ABD BAŞKANI George Bush ile neo-muhafazakâr kabinesinin Mart 2003’te, sonradan doğru olmadığı anlaşılan gerekçelere dayanarak Irak’ı işgal etmesini destekleyen ana akım Amerikan medyası, son birkaç aydır aynı ekibin şimdiye kadar çekmecede tuttuğu dosyaların kapaklarını açma yarışı yapıyor. Medyanın hâkim unsurlarının, Bush yönetiminin 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kuleler’e düzenlenen saldırılarının ardından başlattığı teröre karşı küresel savaşta kullandığı bazı stratejileri tartışmaya açan bu tavrı oldukça dikkat çekici.
Zira dev tröstlere bağlı televizyon ve gazetelerden oluşan söz konusu medya, 11 Eylül’ün ardından el-Kaide örgütünün üssü konumundaki Afganistan’a saldırıp Taliban rejimini deviren Bush hükümetinin savaş esnasında Afganistan’daki kamplar ve medreselerde bulunan yüzlerce kişiyi Küba’daki Guantanamo Körfezi’nde bulunan Amerikan üssüne götürerek hapsetmesini eleştirmemişti. Guantanamo, aralarında Batılı devletlerin de bulunduğu onlarca ülke vatandaşının, terörist oldukları gerekçesiyle yargılanmadan tutulduğu post-modern bir esir kampına dönüşürken, ana akım medya bu uygulamanın hukukî açıdan meşruiyetini sorgulamayı aklından bile geçirmedi.
Küresel çapta etkiye sahip olan Amerikan medyasının “Şimdiye kadar neredeydiniz?” sorusunu sorduran tavır değişikliğinin son örneği, New York Times’ın 16 Aralık’ta “Bush’un 11 Eylül’den sonra iç istihbarat örgütlerine Amerika’da yaşayan binlerce kişinin uluslararası telefon görüşmeleri ile e-maillerini mahkeme kararı olmaksızın izleme yetkisi verdiği” haberini yayınlamasıydı. Times’ın haberinden sonra Bush, böyle bir emir verdiğini kabul etti ve terörle mücadele etmek için bunun gerekli olduğunu savundu. Ancak Bush ve yardımcısı Dick Cheney’nin bütün baskılarına rağmen, Kongre, 11 Eylül’den sonra çıkarılan ve ülke savunması konusunda başkana çok geniş yetkiler veren ABD Vatanseverlik Yasası’nı genişletmeyi kabul etmediği gibi, süresini de sadece bir ay uzattı.
Dinleme skandalının ortaya çıkması genel olarak Amerikalıları ilgilendiren bir mesele olduğu için, daha çok ABD içinde tepkilere yol açıyordu. Bush yönetimini uluslararası alanda zor durumda bırakan dosyayı açan, 2 Kasım’da yayınladığı “CIA’in terör zanlılarını, aralarında bazı Doğu Avrupa ülkelerinin de bulunduğu bir dizi ülkede kurduğu gizli hapishanelerde sert tekniklerle sorguladığı” şeklindeki haberiyle, Washington Post oldu. Gazete, Amerikalı yetkililerin isteği üzerine bu Doğu Avrupa ülkelerinin isimlerini vermedi. Ancak ABD merkezli insan hakları örgütü Human Rights Watch’un askerî yorumcusu Mark Garlasco, 3 Kasım’da AFP’ye yaptığı açıklamada, CIA uçaklarının 2001-2004 arası yaptığı seferleri incelediklerini ve söz konusu Doğu Avrupa ülkelerinin Polonya ve Romanya olduğuna dair ellerinde delil bulunduğunu söyledi. Polonya ve Romanya yetkilileri bu iddiayı hemen reddettiler.
Post ve HWR’ın ardından gelen diğer insan hakları örgütlerinin açıklamaları ile ABD ve Avrupa medyasının verdiği haberlerin toplamında ortaya şöyle bir tablo çıkıyordu: Polonya’daki Szymany Havaalanı CIA’in Avrupa’daki ana sorgulama merkeziyken, Romanya’daki Mihail Kogalniceanu Amerikan Üssü daha ziyade transfer merkezi rolünü oynuyordu. CIA ajanları tarafından, ABD ve Avrupa ülkeleri de dâhil olmak üzere dünyanın dört bir tarafından toplanan terör zanlıları, Polonya ve Romanya’ya getirilip sorgulandıktan sonra Ürdün, Mısır, Fas, Tunus, Cezayir, Suudi Arabistan, Pakistan, Özbekistan, Çin vatandaşları kendi ülkelerinin istihbarat servislerine teslim ediliyorlardı. Ancak önemli görülen zanlıların ya Polonya ve Romanya’da ya da Tayland’dan Azerbaycan’a kadar iki düzineden fazla ülkede bulunan ve Terörle Mücadele İstihbarat Merkezleri (CTIC) adı verilen gizli hapishanelerde tutulması sürdürülüyordu.
Jane Mayer, New Yorker dergisinin 14 Ocak 2005 tarihli sayısında CIA’in gizli hapishaneleri hakkında kapsamlı bir inceleme yayınlamıştı. Bu yazıda anlatılanlara göre, extraordinary rendition (sıra dışı teslimat) olarak adlandırılan ve 1990’larda sınırlı bir alan üzerinde oluşturulan bir program söz konusuydu. Ancak 11 Eylül’den sonra programın alanı genişletilmişti. New York Times ise 31 Mayıs 2005’te kendi muhabirleri tarafından yapılan bir araştırmayı yayınlayarak bu program çerçevesinde terör zanlılarını transfer etmek için kullanılan sivil uçakların bağlı olduğu şirketler hakkında bilgi veriyordu. Bu şirketler ya bizzat CIA tarafından kurulmuşlardı ya da ona bağlı olarak çalışıyorlardı. İlginçtir, bu haberler yayınlandıkları dönemde dikkat çekmedi ve Pandora’nın kutusunu ilk defa açma unvanı Washington Post’a düştü.
2004’te Avrupa Birliği’ne üye olan Polonya ile 2007’de AB üyesi olması hedeflenen Romanya’nın CIA’in gizli hapishane sisteminin merkezinde yer almaları Avrupa’da büyük rahatsızlığa neden oldu. Avrupa basını CIA uçaklarının zanlıların transferi sırasında İngiltere, İrlanda, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, Norveç, İsveç, Avusturya, Almanya, İtalya ve İspanya gibi Avrupa ülkelerinin havaalanlarını kullandığına dair haberlerle çalkalanıyordu. İngiltere başta olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinin parlamentosunda konuyla ilgili soruşturmalar açıldı.
Avrupa Komisyonu da İsveçli parlamenter Dick Marty başkanlığında, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 46 üye ülkeyi kapsayan bir araştırma başlattı. Mayer, geçici raporunda, CIA uçaklarının Avrupa’daki 31 havaalanına iniş-kalkış yapmış olabileceğini, kesin sonuca ulaşana kadar araştırmalarını sürdürdüklerini belirtiyordu. Ancak Mayer’e göre araştırmanın ana hedefi olan Romanya ve Polonya’daki CIA hapishaneleri, basında çıkan haberlerden sonra kapatılmış ve buradaki tutuklular Kuzey Afrika’ya transfer edilmişlerdi. Bu ifade, Amerikan ABC televizyonunun 5 Aralık tarihli “Doğu Avrupa ülkelerinde tutulan ve el-Kaide’nin üst düzey yetkilileri oldukları düşünülen 11 kişinin, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 6-11 Aralık tarihlerinde gerçekleştirdiği Avrupa turundan önce Kuzey Afrika çöllerindeki CIA merkezlerine nakledildikleri” haberiyle örtüşüyordu.
Avrupa ziyareti sırasında CIA’in Avrupa’daki faaliyetleri konusunda kamuoyuna doğrudan bir açıklama yapmayan Rice, ABD’nin sadece kendi topraklarında değil, her yerde işkenceyi yasaklayan uluslararası anlaşmalara göre hareket ettiğini ve işkence yapmadığını söylüyordu. Almanya’nın yeni Başbakanı Angela Merkel dâhil olmak üzere Rice ile görüşen Avrupalı lider ve diplomatların çoğu, onun verdiği güvenceleri övüyor ve anlattıklarından tatmin olduklarını ifade ediyorlardı. Ancak Avrupa medyası ve bazı Avrupalı yetkililer aynı fikirde değildi. Onlara göre Rice, Avrupa kamuoyunda oluşan ABD’nin kontrol dışı bir süper güç olduğu şeklindeki kanıyı değiştirecek hiçbir adım atmamıştı.
Terörle mücadele olgusunun kapsam ve içeriği, 11 Eylül’den sonra tamamen değişti. Artık küresel bir terör ve ona karşı küresel bir mücadele söz konusu. Ancak tüm dünyaya hukukun üstünlüğü ve insan hakları dersi veren ABD’nin, terörle mücadele esnasında şimdiye kadar savunduğu bu değerleri bir yana bırakması, tüm dünyanın Kafkaesk bir korku imparatorluğuna dönüşmesine yol açar. Ve geriye umutları tükenmiş bir insanlıktan başka hiçbir şey kalmaz.
Paylaş
Tavsiye Et