Temmuz ayında harikulade bir yazı yazmıştım.
On binlerce mail aldım.
Takdir edersiniz ki çoğu okurum tebriklerini sundular.
Önemli sayılacak miktarda da “ne yazalım üstad?” mesajı geldi.
“Yaz ayı haz ayı” atasözünün ilk bölümünü emir cümlesi zanneden zevat bunlar.
“İkinci kısmını anlamadık, ne yapacağız yani?” diye soruyorlar.
Bunlar zevatın zerzevat kısmı.
Bir de bu zevatın Hacivat taifesi var.
Bunlar da bilgiç ve komik bir zümre.
Yaz ayı yanlışmış.
Doğrusu yaz mevsimi imiş.
Ne diyebilirim?
Burası özgür bir ülke.
İsteyen istediğini söyleyebilir.
Ama şunu belirtmeliyim;
atasözleri sorgu suale gelmez.
“Yaz ayı haz ayı” sözü de ister beğenin ister beğenmeyin Temmuz ayından itibaren atasözü olmuştur.
Sorgu suale gelmez.
O haliyle tedavülde kalacaktır.
Lütfen örnek istemeyin.
Cevap veremeyeceğimden değil.
Mahcup olmayasınız diye.
Ben zaten asla ve kata mahcup olmam.
Ama sizi seve seve mahcup edebilirim.
MİSAL 1
Mesela;
Zeki, çevik sporla uğraşan ama ahlaklı olmayanlara ne diyeceğiz?
Ne ‘rüşvetmen’ adam diye mi çağıracağız?
Zeki, ahlaklı ama çevik değilse sporla uğraşması zaten mümkün değil.
Belki akıl sporları, sudoku, bulmaca, satranç filanla uğraşabilirler.
Bizimle siyasette en üst mevkide olanlar baş edemiyor.
Strateji konusunda en derin olanlar aşık atamıyor.
Onlar mı yarışacak!
Ya çevik ve ahlaklı olur ama zeki olmazsa ne yapacağız?
Aziz Nesin’e göre milletin büyük kısmı bu durumda.
Bu hesaba göre memlekette sevecek adam kalmıyor.
Peki, spordan tümden vaz mı geçeceğiz?
Elbette ki hayır.
Bakın İtalya’ya.
1982’de de 2006’da da dünya şampiyonu oldu adamlar.
İki şampiyona öncesinde de futbolcuların kirli ilişkileri ayyuka çıkmıştı.
Neticede kupayı kaldıranlar onlar oldular.
İşte bundan ders almalıyız.
Dünya siyasetinde de kupayı kaldıracak olanların tarafında olmalıyız.
Sporcu idealist olabilir.
Ama politikacının idealistliği sadece felaket getirir.
MİSAL 2
“Lafla peynir gemisi yürümez” sözünü ilk kim söylemiş bilmiyorum.
O da koskoca bir yalan.
Bırakın peynir gemisini, en hakiki gemiler bile lafla yürüyor.
Koskoca medya donanması okyanusta süzülüyor.
En başta Amiral gemisi görünüyor.
MİSAL 3
Atasözlerine sorgu sual edilse idi Metin Şentürk evlenmezdi.
Eşini de “dikkat et böyle bir atasözü var” diye uyarırdı nüktedan sanatçı.
Buna lüzum yok.
Çünkü körle yatanın şaşı kalktığı şimdiye kadar hiç görülmemiştir.
Ama körle yatan hamile kalabilir.
Çocuk doğurabilir.
Buna bir mani yok.
Peki bu konuda bir atasözü var mı?
Yok.
Şimdi bu ne biçim atasözü mü diyeceğiz?
MİSAL ÂLEMİNDEN BU ÂLEME
Condoleezza Rice, İsrail’in saldırılarına “yeni Orta Doğu’nun doğum sancıları” demiş.
Kabul edelim etmeyelim, tespit doğrudur.
Ben de “insancıl davranalım, doğuma yardım edelim” diyorum.
“Ne doğacaksa doğsun ama bir an önce doğsun” diyorum.
Öngörüden nasibi olmayan bir azınlık beni bölgeye şaşı bakmakla suçluyor.
Doğum ancak normal yolla olursa meşru olurmuş.
Sezaryen de kabul edilebilirmiş.
Annenin de evladın da sağlığı muhafaza edilmeli imiş.
Ellerinden gelse “bir şey doğmasın” diyecekler.
“Bırakın dağınık kalsın” diyecekler.
Tam bir Şark kurnazlığı!
Ama cesaret edemiyorlar.
Her annenin doğurmayı göze alması başlı başına bir cesaret örneğidir.
Kabul ediyorum.
Rice’ın hiç tecrübesi olmamasına rağmen bütün bölgeyi doğurtmaya çalışmasının her türlü takdirin ötesinde olduğunu teslim etmemiz lazım.
Hatta mümkün olduğunca sancısız olsun diye bütün bölge kayıtsız şartsız teslim olmalı.
Şimdi herkes bana saldıracak.
Biliyorum.
Ama inanın umursamıyorum.
BU ÂLEMDEN MİSAL ÂLEMİNE
İki küsur sene önce doğumun nasıl olacağını yazmıştım.
“Ben mandayı severim” başlıklı yazımda Alien serisini hatırlatmıştım.
Tekrar hatırlatıyorum;
Doğum insanoğlunun göğüs kafesini parçalayarak oluyordu.
Yataklığı kabullenmeyenler peşin peşin öldürülüyordu.
Döllenen bölge sadece yaratığa yataklık ediyordu.
Vakti gelince yepyeni bir tür kendisine yataklık edeni de yok ederek var oluyordu.
Harika bir bilim-kurgu klasiği serisi idi.
Ama seyrederken çok korkmuştum.
Korkumu yenmem için bir yol bulmam gerekiyordu.
İhtiyacım olan şeyin bakış açımı değiştirmek olduğunu keşfettim.
Sinema salonunda kendimce bir Kopernik devrimi yaptım.
Yaratığın tarafını tuttum.
Ne oldu biliyor musunuz?
Bütün korkum kayboldu.
Film benim için eğlenceli bir hâl aldı.
Zavallı insancıklar oraya buraya kaçışıyor ama yaratığa yem olmaktan kurtulamıyorlardı.
Zayıf, sümüklü, ağlamaklı ve korkaktılar.
HAYATIN SIRRINI ÇÖZDÜM
O an yıllar önce Pilot dergisinde gördüğüm bant karikatürü hatırladım.
Yorganın altında bir adam rüya görüyordu.
Karanlık bir dehlizde, korku içinde kaçan birisi.
Peşinde de bir vampir.
Dehliz bir çıkmazda son buluyordu.
Vampir gittikçe yaklaşıyor, adamsa kaçacak delik bulamıyordu.
Son karede rüya gören adam uyanmış ve kahkahalarla gülüyordu.
Rüyayı gören vampirin ta kendisi idi.
Ta başından beri bu rüya onun için keyifli bir rüya idi.
Gençken sadece şaşırmıştım.
Hayatın sırrını bu hatıra ile çözdüm.
Sadece sinema salonunda değil hayatta da korkularım vardı.
Ve tamamı zayıflıktan, iktidarsızlıktan kaynaklanıyordu.
Kalemim de kuvvetli sayılırdı.
Ne olursa olsun güçlünün tarafını tutacaktım.
Sokrat, hitabeti çok güçlü bir adamdı.
Romantik bir idealizm adına yanlış yerde durdu.
Hitabetinin gücü de kendisini kurtaramadı.
HAYAL KIRIKLIĞI
Bu düşüncelerimi Hıristiyan bir tanıdığıma açtım.
Çok memnun olacağını zannediyordum.
‘Aferin’ diyecek diye de bekliyordum.
Yüzüme biraz tuhaf baktı.
“Sen kendi kitabına hâkimsindir, bak bizim kitapta ne yazıyor” dedi:
“Doğruluğu aramayan milletler doğruluğa kavuştular.
Bu doğruluğa iman yolu ile ulaştılar.
Doğruluğu arayan İsrail ise bu doğruluk yasasına erişemedi.
Acaba neden?
Çünkü doğruluğu imana dayanarak değil, başardıkları işlere dayanarak aradılar.
Bunun sonucunda sendeleme taşına takılıp sendelediler.”
“Romalılara Mektup” bölümündenmiş bu satırlar.
Baktım bu tanıdık da sığ fanatik bir adammış meğer.
Ben de matah birisi sanmıştım.
Bu devirde, bu fikirlerle işi zor.
AĞUSTOS
Hâlbuki güzel bir yazı daha çıkartacaktım.
Ağustos ağulu bir aydır.
Sonunda da tos vardır diye yazacaktım.
Ağustos’ta ya biri size toslar, ya siz arabayı toslarsınız,
Bu tostan ya fosss diye ya da cosss diye bir ses çıkar, diyecektim.
Bir de bakacaksınız ki bir tosbağa tavşanı geçmiş diye ukalalık edecektim.
Ama canım sıkıldı.
Vazgeçtim.
SONSÖZ
Sen sana ne sanırsan sana ayruğa da onu san.
Paylaş
Tavsiye Et