AĞUSTOS 2004’te Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un görev süresinin uzatılmasına yönelik Suriye’nin yaptığı baskı, sonuçlarını kendisinin dahi tahmin edemediği yepyeni bir süreci başlattı. ABD ve Fransa öncülüğünde 2 Eylül 2004’te yapılan BM Güvenlik Konseyi toplantısında 1559 sayılı karar kabul edildi. Karar, tüm yabancı güçlerin yani Suriye birliklerinin Lübnan’dan çekilmesini ve tüm örgütlerin yani Hizbullah’ın ve Lübnan mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin silahsızlandırılmasını öngörüyordu. Hedef, Suriye’nin askerî ve istihbarat gücünü Lübnan’dan çıkarmak, ardından Lübnan’ın Suriye yanlısı siyasî iktidarını değiştirmek ve direniş gruplarını tasfiye etmekti. Böylece Lübnan, Suriye nüfuzundan çıkarak, Amerikan ve Fransız nüfuzu altına girecek ve artık İsrail’e yönelik bir tehdit olmaktan çıkacaktı.
Suriye’nin baskılarına 20 Ekim’de istifa ederek karşılık veren Başbakan Refik Hariri’nin 14 Şubat 2005’te suikasta kurban gitmesi bu süreci hızlandırdı. Suikasta dair ipuçlarının işaret ettiği iddiasıyla Suriye, hem içeride hem de dışarıda hedef haline geldi. Ülkeden çekilmesi için yoğun protestolar düzenlendi ve sonuçta Suriye birlikleri, 29 yıl sonra 26 Nisan 2005’te tamamen Lübnan’dan çekildi. Suriye’nin çekilişini müteakip düzenlenen seçimler, Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri öncülüğündeki Suriye karşıtı bloğun zaferi ile sonuçlandı.
Bu gelişmeler neticesinde Suriye, askerî ve siyasî olarak tasfiye edilmiş gibi görünse de, aslında Lübnan’da “Suriyesiz dönem”in başladığını söylemek için henüz çok erken. Zira ülkenin her alanına nüfuz etmiş Suriye etkisinin tam anlamıyla kırılabilmesi yıllar alacaktır. Zaten seçimlerin ardından Suriye karşıtı bloktan başbakan olan Fuad Sinyora’nın ilk ziyaretini Şam’a yapması da bunun bir göstergesi değil mi?
Lübnan İç Savaşa Sürükleniyor
BM’nin 1559 sayılı kararının ardından Lübnan’da gerginliklerin ardı arkası kesilmedi. Ülkede şimdiye kadar 14 siyasî suikast gerçekleşti ve bu sayı giderek artmakta. Başta Saad Hariri olmak üzere ülkenin önde gelen 200’ü aşkın siyasetçisi, şu anda can güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle ABD ve Avrupa ülkelerinde bulunuyor ve Lübnan’a giremiyorlar.
Genellikle Suriye karşıtlarının hedef alındığı bu suikastlardan Suriye sorumlu tutuluyor. Suriye yanlısı cumhurbaşkanı Lahud’un istifasına yönelik baskılar da artıyor. Asıl hedef ise Lübnan’da bir iç savaş çıkartmak. Patlayan her bomba ülkeyi bir adım daha yaklaştırıyor bu tehlikeye. Zira Suriye’nin çekilmesiyle birlikte yabancı istihbarat örgütlerinin artık rahatça hareket ettiği Lübnan, kendi güvenliğini sağlayamaz durumda. Şu anda ülke oldukça gergin. Falanjistler tıpkı 1975’te başlayan iç savaş öncesinde olduğu gibi hızla silahlanıyor; ancak onlara karşı belki de tek mücadele verebilecek durumda olan Hizbullah’ın ve Filistinli grupların silahsızlandırılması için BM bünyesinde yoğun bir çaba harcanıyor. Hıristiyanların muhtemel bir saldırısı karşısında Lübnanlı Müslümanlar adeta savunmasız bırakılıyor.
1559 sayılı BM kararının hedeflerinden biri olan Hizbullah’ın silahsızlandırılması ile amaçlanan, Lübnan’daki Suriye ve İran nüfuzunun kırılması, başta Filistinliler olmak üzere İsrail’e karşı direnen grupların azimlerinin zayıflatılması ve İsrail’in en büyük düşmanının bertaraf edilmesi. Ancak bu hususta asıl belirleyici olması beklenen Suriye ve İran, ABD ve İsrail tehdidinin doğrudan hedefi oldukları bu dönemde bölge üzerindeki en önemli etkinlik araçları olan Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına direneceklerdir. Öte yandan Lübnan hükümeti ve halkının ekseriyeti de Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına oldukça soğuk bakıyor. Zira Güney Lübnan’da verdiği mücadele neticesinde 2000 yılında İsrail işgalini sona erdiren Hizbullah, Lübnan savunmasının en önemli parçası. Ancak uluslararası baskılar yoğunlaştığı takdirde Lübnan hükümeti tavrını değiştirmek zorunda kalabilir. İç savaşın patlak vermesi durumunda ise bu, Lübnanlı Müslümanlar için bir felaket olacaktır.
Suriye’yi Zor Günler Bekliyor
Son gelişmelerden en kârlı çıkan ülkeler hiç kuşkusuz ABD, Fransa ve İsrail. Bugüne kadar Lübnan’a yönelik siyaseti, bölgesel ve küresel stratejisinden bağımsız olmayan ABD’nin, son dönemde 1559 sayılı BM kararı ve müteakip olaylarda izlediği siyaset Büyük Orta Doğu Projesi’nden ayrı değerlendirilmemelidir. Lübnan’ın kurucusu ve eski hamisi Fransa ise, Irak müdahalesine karşı çıkarak Atlantik ötesiyle gerilen ilişkilerini Suriye-Lübnan süreciyle yumuşatma çabasında. Fransa, Lübnan’daki Suriye varlığını tasfiyeyi öngören 1559 sayılı BM kararının çıkmasında büyük rol oynamış; Hariri suikastını müteakip Lübnan ve Suriye siyasetine doğrudan müdahil olmaya ve böylece bölgedeki nüfuzunu yeniden arttırmayı başlamıştır. Bu süreçte Hariri sayesinde Lübnan’da büyük ihaleler alan Batılı işadamlarının etkisi de göz ardı edilmemesi gereken diğer bir husustur.
Son gelişmelerden en zararlı çıkan ülke ise, Lübnan’ı “Büyük Suriye”nin bir parçası olarak gören ve iç savaşın ardından 90’lı yıllarda bu ülkeye her alanda nüfuz eden Suriye’dir. Zira Lübnan’dan çekilmekle Suriye’nin İsrail karşısındaki gücü zayıfladı. Hizbullah ve Filistinli grupların silahsızlandırılmasının akabinde yeniden başlaması muhtemel barış sürecinde Suriye’nin eli daha da zayıflayacak, bölgedeki güç dengesi İsrail lehine değişecektir. Dolayısıyla Suriye, bu ülkedeki nüfuzunu korumak için her yolu deneyecektir. Ekonomik ve diplomatik müeyyidelerle ‘Iraklaştırılma’sı gündemde olan Suriye’yi zor bir süreç beklemektedir.
Nisan ayında kurulan ve Alman Savcı Detlev Mehlis başkanlığında çalışmalarını sürdüren BM Hariri Suikastını Soruşturma Komisyonu, önümüzdeki günlerde olayların seyrini belirleyecek. Şimdiye kadar 500’den fazla kişiyi sorgulayan komisyon, BM Güvenlik Konseyi’ne 21 Ekim ve 12 Aralık’ta iki rapor sundu. Suikasttan Suriye istihbarat servislerinin sorumlu tutulduğu son raporda, Viyana’da sorgulanan beş Suriyeli yetkili de dâhil olmak üzere 19 şüphelinin gözaltına alınması istendi. Ancak kanıtlar yerine ihtimallere dayanan bu raporlar inandırıcı olmaktan uzaklar. Bazı tanıkların daha sonra verdikleri ifadelerin doğru olmadığını bildirmeleri de soruşturmanın güvenilirliğine gölge düşürüyor. Görevinde başarısız olan ve yıpranan savcı Mehlis ise görevini bırakacağını açıkladı.
12 Aralık’ta sunulan son raporun ardından, Güvenlik Konseyi’nde soruşturma süresinin 15 Haziran 2006’ya kadar uzatılması kabul edildi; Suriye’ye yönelik yaptırım kararı ise Çin, Rusya ve geçici üye Cezayir’in muhalefeti sayesinde şimdilik engellendi. Ancak komisyonun çalışmalarıyla giderek daha fazla siyasallaşan Hariri suikastı, Suriye üzerinde ABD’nin baskı aracı olarak kalmaya devam edecek.
Paylaş
Tavsiye Et