YÜZYIL dönümleri dünyada büyük dönüşüm beklentilerinin depreştiği zamanlardır. Müslümanlar İmam Gazali için “müceddid-i elf-i sani” diyerek daha sabırlı bir tarih bakışına sahip olduklarını gösteriyor gibiyse de, her asırda yeni bir müceddid arayan yaygın bir anlayışı göz ardı edemeyiz. Bediüzzaman adlandırması bile bu anlayışı yeterince görünür kılıyor. Avrupalıların 1890’lardan 1900’ün ilk yıllarına kadarki dünyayı betimlemek için kullandıkları fin de siècle tabiri de, düşünce ve sanatta radikal değişim beklentilerini zaman merkezli bir bakışla ifade eder. Bu “turn-of-the-century” halet-i ruhiyesi, 1990’lardan başlayıp, remzen belki 11 Eylül 2001 tarihiyle bitirebileceğimiz bir dönemde yoğun bir şekilde yaşandı.
Soğuk Savaş sonrasına, özellikle de Avrupa Topluluğu/Birliği sürecinin heyecan verdiği zamanlara denk gelen değişim beklentilerinden biri de milliyetçilik ve ulus-devletle ilgiliydi. Buna göre dünya transnasyonal bir trende giriyor, ulusları aşan idarî ve siyasî örgütlenmeler yeni bir çağ açıyordu. Yugoslavya’nın dağılması bile ulus-devlet aleyhinde, mikro milliyetçiliğin boy gösterisi olarak görülüyordu. Zaman bize aslında iki kutuplu dünyanın milliyetçilikleri uykuya yatırdığını, demir perdenin kalkmasıyla bunların tekrar uyandığını gösterdi.
Küreselleşme ve pop kültür gibi sosyolojik süreçlere, uluslarüstü veya bölgeselci akımlara rağmen milliyetçiliğin sağlığı yerinde; 90’lı yıllarda öngörüldüğü gibi ölüm döşeğinde değil. Ulus-devlet yirmi birinci yüzyılda da dimdik ayakta. Küreselleşme ulusal kimlikleri aşındırıyor belki, ama milliyetçiliğin buna tepki olarak yeni ayakta kalma stratejileri geliştirmesine engel olamıyor. Göçmenlerin uzaktan milliyetçiliği gibi yeni milliyetçilik şekilleri ortaya çıktı; internet ve ucuz uçak biletleri sayesinde milliyetçi liderler yurtdışından mücadelelerini sürdürebiliyor ve mesela, Norveç’teki Tamiller Sri Lanka’ya karşı mücadele ediyor. ABD ve Avrupa’ya göçenler ulusal sorunlarını da yanlarında götürüyor ve ülkelerindekinden daha koyu milliyetçi renkler giyiyor.
E-mail/internet milliyetçiliği de hepimizin her gün e-postalarımızı gözden geçirirken karşılaştığı başka bir yeni tür. E-posta kutumuzu açtığımızda kimlerin Türk olmadığını ya da Sabataycı olduğunu, Bor madenlerinin dış güçlerce nasıl Türkiye’ye yar edilmediğini, GAP topraklarını İsraillilerin satın aldığını ya da ülkeyi kimlerin sattığını anlatan mektuplar alıyoruz. Pıtrak gibi çoğalan internet siteleri nizam-ı âlemcilerin çok iyi sanal alemci olduğunu da gösteriyor. Anderson’un “hayali cemaatler”i hayaletler gibi sanal dünyada dolaşıyor. Milliyetçilik mobilleşti; en küreselleştirici güç olarak görülen internet böyle yan etkiler de üretti.
Michael Billig’in banal nationalism tanımına göre milliyetçilik günlük hayatımızda, soluduğumuz havada var: Hava durumu raporumuz, ulusal saatimiz, yurttan haberlerimiz, milli yemeklerimiz… Her gün kendini yeniden üreten bir söylemin nesneleriyiz. Günlük hayatımıza yedirilmiş bu söylem bizi farkında olmadan milliyetçileştiriyor. Ülkemizde Hitler’in Kavgam’ı kadar satan Şu Çılgın Türkler’in neden yazıldığı hatırlanır mı bilmem. Cumhuriyet’in ilk nesilleri gençliğin elden gittiğini, kendileri gibi/kadar ulusalcı olmadığını düşünüyordu ve onlara okul müfredatı dışında bir şeyler öğretme misyonundan hareketle Turgut Özakman bu kitabı yazmıştı. Oysa gençlik zannedilenden çok daha fazla milliyetçiydi, okul müfredatı bizleri yeterince milliyetçi yapıyordu zaten. Adı yetti kitabın çok satılması için. Milliyetçilik vücudumuzun bir parçası artık; vücut hastalandığında, sara nöbetlerine yakalandığında ortalığı karıştıran milliyetçilik, normale döndüğünde varlığını unutturuyor.
Milliyetçiliğe karşı ulusalcılık kavramının ihtiyaç haline gelmesi de bundandır. Milliyetçilik kelimesinden utananlar “ulusalcıyız” diyor; çünkü milliyetçilik adlandırmasının MHP ve 12 Eylül öncesi çağrışımları kendilerine hoş gelmiyor. Sol, Kemalizm, ekonomik bağımsızlık gibi unsurlara yaslanıyor ulusalcılar. Milliyetçilerde ise din, gelenek, tarih, kültür hassasiyeti daha belirgin. Partinin ana aktörlerinin coğrafi kökenlerinden ve kuruluş ekseninden dolayı AKP’nin seçmen tabanında da bunlar önemli bir yere sahip. Anketlerde Başbakan’ın en milliyetçi lider çıkmasına ve Nisan açıklamalarına bakılırsa, AKP de, yükselen milliyetçi dalgaya hitap etme zorunluluğunu hissediyor. Türkiyeli kimliğinden tek millet/tek bayrak söylemine kayan Başbakan, Kızılcahamam toplantılarında “ilk kez oy kullanacak gençlerin MHP’ye oy vereceğini, önlem alınması gerektiğini”, MHP’nin reklamını yaparcasına duyurdu. Başbakan’ın, meydanı Bahçeli’ye, Baykal’a, Ağar’a bırakmama çabasında olduğu yorumları yapıldı. Başbakan’ın Çiçek ve Aksu’yu yanına alarak 70 Güneydoğulu vekille yaptığı toplantıda genel af, ilkokulda Kürtçe eğitim, askerî operasyonların durdurulması gibi talepleri dile getiren vekilleri paylamasıyla Kürt sorununa bakışında taktığı yeni gözlüğün markasını gördük. AKP’nin Kürt sorunu konusunda uyandırdığı ümitler o toplantıdan sonra bitti.
Aşırı sağ söylemler merkez partiler tarafından içselleştiriliyor; partiler popülizm uğruna demokrat ve özgürlükçü prensiplerini çiğniyor. Türkiye’de siyasal alanın ağırlık merkezi giderek MHP noktasından öteye gidiyor. MHP milliyetçiliğin bu yükselişinde alışılagelen rolünü oynamıyor, aksine sığ milliyetçi çıkışları önlemeye ve milliyetçi tepkilerin ‘çılgınlık’ düzeyini yatıştırmaya çalışıyor. Diyarbakır’daki 28-30 Mart olaylarından sonra Kürtçü DTP’nin MHP liderini olağanüstü sağduyusundan dolayı tebrik etmesini kaydetmek yeterli olacaktır.
Bugün, Türk milliyetçiliğini sahiplenegelmiş siyasî adres yerine, sivil toplum örgütlenmeleri etkisini artırıyor. Kimi MHP muhalifi, kimi siyaset şehvetiyle, kimi Şu Çılgın Türkler’de okuduğu üç-beş satır tarihin gazına gelerek örgütlenen yeni milliyetçiler/ulusalcılar provokatif eylemlerin başrollerinde artık. Aynı durum Kürtçü hareket için de geçerli. Aslında 1995’teki PKK kongresinde alınan karar, silahların sustuğu 1999-2005 yıllarında gerçekleşti: Kürt hareketi “sivil toplum” hareketi görünümüne kavuştu ve artık basitçe askerî güçle üstesinden gelinemeyecek bir ulusal bilinç veçhesi kazandı.
Ekim 2005’in son haftasında Milli Güvenlik Kurulu’nda uygun bulunan yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde (MGSB) aşırı sağ, ‘tehdit’ kapsamından çıkarılarak ‘gözlem altına alınması gereken unsur’ diye tanımlanmıştı. Bu tanımlama askeriyede de söz konusu damarın güçlendiğini gösterdiği gibi, bu tarz sağ örgütlenmelere yeşil ışık yakan bir düzenleme olarak okunmalıdır.
En sağdaki ile en soldakinin anti-demokratik, anti-AB ve anti-Kürt cephesinde birbirine omuz verebilmesi ve ortak bir kümede toplanabilmesi, Türkiye’de ideolojik ayrımları yeniden kategorize etmemizi de gerektiren bir saflaşmaya işaret ediyor. Klasik sağ-sol ayrımı tarihe, bu iki düşman cenahın mensupları da birbirine karıştı. Yeniçağ gazetesi CHP ile el ele verebiliyor, ulusal sol “Kürtler’den alışveriş yapmayın” gibi ırkçı bildiriler yayımlayabiliyor.
Bugün Türkiye’de her tür milliyetçiliğin destek bulabildiği bir ortam var. Milliyetçiliği altı okun en sivrisi haline getiren Cumhuriyet, yirmi birinci yüzyıl virajında, kurulduğu günlerden daha kırılgan bir toplumsal mutabakat zemininde yol alıyor.
Paylaş
Tavsiye Et