LİDER merkezli yapılanma Türk siyasal sisteminin temel özelliklerindendir ve bu özellik sadece Cumhuriyet dönemi için geçerli değildir. Padişah-odaklı Osmanlı tarih yazımı, klasik dönemde saray içinde ve Tanzimat sonrasında Bab-ı Âli’de rekabet eden proto-partileri hâlâ analiz edebilmiş değildir.
Saltanat bugün de bütün siyaset önderlerinin gizli rüyası, tatlı emeli ve ısırmaya çalıştıkları kızıl elmasıdır. Her seçim arifesi, siyaset şehvetinin tatminine kilitlenmiş ruhların toplu geçididir.
At yarışı, koşan atların değil; bahisçilerin mücadelesidir. Atlar farkında değil; ancak vekillerini milletinden koparan seçim sistemimizde milletvekili adaylarımız kimin için koştuklarının bal gibi farkında. İletişim çağı sayesinde millet de giderek atların kimin için koştuğunu fark etmeye başlıyor. Bu farkındalık gelecek dönem kurulacak hükümete seçim sisteminin legal altyapısının değişmesi yönünde büyük bir baskıya sebep olacaktır. Sivil toplum kuruluşları tarafından seçim arifesinde dile getirilen sistemik sorunlar, seçimlerden sonra behemehâl değiştirilmelidir. Milletin vekilleri lidervekili olmaktan kurtarılmalıdır. Sorun tek tek mebuslarda değil, Meclis’e girmek isteyen her vatandaşın boyun eğmek zorunda kaldığı siyaset matriksine içkin kurallarda ve kötü niyetle tasarlanan sistem formülasyonundaki yanlışlardadır.
AKP kendisini öncülünden kopartan ve iktidara getiren söylemi elinin tersiyle iterek demokrasi savaşını kaybetti. Kaybettiği demokrasi savaşı son aylarda yaşanan cumhurbaşkanlığı kriziyle ilgili değil. Hükümet partisi hararetle savunduğu parti içi demokrasi sınavını, il ve ilçelerde yapılan yoklamaları dikkate almadan hazırlanan aday listeleriyle kaybetti. Halihazırda bölgesinde oturmayan, halkının sorunlarından bihaber, memleketine turist adaylar kendilerini tanıtma yarışında. Mahallerinin kanaat önderleri olsalar zaten tanıtıma ihtiyaçları olmaz; partilerin propaganda masrafları bu kadar tutmazdı. Mesela, önceki seçimlerde Antep’ten seçilen Kürşat Tüzmen bu seçimlerde Mersin’den, Sakarya’dan seçilen Vecdi Gönül ise İzmir’den aday.
Yerel siyaseti görmezden gelen, hemşeri talebine bakmayan, teşkilat gözetmeyen partiler ideolojik kutuplaşmalara ya da boş vaatlere güvenerek oy toplama telaşında. Kuzey Irak ve Kürt meselesinin çanımıza ot tıkadığı bir siyaset ikliminde Diyarbakır’da teşkilat yoklamasında sıfıra yakın oy alanları aday gösteren AKP’nin, en düşük oy alan profesörleri rektör yapan Cumhurbaşkanı’nı eleştirecek yüzü kalmadı. Gümüşhane’de gösterilen iki adayın aynı köyden olduğunu atlayan bir partinin, bürokrasideki hanedan yapılanmalarına söz söyleyecek mecali olamaz. Zaten bugünkü resme daha geriden ve yukarıdan bakıldığında, 2000’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sezer’e oy verenler arasında Fazilet’in ‘yenilikçiler’inin de olduğu hatırlandığında, AKP’nin Dr. Frankenstein misali kendi canavarına, bürokratik oligarşisine, kendi eliyle şekil verdiği söylenebilir. Hükümet, kırtasiyeci bürokrasiye ayak uydurup işleri sürecekleri yokuşları inşa eden bürokratları da kendi atamıştır zaten. Partinin merkezleşme çabası, yenilikçi bütün kadrolarına etki etmiş; herkesin masanın koltuklu tarafını hızla benimsemesine yol açmıştır.
Yıllar önce, Tony Blair İngiltere Başbakanı seçildiğinde gazetelerde “Tony Blair, Deniz Bilmeyir” manşetini görmüştüm. Şimdilerde CHP İlhan Kesici gibi transferlerle merkez sağ söylemler kullanan bir liberal sol parti olma yolunda. AKP’nin gidişata cevabı gecikmedi ve merkezleşmenin bir ispatı olarak her kesimden adaylar gösterildi. O kadar ki, daha önce bir şeylerin taklidi olarak partide bulunan insanlar, asıllar gelince tedirgin oldu. Sadece Mehmet Şimşek, Zafer Üskül ve Suat Kınıklıoğlu’nun Ali Babacan, Burhan Kuzu ve Egemen Bağış üzerinde yapacağı kabus etkisini hatırlatmak bile yetecektir.
Anlaşılan o ki, AK Parti ‘Aktürk’leşme eğiliminde: Merkezleşme yarışı değişimci kimliğini giderek törpülüyor. Merkezçek kuvvetine karşı koyamayıp, baloda hâkim müziğe ayak uyduruyor.
Devlet adamlarımızın sık sık dediği gibi, devlette devamlılık esastır, hükümetler gelir geçer. Türkiye’de Daniel Bell’in kehaneti gerçekleşiyor, ideolojiler ölüyor; her zaman ve zemine uyum sağlayabilen milliyetçilik hariç.
Paylaş
Tavsiye Et