önüne alırsak, iktisatçıların bu noktaya gelmiş olmasının garabetini daha iyi anlarız. Peki nasıl olmuştur da iktisat, politikadan ve sosyal meselelerden soyutlanarak nicel tahlil araçları düzeyine indirilmiştir?
Popper’ın öğrencisi Robert Solo’ya göre, matematik “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganında özetlenen iktisadî liberalizm için bir zırhtır. Matematiğin kullanımı ideolojik tartışmaları arka plana atmıştır. Böylece, neo-klasik ideoloji rakam ve sembollerin ardına gizlenerek kendisini korumayı başarmıştır. Ayrıca matematik sayesinde, iktisat fizik ve kimya gibi saf bir bilim olma yönünde hızla ilerleme yolundadır ve bu özelliğiyle kendine diğer sosyal bilimler arasında ayrıcalıklı bir konum edinir. İktisadî düşüncenin matematik formlara aktarılmasında büyük katkıları olan Paul Samuelson’a sorarsanız, matematiğin kullanımındaki amaç, kurulan teorileri gerçeklerle kıyaslayarak teorilere doğrulama veya yanlışlama yolunun kapılarını açmaktır. Ne var ki, hiçbir liberal iktisat teorisi gerçeklerle örtüşmediği için yanlışlanarak rafa kaldırılmaz.
Günümüzde matematik ve istatistik, lisansüstü iktisat eğitimin önemli kısmını oluşturuyor. Bu derslerin lisans programlarındaki ağırlığı da giderek artıyor. Bu durum, çoğunlukla matematiğe ilgisi ve/ya matematiksel yeteneği fazla olan öğrencilerin iktisat doktora programlarını tercih etmesi sonucunu doğuruyor. Hatta lisansını matematik üzerine yapmış öğrenciler bu programlara daha kolay kabul alıyorlar ve bölümlerine daha çabuk uyum sağlıyorlar. Felsefe, politika gibi alanlarda başarılı, yeni düşünceler üretebilen, zengin bir kültürel altyapıya sahip ancak matematiğe ilgi duymayan veya matematik yeteneği gelişmemiş öğrenciler ise iktisattan uzak durmak zorunda kalıyorlar. Öte yandan, iktisat öğrencileri teknik kısımlara yoğunlaştıkları için iktisadî ve sosyal hayatın gerçeklerinden büyük ölçüde uzak kalıyorlar. Öğrencilerin iktisadî hayatta olup bitenleri takip etmeden/anlamadan/yorumla(ya)madan bu programları tamamlamaları bile mümkün hale geliyor. İktisat alanında yayımlanan makalelerde de matematik dilinin kullanımı giderek artıyor. Öyle ki, bugün bir iktisat doktorunun yayımladığı makale, lisans düzeyindeki iktisat öğrencileri tarafından bile anlaşılmayabiliyor.
Bizde Batı’daki iktisat eğitimi formasyonu tartışmasız kabul edilirken, ABD’de ve Avrupa’da üniversitelerdeki iktisat eğitiminin aldığı biçim üzerinde çalışmalar ve tartışmalar yıllardır yapılıyor. Amerikan İktisat Doktora Eğitimi Komisyonu, 1991’de hazırladığı raporda, bu programların, teknik yönü kuvvetli ancak gerçek ekonomik meseleler karşısında çaresiz bilim adamları yetiştirdiği uyarısında bulunmuştu. Assar Lindbeck’in 2001’de kaleme aldığı makalesinde “tek bacaklı iktisatçılar yetiştiriyoruz” derken de kastettiği buydu. Stockholm Üniversitesi’nde iktisat doktora öğrencileri arasında yapılan bir araştırma ise, öğrencilerin büyük çoğunluğunun programa başvurma nedenlerinin ilk sırasında sosyal bilimlere olan ilgilerinin yer aldığını gösteriyor. Ancak araştırmaya göre, bu öğrencilerin %83’ü hiçbir ekonomi-politik mesele üzerine bir makale yayımlamamış veya bir makaleye katkıda bulunmamış. Öğrenciler, bunun temel sebebinin vakit ve dürtülerin yetersizliği olduğunu söylüyorlar.
Mevcut iktisat eğitiminin savunucuları, öğrencilerin gerekli teknik yeterliliğe sahip olduktan sonra iktisadî hayatta olup bitenleri yorumlayabileceğini, çözüm ve politikalar üretebileceğini öne sürüyorlar. Lisansını tamamlayan bir öğrencinin iktisat doktorası alabilmek için ortalama 5-7 senelik bir eğitimden daha geçmesi gerekiyor. Bu sürede öğrencinin sosyal/politik meseleler hakkındaki fikirlerini ve ilgilerini bir yana bırakıp teknik konulara yoğunlaşması, sonra hiçbir değişime uğramadan kaldığı yerden devam etmesi mümkün müdür? Bu mümkün olsa bile, dünya hiç mi değişmeyecektir? Bu teknik yöntemler sanıldığı gibi gerçek dünyaya uygulandığında, tam ve eksiksiz sonuçlar mı verecektir? Ayrıca matematik, fizik gibi temel bilimlerin dünyası mekanik ve basit bir dünyadır. Bu bilimlerin eğitiminden geçen birisi için herşey ikili karşıtlıklar düzeyine indirgenmiştir: İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi. Halbuki gerçek dünyada siyah ve beyaz karşıtlığından ziyade gri tonlar hâkimdir. Sadece temel bilimler formasyonu üzerine eğitim alan bir iktisat öğrencisi, gerçek dünyanın gri tonları karşısında nasıl bir renk alacaktır?
Bütün bunlardan da önemlisi, iktisat eğitiminde neo-klasik model adeta bir amentü gibi ezberletilirken, bu modelin dayandığı felsefî sistem ve varsayımlar yeterince tartışılmıyor. Dolayısıyla öğrenciler, iktisadî dünyada meydana gelen/gelecek değişimleri anlama/değerlendirme/yönlendirme yeteneğini edinemiyor. Sonuçta, kemikleşmiş bir iktisat doktriniyle karşı karşıya kalıyoruz.
Robert Solo, bunu çok çarpıcı bir şekilde dile getiriyor: “İçinde yaşadığımız dünyanın yapısında hiçbir değişim olmamasına rağmen, son iki yüzyılda doğa bilimlerinde -Newton mekaniğinin karşısına Kuantum fiziğinin çıkması gibi- devrim niteliğinde değişimler meydana geldi. Öte yandan, son iki yüzyılda toplumun yapısı ve örgütlenmesinde köklü değişimler yaşanırken, iktisadî öğreti hiç değişmeden kaldı.”
İktisat eğitimi bu minval üzere gittikçe, böyle kalmaya da devam edecek gibi görünüyor. İktisat programlarını sosyal içeriklerle zenginleştirmek ve ona disiplinlerarası bir yapı kazandırmak için, bunu ilk olarak Batı’nın gerçekleştirmesini mi beklememiz gerekiyor?
Paylaş
Tavsiye Et