BU yazı, A Milli Basketbol takımımızın grup maçlarındaki başarılarının üzerine Slovenya galibiyetini de ekleyerek çeyrek final biletini almasından sonra ülkece çoşku içinde Arjantin maçını beklediğimiz günlerde kaleme alındı. Yine bu yazının kaleme alındığı tarihlerde, İstanbul tüm dünyada milyonlarca tutkunu tarafından heyecanla takip edilen Formula 1 yarışlarına ikinci kez evsahipliği yapmanın heyecanını yaşıyordu. Daha bir ay öncesinde Red-Bull Air Race serisinin 4. etabına ev sahipliği yaparak göğsümüzü kabartan İstanbul... Kısacası milletçe başarılı günlerden geçtiğimiz bir dönemde kaleme alındı bu yazı. Ancak bu yazıda dile getirilecek meseleler, pek öyle göğüs kabartıp millî duyuları harekete geçirecek cinsten değil. Baştan belirtelim.
Bilindiği gibi, İstanbul Sanayi Odası (İSO) her yıl Türkiye’nin ilk ve ikinci 500 büyük sanayi şirketini açıklıyor. İSO, Temmuz ve Ağustos ayları içerisinde 2005 yılı sonuçlarını da açıkladı; hem de büyük bir sitemle... Zira ekonominin %8,9 oranında büyüdüğü 2004’te pek çok gösterge bakımından başarılı bir yıl yaşayan 1000 büyük sanayi şirketinin performanslarında, ekonominin yine %7,4 gibi yüksek bir büyüme oranını yakaladığı 2005’te ciddi bir düşüş vardı. İSO araştırmasına göre, 2005 yılında 1000 büyük sanayi şirketimizde toplam satışlar ve üretimden satışlar çok küçük oranda artarken, ihracat artışı toplam ihracat artışının altında kaldı; satış kârlılığı, ekonomik kârlılık, net katma değer ve ücretli çalışanların sayısı bir önceki yıla göre azaldı; kârlılık ve kaynak yaratmaktaki sıkıntı derinleşti.
Özellikle de Türkiye sanayi sektöründeki katma değerin %55,2’sini oluşturan 1000 büyük sanayi şirketinde toplam katma değer artışının %0,7 oranında kalması tartışma yarattı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2005’te Türkiye genelinde sanayi sektörü katma değer artışını %6,5 olarak açıklamıştı. Bu iki verinin birbiriyle uyumlu olabilmesi için 1000 şirket dışındaki küçük sanayi işletmelerinde katma değer artışının astronomik bir şekilde %14’lere ulaşmış olması gerekiyor. Veriler arasındaki bu uyumsuzluk nedeniyle büyüme rakamlarının gerçeği yansıtmadığı bile dile getirildi.
Aslına bakılırsa, bu alanda yapılacak hiçbir tartışma, sorunun çözümüne dair bize bir ipucu sunmayacaktır. Sanayici kesimi geçtiğimiz yıldaki başarısız performansın faturasını büyük ölçüde devlete çıkarma peşinde. Özellikle YTL’nin değerli olması ve yüksek vergiler şikâyetlerin odak noktasında yer alıyor. Verilerdeki garabet yüzünden TÜİK de topun ağzında. Her şeyi devletten beklemediklerini, sanayiciler olarak sorumluluklarının bilincinde olduklarını dile getirenler de oldu. Örneğin Tanıl Küçük, İSO olarak, verimlilik, yenilikçilik, tasarım, markalaşma gibi katma değer artırmada önemli imkânlar sunan alanlarda, yapılması gerekenlere dikkatleri çekmeye çalıştıklarını söyledi.
Türkiye sanayi sektörünü diğer ülkelerin sanayi sektörleriyle kıyasladığımızda Küçük’e hak vermemek elde değil. Gerçekten de verimlilik, yenilikçilik, tasarım, markalaşma gibi alanlar söz konusu olduğunda, bu alanlara dikkatlerin çekilmesinden öte pek bir şey yapılmamış. Örneğin, OECD ülkelerinde ortalama olarak araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerinin %62’si sanayi şirketleri tarafından finanse edilirken, bu oran Türkiye’de %41 seviyesinde bulunuyor. Yine OECD ülkelerinde ortalama olarak araştırma geliştirme faaliyetlerinin %68’i sanayi şirketlerince yapılıyor, Türkiye’de ise sadece %28,7’si. Diğer bir çarpıcı veri de özel sektör tarafından istihdam edilen araştırmacıların toplam araştırmacı sayısına oranının Türkiye’de sadece %15,4 iken, Avrupa Birliği’nde %48,6 olması.
Ar-Ge ve yeniliğe yatırım yapmayan sanayimiz katma değerini artıramadığı gibi, Türkiye’nin orta ve ileri teknoloji ürünleri konusunda sürekli dışarıya bağımlı kalmasına da neden oluyor. Türkiye en düşük teknoloji ürünleri dışında bütün sanayi mallarında net ithalatçı konumunda. İleri teknoloji ürünlerinin ihracatımız içindeki oranı, son yıllardaki hızla artışa rağmen henüz sadece %6,5 seviyesinde. Orta-ileri teknoloji ürünlerinin payı ise %25. OECD ülkelerinde bu iki oran sırasıyla %24,8 ve %41,8 seviyesinde bulunuyor.
1994-2005 yılları arasında ilk 500 sanayi şirketimizden sadece kağıt ürünleri ve basım alt dalında faaliyet gösterenler satış kârlılığı oranlarını koruyabilmişler. Tekstil, plastik, otomotiv, elektrikli makineler, giysi ve konfeksiyon, kimya gibi sektörlerde ise, satış kârlılığı %60’ın üzerinde azalmış. Satış kârlılığının azaldığı sektörlerin OECD ülkeleri arasında en rekabetçi sektörler olması dikkat çekiyor. Yani bizim sanayimiz rekabete pek gelemiyor. Koruma duvarlarının yıkıldığı 1980’lerden bu yana hâlâ kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenemedi.
Nihayetinde dünyanın, Avrupa’nın ve hatta Asya’nın en başarılı, en büyük şirketleri sıralamalarına baktığımızda Türk şirketlerini görmekte bayağı zorlanıyoruz. Fortune dergisinin 500 büyük şirket sıralamasına 2005 yılında Türkiye’den sadece Koç Holding girebildi; o da 358. sıradan. Forbes’in dünyanın en büyük 2000 şirketi listesinde ise Türkiye’den 12 şirket bulunuyor. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, listede Güney Kore’den 50, İspanya’dan 29, Güney Afrika ve Brezilya’dan 19, Singapur’dan 14 şirket var. Yine bu şirketler arasından seçilen “en başarılı 400” arasında Türkiye’den sadece Turkcell yer alıyor.
Son yıllarda Türkiye’de ekonomik ve siyasî istikrarın sağlanmasının yanı sıra, yapısal reformlar bağlamında da önemli adımlar atıldı. Finans ve bankacılık sektörü ile sermaye piyasalarının işleyişi güçlendirildi, yatırımların önündeki bürokratik engeller azaltıldı, iş dünyasını ilgilendiren pek çok alanda yasal düzenlemelere gidildi. Bütün bu iyileştirmelere rağmen, şirketlerimizin başarısız performanslarından, tamamen kimsenin inisiyatifinde bulunmayan YTL’nin fazla değerlenmesini sorumlu tutmaya devam etmeleri, bir süre daha, çok farklı bir tablo göremeyeceğimizin işaretçisi olarak yorumlanabilir.
Paramount Pictures, MTV, Nickelodeon gibi medya şirketlerini bünyesinde barındıran Viacom’un sahibi ve bir yönetim dâhisi olan Sumner Redstone’a göre, başarısızlıklar önemli değildir: “Her insan veya organizasyon belli dönemlerde bu tür şeyler yaşar. Önemli olan, fark yaratan, başarısızlıklar karşısında nasıl tepki verildiğidir.” Sürç-i lisan ettiysek affola…
Paylaş
Tavsiye Et