Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2009) > Yüzleşiyorum > Ulusçuluk batağındaki medeniyet
Yüzleşiyorum
Ulusçuluk batağındaki medeniyet
Mustafa Özel
DA­NIŞ­TAY’I ba­san İkin­ci Şem­din­li ya­hut Üçün­cü Su­sur­luk Çe­te­si Tür­ki­ye’de la­ik­çi te­rö­rü tır­man­dı­rır­ken, 33 ül­ke­den 133 bi­lim ada­mı İs­tan­bul’da ses­siz se­da­sız bu­lu­şup dün­ya­ya na­sıl dü­zen ve­ri­le­bi­le­ce­ği­ni tar­tış­tı­lar. Bi­lim ve Sa­nat Vak­fı ile İs­tan­bul Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si’nin dü­zen­le­dik­le­ri üç gün­lük sem­poz­yum­da ‘me­de­ni­yet’ ve ‘dü­zen’ kav­ram­la­rı ma­sa­ya ya­tı­rıl­dı. ABD’den Ric­hard Falk ve Fred Dall­mayr, Çin’den TU Wei­ming, Tür­ki­ye’den Ha­lil İnal­cık ve Ah­met Da­vu­toğ­lu gi­bi isim­le­rin ka­tıl­dı­ğı otu­rum­lar­da, bu iki kav­ra­mın di­nî, fel­se­fî ve ta­ri­hî an­lam ve çağ­rı­şım­la­rı tar­tı­şıl­dı.
Sem­poz­yu­mu Yu­nus’un uzun za­man­dır di­lim­den düş­me­yen di­ze­le­riy­le aç­tım: Ke­le­ci­le­rin bi­şir­gil / Ya­ra­ma­zı­nı şe­şir­gil / Sö­zün us ile dü­şür­gil / Di­me­gil çoğ ide bir söz. (Ke­li­me­le­ri­ni pi­şir, ya­ra­maz­la­rı­nı ayır, sö­zü­nü akıl ile dü­şür ve ge­rek­siz ye­re uzat­ma.)
Me­de­ni­yet, tıp­kı sı­nıf ve ulus gi­bi, iyi pi­şi­ril­me­si ge­re­ken çiğ bir ke­li­me­dir. Si­ya­se­ti doğ­ru­dan et­ki­le­yen, uğ­ru­na can ve­ri­len stra­te­jik ke­li­me­ler­dir bun­lar. Sı­nı­fa ya­ban­cıy­dık, ulu­su be­nim­se­ye­me­dik; me­de­ni­yet “Türk’ün ka­ra bah­tı­na” ilaç ola­bi­le­cek mi?
 
Şü­kür ki Me­de­nî De­ği­liz!
Me­de­ni­yet ve dü­zen ke­li­me­le­ri sem­poz­yu­mun baş­lı­ğın­da te­kil de­ğil, ço­ğul ola­rak kul­la­nıl­mış­tı: “Me­de­ni­yet­ler ve Dün­ya Dü­zen­le­ri”. 1906 yı­lın­da, böy­le bir sem­poz­yu­ma ev sa­hip­li­ği yap­mak her­hal­de Lon­dra ve­ya Ber­lin’e ya­kı­şır­dı. Lon­dra, ulus­la­ra­ra­sı sis­te­min dü­şüş­te­ki he­ge­mo­nik gü­cü­nü; Ber­lin ise, Lon­dra’nın ye­ri­ne göz di­ken ye­ni em­per­yal gü­cü tem­sil edi­yor­du. Fa­kat her iki şe­hir­de de ya­pı­la­cak sem­poz­yum­da ‘Me­de­ni­yet’ ke­li­me­si ço­ğul de­ğil, te­kil ya­zı­la­cak­tı. Çün­kü o za­man­ki an­la­yı­şa gö­re, me­de­ni­yet tek­ti ve Av­ru­pa de­mek­ti. Do­la­yı­sıy­la, “Dün­ya Dü­ze­ni” de Av­ru­pa­lı­lar­dan so­ru­la­cak­tı.
Av­ru­pa bu fır­sa­tı ka­çır­dı. Dün­ya­ya de­ğil, ken­di­ne bi­le dü­zen ve­re­me­di. Ba­tı’dan ABD’nin, Do­ğu’dan Rus­ya ve Ja­pon­ya’nın kat­kı­la­rıy­la, 20 yıl aray­la öy­le­si­ne yı­kı­cı iki sa­va­şa tu­tuş­tu ki, akıl ve vic­da­nın nut­ku tu­tul­du. Ay­dın­lan­mış, mo­dern, ras­yo­nel, me­de­nî söy­lem­le hiç uyuş­ma­yan bu iki gi­ri­şim, ara­la­rın­da en me­de­nî ola­nın atom bom­ba­lı za­fe­riy­le son bul­du.
Her­kes an­la­dı ki, me­de­nî de­mek, yı­kım gü­cü en yük­sek olan de­mek­ti! Dün­ya Dü­ze­ni ar­tık bu güç­ten so­ru­la­cak­tı. Fa­kat da­ha sa­vaş en­ka­zı tam kal­dı­rıl­ma­dan, ABD ile Rus­ya ara­sın­da deh­şet den­ge­si ku­rul­du. Nük­le­er güç, her iki mer­ke­ze, bir­bir­le­ri­ni ve is­ter­ler­se bü­tün dün­ya­yı yok et­me kud­re­ti ver­di. Sa­vaş­tan 20 yıl son­ra, me­de­ni­yet­le­rin izi­ni sür­mek için bin­ler­ce yıl ge­ri­le­re uza­nan ta­rih­çi Ar­nold Toyn­be­e, in­san­lı­ğın önün­de iki yol var di­yor­du, sa­de­ce iki yol: Ya bir dün­ya hü­kü­me­ti, ya­ni kü­re­sel, ka­lı­cı bir dü­zen ve­ya bir tür ko­lek­tif in­ti­har an­la­mı­na ge­len nük­le­er yı­kım. Ya dü­zen, ya yok oluş!
Ve iş­te 2006 yı­lın­da­yız. Me­de­ni­yet ve Dü­zen Sem­poz­yu­mu İs­tan­bul’da ya­pı­lı­yor. İs­tan­bul, şü­kür­ler ol­sun, en me­de­nî­yi tem­sil et­mi­yor. Yı­kım gü­cü en yük­sek olan­lar ara­sın­da de­ğil! Böy­le ol­du­ğu için, dü­zen kur­ma po­tan­si­ye­li en yük­sek mer­kez­le­rin ba­şın­da ge­li­yor. So­kak­la­rın­da 1000 yıl­lık Bi­zans, 600 yıl­lık Os­man­lı ba­rı­şı­nın iz­le­ri var. Ba­rı­şı he­def­le­me­yen, dü­ze­ni ku­ra­maz!
 
İki Çiğ Ke­li­me: Sı­nıf ve Ulus
19. yüz­yıl Av­ru­pa ka­pi­ta­liz­mi­nin ba­şat sos­yal gru­bu ve Av­ru­pa sos­yal bi­li­mi­nin anah­tar kav­ra­mı “sı­nıf” idi; 20. yüz­yıl dün­ya ka­pi­ta­liz­mi­nin mo­to­ru ve dün­ya sos­yal bi­li­mi­nin anah­tar kav­ra­mı ise “ulus” (da­ha doğ­ru­su, ulus-dev­let) ol­du. 21. yüz­yıl­da ise, hem je­opo­li­tik ger­çek­lik, hem de top­lum­bi­lim­sel ana­liz düz­le­min­de “me­de­ni­yet” (da­ha doğ­ru­su, me­de­ni­yet­ler) ön pla­na çık­ma­ya baş­la­dı. Tür­ki­ye’nin sı­nıf­la­rı yok­tu; ulus­laş­ma sü­re­ci ise aşıl­ma­sı im­kân­sız ya­pı­sal ve zi­hin­sel en­gel­ler­le do­luy­du. Me­de­ni­yet kav­ra­mı ve ger­çek­li­ği, Tür­ki­ye’nin 21. yüz­yıl­da et­kin bir sos­yal ve je­opo­li­tik güç ol­ma şan­sı­nı ar­tı­rı­yor.
Bü­yük dü­zen­ler, güç­lü kav­ram­lar et­ra­fın­da ku­ru­lur. Bun­la­ra “dü­zen ku­ru­cu mit­ler” di­ye­bi­li­riz. En et­ki­li mit, ger­çek­li­ği en faz­la an­dı­ran ya­hut an­dı­rı­yor his­si­ni ve­ren mit­tir. Son 200 yıl­da böy­le iki mi­ti­miz ol­du; şim­di bir üçün­cü­sü di­ğer­le­ri­nin ye­ri­ni al­ma­ya ha­zır­la­nı­yor. 19. yüz­yıl Av­ru­pa dü­şün­ce­si­nin dü­zen ku­ru­cu mi­ti “sı­nıf” idi. Bu ke­li­me­nin sa­de­ce ra­di­kal­ler­ce kul­la­nıl­dı­ğı sa­nıl­ma­sın. Mu­ha­fa­za­kâr ve li­be­ral ay­dın­lar da en az top­lum­cu­lar ka­dar sı­nıf ke­li­me­si­ne müp­te­la idi­ler. O ka­dar ki, John Stu­art Mill 1834’te şun­la­rı yaz­mak zo­run­da ka­lı­yor­du: “Ay­dın­la­rı­mız; top­rak sa­hi­bi, ka­pi­ta­list ve iş­çi­ler­den olu­şan ebe­dî da­ire­le­ri için­de dö­nü­yor ve top­lu­mun böy­le üç sı­nı­fa bö­lün­müş ol­ma­sı­nı, tıp­kı gü­nün ge­ce ve gün­dü­ze bö­lün­me­si gi­bi, Tan­rı’nın buy­ruk­la­rın­dan bi­ri sa­yı­yor­lar.”
Or­ta­la­ma Türk in­sa­nı­nın sı­nıf kav­ra­mı­na akıl er­di­re­bi­le­ce­ği­ni san­mı­yo­rum. Ya­şan­ma­yan ger­çek­lik, his­se­dil­mez ve ta­nın­maz. Tür­ki­ye’nin es­na­fı ol­sa da, sı­nı­fı yok­tu. (Pa­ra­doks: Es­naf, sı­nı­fın ço­ğu­lu­dur!) Sı­nıf de­mek, in­san top­lu­luk­la­rı ara­sın­da­ki doğ­ru­dan iliş­ki­le­rin kop­ma­sı de­mek­ti. Ara­cı­sız et­ki­le­şi­min ye­ri­ni, iş ve üc­ret gi­bi, aman­sız bir arz ve ta­lep ya­sa­sı­na tâ­bi so­ğuk te­mas nok­ta­la­rı­nın al­ma­sı de­mek­ti. İki in­san ola­rak iş­çi ile iş­ve­re­nin ar­tık bir­bi­ri­nin kom­şu­su ve­ya köy­lü­sü; ar­ka­da­şı ve­ya kar­de­şi de­ğil, bir­bir­le­ri­ne kar­şı ano­nim so­yut var­lık­lar ha­li­ne gel­me­si de­mek­ti. İş için bir ara­ya ge­li­yor ve bir­bir­le­ri­ni gör­me­den, bir­bir­le­ri­ne do­kun­ma­dan ay­rı­lı­yor­lar­dı. Bu an­lam­da bir sı­nıf ger­çek­li­ği­ne Türk top­lu­mu bu­gün bi­le ya­ban­cı­dır.
İkin­ci dü­zen ku­ru­cu mi­ti­miz “ulus” ol­du. Ulus ol­mak, hem sı­nıf­laş­ma­nın yı­kı­cı et­ki­le­ri­ni ber­ta­raf et­mek; hem de ay­rı ay­rı ayak­ta dur­ma­sı ar­tık im­kân­sız hâ­le ge­len kü­çük çap­lı si­ya­sa­la­rın bü­tün­leş­ti­ri­le­rek güç­len­di­ril­me­si de­mek­ti. Bu­nun ba­şa­rı­la­bil­me­si için, ulu­su oluş­tu­ran par­ça­lar­dan her bi­ri­nin ken­di­ne öz­gü mit­le­ri­ni yok et­mek ge­re­ki­yor­du. Maz­zi­ni, “İtal­ya’yı ya­rat­tık; şim­di sı­ra İtal­yan­la­rı ya­rat­ma­ya gel­di!” der­ken; Ve­ne­dik ve­ya Flo­ran­sa ta­ri­hi­ne öz­gü inanç ve ha­tı­ra­la­rın ye­ri­ne, İtal­yan ol­ma­ya da­ir da­ha bü­yük an­la­tı­la­rın kon­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­lü­yor­du. Bü­yük İtal­ya ve­ya Bü­yük Al­man­ya için, bü­yük mit­le­re ih­ti­yaç var­dı.
Yir­min­ci yüz­yıl, ulus­lar, ulus-dev­let­ler yüz­yı­lı ol­du. Av­ru­pa’da ulus­lar kris­tal­leş­ti. Ulus­luk, sı­nıf­lı­ğa üs­tün gel­di. Av­ru­pa dı­şın­da­ki top­lum­lar da, Av­ru­pa gi­bi güç­lü ola­bil­mek için, ulus­laş­ma­la­rı­nın ka­çı­nıl­maz ol­du­ğu­nu dü­şün­me­ye baş­la­dı­lar. Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’ni ku­ran ay­dın-bü­rok­rat kad­ro­nun “mua­sır me­de­ni­yet se­vi­ye­si­ne yük­sel­mek” de­di­ği şey, esas ola­rak Av­ru­paî tarz­da bir ulus ola­bil­mek­ti.
Yir­min­ci yüz­yıl­da, ulus­laş­ma bağ­la­mın­da iki te­mel ge­liş­me ol­du.
Baş­ta Al­man­lar ol­mak üze­re, ulus­lu­ğu­nu ta­mam­la­yan Av­ru­pa halk­la­rı, ulu­sun öte­si­ne geç­me­ye ça­lış­tı­lar. Ulus el­bi­se­si, ulus ol­ma­yı ba­şa­ran top­lu­luk­la­ra dar gel­me­ye baş­la­dı. Bu­nun hiç şüp­he­siz ka­pi­ta­liz­min do­ğa­sıy­la ya­kın ir­ti­ba­tı var­dır. Her ulus (ya­hut her ulu­sun ege­men sı­nı­fı), ken­di ha­yat sa­ha­sı­nı ge­niş­let­me pe­şi­ne düş­tü. Bu ara­yış Av­ru­pa ulus­la­rı­nı 20 yıl aray­la iki dün­ya sa­va­şı­na sü­rük­le­di. So­nun­da Av­ru­pa iki­ye bö­lün­dü: Bir par­ça­sı Was­hing­ton’a, di­ğer par­ça­sı Mos­ko­va’ya bağ­lan­dı. Bu­nun üze­ri­ne, da­ha fark­lı bir “ulus­lu­ğu aş­ma” pro­je­si ha­zır­lan­dı. Av­ru­pa ulus­la­rı, ulus­la­ra­ra­sı sis­te­min mer­ke­zi­ne ye­ni­den yü­rü­ye­bil­mek için, Av­ru­pa ulu­su­nu kur­ma­ya yö­nel­di­ler.
Av­ru­pa-dı­şı top­lum­la­rın halk­la­rı, ulus­la­şa­bil­mek için, da­ha ön­ce­ki bü­yük mit­le­rin­den kur­tul­ma; ken­di­le­ri­ne kü­çük kü­çük ye­ni mit­ler ya­rat­ma pe­şi­ne düş­tü­ler. Av­ru­pa ulus­la­rı ye­rel mit­ler­den uzak­la­şıp, da­ha çap­lı ulu­sal mit­le­re yö­nel­miş­ken; di­ye­lim ki Os­man­lı Dev­le­ti’nin bağ­rın­dan çı­kan 30 do­la­yın­da halk, İs­lam ön­ce­si­ne da­ir mit­ler ya­rat­ma­ya yö­nel­di­ler. Tür­ki­ye’de Sü­mer­bank, Eti­bank gi­bi ad­lan­dır­ma­lar ger­çek­te bi­rer mit kur­ma gi­ri­şi­mi­dir.
Özet­le, Av­ru­pa ulus­la­rı, kü­çük top­lu­luk­la­rın bü­tün­leş­me­siy­le oluş­tu. Kü­çük, ye­rel mit­ler terk edil­di; bü­yük, ulu­sal mit­ler ya­ra­tıl­dı. Tür­ki­ye dâ­hil Or­ta Do­ğu ulus­la­rı ise, bü­yük bir si­ya­sa­nın di­lim­le­re bö­lün­me­siy­le oluş­tu­rul­du. Bu­nun için bü­yük, ev­ren­sel mit­ler terk edil­di; kü­çük, ulu­sal mit­ler ya­ra­tıl­dı. Kı­sa­ca dü­zen ku­ru­cu bir mit ola­rak ulus, Av­ru­pa top­lum­la­rı için yük­se­liş; Or­ta Do­ğu top­lum­la­rı için­se al­ça­lış de­mek­ti. Bu iki­si ara­sın­da­ki yük­sek ge­ri­li­mi Tür­ki­ye’de hâ­lâ ya­şı­yo­ruz.
 
Ta­ri­hin So­nun­da Me­de­ni­yet­ler Ge­çi­di
21. yüz­yıl ye­ni bir mit ile teş­rif et­ti: Me­de­ni­yet. Tu­haf­tır, ön­ce “Ta­ri­hin So­nu” ilan edil­di. Baş­kan Bush, “Ye­ni Dün­ya Dü­ze­ni”ni ha­ber ver­di. Tam bu iki­si­ni bir­bi­ri­ne bağ­la­ya­cak­ken, Hun­ting­ton’ın atom­dan be­ter bom­ba­sı her şe­yi alt üst et­ti. Ta­ri­hin so­nu­nu ka­bul et­sey­dik, in­sa­noğ­lu­nun ide­olo­jik ara­yı­şı­nın son bul­du­ğu­nu; Av­ru­pa­lı­nın sı­nıf ve ulus tec­rü­be­sin­den çı­ka­rı­lan li­be­ral-de­mok­ra­tik yö­ne­tim de­ğer­le­ri­nin ev­ren­sel­li­ği­ni onay­la­mış ola­cak­tık.
Hun­ting­ton, me­de­ni­yet­ten de­ğil; me­de­ni­yet­ler­den söz edi­yor­du. Ger­çi on­dan çok ön­ce, Speng­ler, Toyn­be­e, So­ro­kin gi­bi ta­rih­çi­ler de me­de­ni­yet­ler­den söz et­miş­ler­di. Fa­kat Ba­tı sos­yal bi­li­mi bun­la­ra kö­tüm­ser dam­ga­sı vur­muş, ade­ta bi­lim dı­şı ilan et­miş, bir tür ka­ran­ti­na­ya al­mış­tı. Bir si­ya­set bi­lim­ci­nin, bir ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­ler uz­ma­nı­nın me­de­ni­yet­ler­den söz et­me­si alı­şıl­mış bir şey de­ğil­di.
Böy­le­ce “me­de­ni­yet”, ça­tış­ma kav­ra­mıy­la be­ra­ber de ol­sa, sos­yo-po­li­tik tar­tış­ma­la­rın ye­ni mi­ti ol­du. 19. yüz­yıl­da Marx, sı­nıf­la­rı ça­tış­tı­rı­yor­du. 21. yüz­yıl­da Hun­ting­ton, me­de­ni­yet­le­ri ça­tış­tır­mak is­ti­yor.
Ben me­de­ni­ye­ti, bir dün­ya gö­rü­şü­nün po­li­tik bir sis­tem­le bü­tün­leş­me­si ola­rak an­lı­yo­rum. Kon­füç­ya­nizm gi­bi ade­ta me­ta­fi­zi­ği ol­ma­yan bir dün­ya gö­rü­şü bi­le, po­li­tik sis­tem­le iç içe geç­ti­ği için, Çin me­de­ni­ye­ti­nin har­cı ola­bil­di. Me­ta­fi­zik içe­ri­ği çok zen­gin ol­mak­la be­ra­ber, Tao­izm da­ha mar­ji­nal kal­dı; çün­kü po­li­tik sis­tem­le ör­tü­şe­me­di. Bu­dizm’in Aşo­ka dev­le­tiy­le, Zer­düşt öğ­re­ti­si­nin Sa­sa­nî si­ya­sa­sıy­la, Yu­nan fel­se­fe­si­nin İs­ken­der Dev­le­ti ve Ro­ma ile, İs­la­mi­ye­tin Ab­ba­si, Sel­çuk­lu ve Os­man­lı si­ya­sa­la­rı ile iliş­ki­si böy­le bir bağ­lam­da an­lam ka­za­nır.
Ce­mi­yet-i Ak­vam ve Bir­leş­miş Mil­let­ler de­ne­me­le­ri­ne rağ­men, ulus­lar-ara­sı bir dün­ya dü­ze­ni­miz ol­ma­dı. Ne eko­no­mik, ne de si­ya­sî ve as­ke­rî ba­kım­lar­dan, den­ge­li bir dü­zen söz ko­nu­su­dur. Kâ­ğıt üze­rin­de bü­tün ulus­lar bir­bi­ri­ne eşit; fa­kat fi­ili­yat­ta bir­kaç ta­ne­si çok da­ha eşit­tir. Dün­ya nü­fu­su­nun dört­te bi­ri­ni tem­sil eden Müs­lü­man­lar, beş­te bi­ri­ni oluş­tu­ran Hint­li­ler BM Gü­ven­lik Kon­se­yi’nde tem­sil edil­me­mek­te­dir. Bir­leş­miş Mil­let­ler ic­ra gü­cü ba­kı­mın­dan bir an­lam­da Gü­ven­lik Kon­se­yi de­mek­tir ve kon­se­yin beş dai­mî üye­sin­den üçü (ABD, İn­gil­te­re ve Fran­sa) Ba­tı­lı, bir ta­ne­si de (Rus­ya) Hı­ris­ti­yan ol­ma­sı ha­se­biy­le ay­nı ya­ka­nın sa­ki­ni­dir. Sa­de­ce Ba­tı ya­ka­sı­na yon­tan bir dü­zen­le­me ile ka­lı­cı bir dün­ya dü­ze­ni oluş­tu­ru­la­maz. Me­de­ni­yet mi­ti bu ba­kım­dan, sı­nıf ve ulus mit­le­ri­ne kı­yas­la da­ha dü­zen ku­ru­cu bir iş­le­ve sa­hip ola­bi­lir. Ulus­lar-ara­sı ye­ri­ne me­de­ni­yet­ler-ara­sı bir dü­zen, bu­gün­kü dış­lan­mış­la­rın ger­çek tem­sil gü­cü­nü art­tı­ra­bi­lir.
Me­de­ni­yet­ler ve Dün­ya Dü­zen­le­ri Sem­poz­yu­mu’nun en il­ginç ve et­ki­le­yi­ci ko­nuş­ma­cı­la­rın­dan bi­ri, Çin­li fel­se­fe ta­rih­çi­si Tu Wei­ming idi. Har­vard’da Kon­füç­yen fel­se­fe ta­ri­hi oku­tan Tu, en faz­la sem­poz­yu­ma genç­le­rin gös­ter­di­ği il­gi­den et­ki­len­di. “Bi­zim ve Ame­ri­ka­lı­la­rın bu yaş­lar­da­ki ço­cuk­la­rı eğ­len­ce­den baş­ka bir şey dü­şün­mez­ler. Türk­le­rin dü­şün­ce dün­ya­sı­na il­gi­si çok yük­sek. Bu di­na­mizm de­vam eder­se, 2030’lar­da Av­ru­pa Bir­li­ği, Tür­ki­ye’ye ka­tıl­mak için baş­vu­ru­da bu­lu­na­bi­lir!”
Genç­le­ri­mi­zin dü­şün­sel ko­nu­la­ra il­gi­si ba­sit bir me­rak de­ğil, bir ölüm ka­lım me­se­le­si­dir. Bi­li­yor ve­ya en azın­dan his­se­di­yor­lar ki, AB yol­cu­lu­ğu­na çık­mış bir Tür­ki­ye ya “yaş­lı” Av­ru­pa’nın As­ya’ya açı­lış köp­rü­sü ola­cak; ya da Av­ru­pa’yı em­ni­ye­te ala­rak As­ya’ya açı­lan ye­ni­len­miş bir güç. Tür­ki­ye, ya ulus­çu­luk ba­tak­lı­ğın­da di­bi bu­la­rak ken­di üs­tü­ne çö­ke­cek; ya da me­de­ni­yet de­rin­li­ği­ne doğ­ru ge­niş­le­ye­rek ye­ni bir Ni­zam-ı Âlem ku­ra­cak­tır.

 


Paylaş Tavsiye Et