Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Dünya Ekonomi > Dünya Bankası Wolfowitz’e emanet
Dünya Ekonomi
Dünya Bankası Wolfowitz’e emanet
Sadi Karamanlı
11 EYLÜL ve Irak Savaşı sonrası dönemde Amerikan yönetiminin jeostratejik ve dış politika öncelikleri ile global sistemin başat kurumları arasındaki geçişkenlik, kontrolsüz ve rahatsız edici bir biçimde artma eğiliminde. Beyaz Saray’da ikinci ve son başkanlık dönemini yaşayan George W. Bush, ardında miras olarak bırakacağı kurumsal çerçeve ve icraatların, sahip olduğu dünya görüşü ve idealler ile tam uyumlu olması için gerekli personel operasyonlarını yapmakta kararlı görünüyor. Bush’un neo-emperyal projeyi “kör parmağım gözüne” dercesine hayata geçirmeye kararlı olduğu son icraatlarında açıkça görülüyor. Şahin cumhuriyetçilerin yeni-muhafazakâr projelerine karşı direnen ve daha çok-taraflı bir yaklaşımı benimseyen Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın eski ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice ile değiştirilmesi, açıktan Birleşmiş Milletler aleyhtarlığı yapan John Bolton’ın Amerika’nın Birleşmiş Milletler’deki daimi temsilcisi olarak atanması ve son olarak da Paul Wolfowitz’in sürpriz biçimde Dünya Bankası başkanlığına aday gösterilmesi bunlar arasında en çok dikkat çekenleri.
Paul Wolfowitz-Dünya Bankası ilişkisi ilk bakışta son derece normal karşılanabilecek bir bürokratik atama gibi yansıtılabilir; ama işin aslı hiç de öyle değil. Bir defa Wolfowitz, Endonezya’daki büyükelçilik günlerinden aldığı ilhamla, “Amerikan gücünü kullanarak değişik coğrafyalarda temsilî demokrasiyi zorlamak” diye özetlenebilecek idealist yeni-muhafazakâr projenin fikir babası. Afganistan ve Irak’a yapılan askerî operasyonları Pentagon’daki ikinci adam olarak bizzat deruhte eden ve muazzam sosyal-insanî yıkım ihtimalini bile bile, özellikle Irak’ta sağlıklı bir yeniden yapılanma projesi hazırlamayan da yine kendisi. ABD’nin Irak’ta karşılaştığı zorlukların daha çok savaş sonrası dönemde yeniden yapılanmayla ilgili olduğu düşünüldüğünde, Wolfowitz’in “arazide” pek de başarılı bir sınav vermiş olduğu söylenemez. Ancak, sekiz milyon Iraklı’nın katıldığı seçimlerle başlayan yapay demokrasi rüzgarından elbette ki kendisine pay çıkarılacaktır.       
II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yazılı olmayan teamüller gereği İMF’nin başına bir Avrupalı, Dünya Bankası’nın başına da (genellikle Cumhuriyetçi Parti ile iyi ilişkileri olan) bir Amerikalı atanıyor. Soğuk Savaş döneminde Dünya Bankası’nın Amerikan dış politikası ve Sovyetler’i “çevreleme” önceliği ile uyumlu politikalar ürettiği hafızalardan silinmedi. Yine bankanın Güney Afrika’da Apartheid rejimi ile Romanya’da Çavuşesku, Filipinler’de de Marcos gibi diktatörleri destekleyen projeleri onayladığı biliniyor. Ancak daha önce hiçbir dönemde Dünya Bankası’nın, Amerikan yönetiminin önde gelen kurumları ve diğer uluslararası kuruluşlar ile birlikte geniş çaplı global bir transformasyon projesine organik olarak eklemlenmesi gündeme gelmemişti. Mustafa Özel’in Anlayış’taki yazılarında tarihsel örnekler eşliğinde açık biçimde sergilediği ve gerek Avrupa, gerekse ABD’de pek çok entelektüel ve akademisyen tarafından vurgulanan “Amerikan hegemonyasından Amerikan imparatorluğuna” doğru akan dönüşüm projesinden söz ediyoruz. İlk olarak 1930’lu yıllarda Gramsci tarafından önerilen hegemonya kavramını daha güncel bir boyuta taşıyan Robert Cox’a göre, bir “global hegemonya” birbiri ile sürekli etkileşim içinde bulunan çok yönlü siyasî, ekonomik ve sosyal yapıları içerir. Bu bağlamda, uluslararası kuruluşlar, global hegemon olarak davranan ülkenin benimsediği değer kalıpları ve normların evrensel gerçeklikler olarak yerküreye yayılmasında başrolü oynarlar.
1980’li yılların ortalarından itibaren gerek global ekonomik entegrasyon, gerekse Soğuk Savaş’ın bitmesi gibi gelişmeler sonucunda Dünya Bankası hem değişen koşullara uyum sağlamak, hem de yükselen sosyal talepleri karşılayabilmek amacıyla kurumsal yapısı ve misyon tanımlaması bağlamında önemli değişiklikler yapmak zorunda kaldı. Bu bağlamda operasyonlardaki öncelik, kalkınma eksenli projelerin tek tek seçilerek finanse edilmesinden, bu projelerin uzun vadede faydalı olmasını sağlayacak makroekonomik istikrarı önceleyen politikalara kaydırıldı. Tepeden inmeci uygulama stili de, sosyo-ekonomik önceliklerin belirlenmesi sürecine yerel gruplar ve sivil toplum örgütlerinin aktif katılımları sağlanarak daha demokratik hale getirilmeye çalışıldı. Sözü edilen değişim trendlerinin ışığında bankanın ana görev tanımlaması ise yeni alanları içerecek şekilde genişletildi. Bu alanlar arasında ekonomik gelişmeyi hızlandırıp fakirliği azaltacak reformların desteklenmesi, kaliteli insan gücüne yatırımın teşvik edilmesi, sürdürülebilir kalkınma yoluyla doğal çevrenin korunması, özel sektör ve sivil toplumun güçlendirilmesi ile hükümetlerin demokrasi ve insan haklarını gözeterek uzun dönemli sosyo-ekonomik istikrarı temin edecek politikalar izlemeye özendirilmesi sayılabilir. Küresel ekonomik kuruluşların özellikle kadın hakları, doğal çevrenin korunması ve işçi hakları gibi konularda sivil toplum tarafından seslendirilen talepler karşısında ne derece duyarlı davranıp kurumsal yapıları ve çalışma tarzlarını revize etme ihtiyacı duyduklarını araştıran ampirik analizler, Dünya Bankası’nın global kuruluşlar içinde “en duyarlı”sı olduğunu ortaya koyuyor. Bu aynı zamanda, hegemonya-meşruiyet ilişkisinin gücünü de teyit ediyor.
Elbette ki, Dünya Bankası’nı diğer uluslararası kuruluşlara kıyasla sosyal taleplere daha duyarlı olmaya zorlayan önemli pratik sebeplerden bahsedilebilir. Dünya Bankası, geniş kapsamlı ekonomik stratejiler üzerinde yoğunlaşan İMF ve Dünya Ticaret Örgütü’ne nazaran, azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde kalkınma projelerinin tek tek fizibilitesinin yapılması ve kredilendirilmesi gibi detaylı işlemler üzerinde yoğunlaşıyor. Bu yüzden, bankanın çalışmalarının söz konusu projelerden olumsuz etkilenen yerel gruplar ve sosyal hareketler tarafından sekteye uğratılması çok daha muhtemeldir. Ayrıca, bankanın en önemli sponsoru olan ABD’nin gerekli finansal kaynakları serbest bırakması Amerikan Kongresi’nin onayına bağlı. Dolayısıyla, Kongre üzerinde etkili olmayı başaran sivil toplum örgütleri otomatik olarak bankaya sermaye akışını etkileme şansına sahip olabilir. Ancak bunlardan daha önemlisi, özellikle son başkan Wolfenson’ın yönetimi altında üçüncü dünyadaki meşruiyet zemininin ayaklarının altından kaymaya başladığını hisseden ve Stiglitz gibi “içeriden” eleştiri yapan figürlerin etkisini kırmayı amaçlayan yönetici elitin, daha insanî bir global kapitalist model imajı sunmaya çalışmalarıdır.
Bu anlamda Paul Wolfowitz gibi imparatorluk vizyonuna daha yakın ve “insanî yıkım” konusundaki uzmanlığı ile ün yapmış bir akademisyen-diplomatın insanî kalkınma projeleri ile uğraşan Dünya Bankası’na başkan adayı olarak gösterilmesi, özellikle Avrupa’da tam bir şok etkisi yaptı. Ancak Irak konusundaki derin görüş ayrılıklarının yaraları henüz sarılırken, ABD’ye böyle bir konuda tepki vermenin riski düşünüldüğünden Wolfowitz oybirliği ile başkanlığa seçilmiş oldu. Pentagon’daki geçmişinden dolayı Dünya Bankası’nın 1970’lerdeki ünlü başkanı William McNamara’ya benzetilen Wolfowitz’in kalkınma ile ilgili konularda ne derece başarılı olup, bankanın çalışma alanları ile Amerikan jeostratejik çıkarları arasında ne tür bağlantılar kuracağını zaman içinde göreceğiz.

Paylaş Tavsiye Et