Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Küresel bir aktör olarak Birleşmiş Milletler
Muzaffer Şenel
II. DÜNYA Savaşı devam ederken savaş sonrası ne olacağı sorusuna cevap aramak için yola çıkan ABD, SB, İngiltere ve Fransa; daha sonra aralarına Çin’i de aldılar ve kurguladıkları uluslararası düzeni meşrulaştırmak için, savaşın başlamasıyla fiilen sona ermiş olan Milletler Cemiyeti’nin yerine Birleşmiş Milletler’i kurdular. BM bugünkü yapısı ve işleyişiyle II. Dünya Savaşı ertesi ‘galip’ devletlerin kurduğu ‘yeni düzen’i temsil ederken, günümüzün jeopolitik gerçeklerini yansıtmaktan oldukça uzak görünüyor.
İki kutuplu bir dünyaya göre tasarlanan BM sistemi, değişen konjonktüre ayak uydurmakta zorlanıyor. Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkan krizler küresel barışı tehdit edecek boyutta değil; yerel, hatta çoğu zaman bölgesel krizlerdi. 1990 sonrasında ise krizler, iletişim ve bilişim teknolojisindeki hızlı değişimlerin de etkisiyle küresel bir boyut kazandı. Bu küresel krizlerde BM’nin oynadığı role kısaca bir göz atalım.
Irak’ın, uluslararası hukuku ihlal ederek, bağımsız ve egemen bir devleti işgale kalkışması kabul edilebilir bir durum değildi. Hemen hemen tüm devletler bu işgali kınadı ve uluslararası konsensüs sağlanarak Irak’tan işgale son vermesi istendi. İşgale karşı oluşan uluslararası koalisyon, bölgesel ve küresel olayların Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Doğu-Batı rekabeti içinde değerlendirilemeyeceğini gösterdi. Soğuk Savaş döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi içinde karar alma sürecinde yaşanan diplomatik çıkmaz yerini, veto hakkına sahip ülkeler arasında çıkar işbirliği ve uzlaşmaya dayanan bir sisteme bıraktı.
BMGK 2 Ağustos 1990’da 660 sayılı kararla işgali kınarken, Irak’ı kayıtsız şartsız geri çekilmeye çağırdı. Sorunun diplomatik yollarla çözümü için çok küçük bir manevra alanı bırakılmıştı. BMGK 6 Ağustos’ta aldığı 661 sayılı kararla, Irak ve Kuveyt mallarının ihracına ambargo koydu. 678 sayılı BMGK kararı Irak’ın 15 Ocak 1991’e kadar kayıtsız şartsız Kuveyt’ten çekilmesini, aksi halde bölgede barış ve istikrarın tesisi için güç kullanılacağını bildirdi. ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon, Irak’ın ambargo kararını kabul etmediğini bildirmesi üzerine 17 Ocak 1991’de duruma müdahale etti ve 6 hafta süren bir harekat sonucunda Kuveyt’te işgale son verdi.
Kuveyt krizinin uluslararası konsensüsle çözüme kavuşturulması tüm dünyada küresel barış için iyimser bir hava oluşmasına neden oldu. Ortaya çıkan krizlerin BM platformunda diplomatik yollarla çözüme kavuşturulabileceği dillendirilmeye başlandı. Fakat madalyonun öteki yüzü farklıydı. Uluslararası koalisyon içindeki çıkar pazarlıkları, müdahale sonrasında iyice gün yüzüne çıkarken, bu pazarlıkların ilk kurbanı Bosna-Hersek oldu. Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya çıkan cumhuriyetlerden bağımsızlığını en son ilan eden Bosna-Hersek, uluslararası kamuoyu tarafından bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanınmıştı. Ancak Sırplar “Büyük Sırbistan”, Hırvatlar da “Büyük Hırvatistan” projelerini gerçekleştirmek için Bosna-Hersek’e saldırdılar ve “etnik temizliğe” giriştiler. Türkiye, krizin başlamasıyla birlikte sorunu, Kuveyt krizinde olduğu gibi ‘Birleşmiş Milletleştirerek’ çözüme kavuşturmak için uluslararası kamuoyu oluşturmaya çalıştı.
Savaş henüz Bosna’ya sıçramadan önce, Hırvatistan’da konuşlandırılmış olan BM Koruma Gücü Bosna’ya kaydırılmıştı. Fakat görevi sadece insani yardımın ulaştırılmasıyla sınırlı olan bu güç, çatışmaların patlak vermesiyle etkili olamadığı gibi, ayak bağı da oldu. BM’nin güvenli bölge ilan ettiği Saraybosna, Mostar, Tuzla, Srebrenica gibi bazı yerlerde Sırplar, sivil halk üzerinde katliamlara girişince, güvenli bölge uygulaması başarısızlıkla sonuçlandı. BM güçlerinin ve görevlilerinin Hırvatların ve Sırpların Boşnakları öldürmesine göz yumması dünya kamuoyu tarafından tepkiyle karşılansa da, BM güvenli bölgesi Srebrenica’da çoğu erkeklerden ve çocuklardan oluşan sekiz binden fazla kişinin katledilmesi engellenemedi. Bosna olayında BMGK, küresel barışın tesis merkezi olabilecekken, bu fırsatı kaçırarak, uluslararası çıkar pazarlığının merkezi olduğunu gösterdi. Bu durum aynı zamanda BM’nin değişen koşullara göre yeniden yapılanması ve gözden geçirilmesi gerekliliğini de ortaya koydu. Bugün, Bosna‘da barışa giden ateşkes olan Dayton Anlaşması’nın devamlılığı da BM’nin sorumluluğundadır.
Sırbistan’ın Eylül 1990’da Kosova’nın özerkliğine son vermesi üzerine, İbrahim Rugova liderliğinde başlayan pasif direniş politikası sonuç vermeyince, Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) silahlı mücadeleye girişti. Sırpların etnik temizliğe girişmeleri üzerine harekete geçen uluslararası kamuoyu BMGK’dan gerekli desteği göremedi. BMGK daimi üyeleri arasındaki çıkar pazarlığı anlaşmazlıkla sonuçlandı. Bu nedenle NATO devreye girerek BMGK kararı olmadan soruna müdahale etmek zorunda kaldı. Diplomatik yollardan durdurulamayan Sırplar, Bosna’da olduğu gibi, bir kez daha güç kullanılarak durdurulabildi. Savaşın sona ermesiyle birlikte Kosova, 10 Haziran 1999’da kabul edilen 1244 sayılı BMGK kararıyla uluslararası bir statü kazandı. Buna göre Kosova, BM Kosova Yönetim Misyonu UNMIK’in yönetimi altına girdi. NATO liderliğindeki bir barış gücü olan KFOR, bölgedeki güvenliği sağlamakla görevlendirildi. Kosova Krizi, BM’de reform yapılması zorunluluğunu iyice gün yüzüne çıkarması bakımından önemlidir. Reform yapılmaz ise BM, milletlerin sohbet ettiği bir ortama dönüşecek gibi gözüküyor.
ABD’nin Irak’ı işgaline giden süreçte BM’nin asli görevlerini yerine getir(e)mediğine ilişkin tartışmalar, BMGK’nin işgal öncesi ‘barış kampı’ ve ‘savaş kampı’ olarak ikiye bölünmesiyle daha da alevlendi. Fransa ve geçici üye Almanya önderliğindeki barış kampının, savaşı meşrulaştıracak yeni BM kararını veto etmesine rağmen ABD-İngiliz koalisyonu savaşı başlattı. İşgalci ABD yönetiminin BM’ye savaş sonrası Irak’ta ancak insani yardımların organizasyonu ve danışmanlık hakkı vermesi ve onu ne yeni yönetime, ne de ekonomik yapılanma sürecine katmaması, bugün önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır.
ABD, Soğuk Savaş sonrası dönemde BM’ye baskı yapmak için güç kullanmaktan çekinmezken, sorumluluklarını yerine getirmeyerek örgütün varlık nedenlerini tehlikeye attı. Irak Savaşı’na giden süreçte ABD tarafından açıkça ‘devre dışı’ bırakılarak etkinliğini ve saygınlığını yitirme noktasına gelen BM’nin, kuruluş amacı olan dünya barışını koruma görevini sürdürebilmesi için reformdan geçirilmesi gerekiyor. İki kutuplu dünyaya göre tasarlanan BM’nin 1947 tarihli ana sözleşmesi, bugünün şartları ve yükselen değerleri göz önüne bulundurularak yeniden ele alınmalı; ayrıca, BMGK’nın yapısı ve işleyişi gözden geçirilmelidir. Küresel barış yolunda atılacak önemli adımlardan biri, hiç kuşkusuz diğer medeniyet havzalarının da BMGK’de temsil edilmesidir. Bu, BMGK’nin daimi üye sayısının artırılmasıyla sağlanabilir. Aksi takdirde, reformdan geçirilmeyen ve güçlendirilmeyen bir BM, 21’inci yüzyılda barış ve uluslararası güvenlik mücadelesinde kenarda kalabilir.

Paylaş Tavsiye Et