DOLARIN hali içler acısı! Son dönemde euro-dolar paritesiyle ilgili her haberde, euronun, fiilen tedavüle çıktığı Ocak 2000’den beri dolar karşısında en yüksek değere ulaştığı ifade ediliyor. Yani euro, dolara karşı her gün yeni rekorlar kırıyor. Ekim 2000’den bugüne euro, dolar karşısında %54 değer kazandı. Önümüzdeki yıl için 1,50, hatta 1,70 seviyeleri telaffuz ediliyor. Bu tablonun bizdeki yansıması ise, daha altı ay önce 1.550.000 liraya kadar yükselmiş olan TL/dolar kurunun 1.400.000 liraya doğru inişe geçmesi şeklinde tezahür etti. 17 Aralık sonrası için daha düşük değerleri bekleyenler de var. İşin kötüsü, köşemize kurulup; “Etme bulma dünyası. Biraz da dolar düşsün” bile diyemiyoruz. ABD’nin derdi bütün dünyayı tasalandırıyor.
Bunda Amerikan ekonomisinin devasa ölçeğinin de payı var şüphesiz. Dünyadaki toplam dış ticaretin %15’i, üretimin ise %30’u ABD tarafından gerçekleştiriliyor. Küresel finans kapitalin yapısına uygun bir biçimde finansal piyasalardaki ağırlığı ise ticarettekinin dört, üretimdekinin iki katı. Fakat ABD’nin en büyük ayrıcalığı, doların uluslararası rezerv para olarak kullanılmasından kaynaklanıyor. Böylece, 7 sente ürettiği bir banknotla 100 dolarlık satın alma gücü yaratabiliyor. ABD’nin toplam para arzı 9,3 trilyon dolar. Bunun dörtte birine karşılık gelen 2,3 trilyon dolar başka ülkelerin merkez bankaları tarafından döviz rezervi olarak tutulan dolarlardan oluşuyor. Nakit olarak tedavülde bulunan 700 milyar dolar banknotun da yine yarısı ABD dışında. Dolayısıyla son altı ayda doların euro karşısındaki gerilemesinin maliyeti euro cinsinden ifade edilecek olursa %11,2’lik bir kayıp söz konusu. ABD’de ve AB’de kısa vadeli faiz oranlarının %2 olduğu düşünüldüğünde bu kaybın boyutu ortaya çıkar. Ekonomik durgunluk sebebiyle merkez bankası gösterge faizlerinin sadece %0,1 olduğu Japonya’nın durumu ise daha vahim. Dolar cinsinden tuttuğu rezervleri dolayısıyla uğradığı kayıp, Japon yeni cinsinden %11,5’i buluyor.
Alan Razı, Satan Razı; Ama Nereye Kadar?
Amerikan devleti gelirinden çok harcama, özel sektörü tasarrufundan fazla yatırım ve halkı da yüksek tüketim yapma eğiliminde. Güçlü ekonomik büyümenin sonucu olan bu eğilim, borçlanmayı ve ithal mallar satın almayı gerektiriyor. Bu durumda ABD’nin dış ticareti muazzam bir açık veriyor. Bu yıl cari açığın milli gelirin %5,5’ini bulacağı tahmin ediliyor. İçerideki açığı finanse edebilmek için ABD dışarıdan ayda 55 milyar dolar finansman sağlamak zorunda. Doğu Asya ülkeleri bu finansmanda ağırlıklı bir yer taşıyor. Tek başına Tayvan’ın dolar rezervleri bile, Latin Amerika’nın toplam rezervlerini aşmış durumda. Dolar cinsinden Çin 400, Japonya 800 milyar rezerv tutuyor ve bu kaynak ABD kamu ve özel varlıklarına yatırım olarak dönüyor. Amerikan ekonomisinin açıkları da böylece varlık ihracı ile kapatılmış oluyor.
Asyalıların dolara teveccühü sebepsiz değil. ABD’nin dış ticaret açığının 145 milyar dolarlık kısmı Çin’le, 70 milyar doları da Japonya ile ticaretten kaynaklanıyor. Bir başka deyişle, Çin ve Japonya kendi ihracatlarını finanse ediyor. Bu döngünün devam edebilmesi için Asya merkez bankaları doları desteklemeye ve paralarını dolara bağlı tutmaya devam ediyor. Ama nereye kadar?
ABD kamu borç stoku 7,4 trilyon doları buldu ki bu meblağ milli gelire oranı itibarıyla yaklaşık %64’e tekabül ediyor. Irak Savaşı’nın başladığı 2003 yılından beri borç stokundaki artış 1,2 trilyon dolar. Stokun 4 trilyon 150 milyarlık kısmı hazine bonosu ve devlet tahvili cinsinden ve bunun %42’si yabancı yatırımcıların portföylerinde. Bir başka deyişle, dünyanın her yerinden yatırımcılar, 1,75 trilyon dolarlık ABD hazine borç senedi almış durumda. On yıl önce ise yabancı yatırımcıların elindeki kağıtların payı sadece %20’ydi. ABD dışındakilerin sahip oldukları toplam Amerikan menkul kıymeti miktarı ise 8 trilyon doların üzerinde. Dünya jandarmalığı hevesi ABD’ye pahalıya mal oluyor. ABD bütçesi, 30 Eylül’de sona eren 2004 mali yılında 413 milyar dolarlık açık verdi. Clinton’dan devraldığı 235 milyar dolarlık bütçe fazlasını yılda 400 milyar doları aşan açığa dönüştüren ve buna paralel olarak ABD’nin cari işlemler açığını 600 milyar dolara tırmandıran George W. Bush’u yeniden seçmekle Amerikalılar, aslında doların rezerv para olmasından sağladıkları senyoraj kazançlarını tehlikeye attıklarının farkında mı?
Tarih Tekerrürden İbaret mi?
Bugün yaşananlarla Bretton-Woods sisteminin çöküşü arasında kayda değer benzerlikler var. II. Dünya Savaşı’nın tartışmasız galibi ABD, altın karşısındaki değerini sabit tutma taahhüdünde bulunarak kendi parasının uluslararası rezerv para ve ödeme aracı olduğu bir ekonomik sistem kurmuştu. Doların bu ayrıcalığını hızlı büyümesine kaynak olarak kullanan ABD ekonomisi, yoğun biçimde dışa yöneldi ve sonuçta 1967’deki 3,4 milyar dolarlık dış açık, 1971’de 29,7 milyar dolara yükseldi. Savaş sonrası ülkelerini yeniden inşa etme telaşındaki Avrupa ülkelerinin ihtiyacı ve hacmi hızla artan dış ticaret, dolara büyük bir talep doğurdu. Doların ABD dışında birikmesinin tek yolu ise ABD’nin açık vermesiydi. Bir başka deyişle bugün Doğu Asya’nın oynadığı rolü o dönemde Avrupa oynuyordu. Ama cicim ayları kısa sürdü. Bretton-Woods’da 35 dolar karşılığında bir ons altın ödemeyi kabul eden ABD, 1948’de tüm kapitalist dünyanın 32,5 milyar dolar olan resmî altın rezervlerinin 24,3 milyar dolarlık bölümüne sahipti; ama 1960’ta ABD dışındaki dolar miktarı ABD’nin rezervlerini aştı. 1968’de ABD’nin rezervleri 15,7 milyar iken, ülke dışındaki dolar miktarı 41,9 milyardı. ABD’nin artık dolar karşılığında altın ödeyemeyeceği kuşkusu altına hücumu başlattı. Altın fiyatları yükseldi ve enflasyon sonucu zaten bozulmuş olan doların altın paritesi sürdürülemez hale geldi. Buhran 1968’de ikili altın fiyatının kabulü ve hükümetlerin serbest piyasada altın satışını durdurmalarıyla ertelendiyse de bir süre sonra büyük miktarda dolar tutan Avrupalılar, Fransa’nın öncülüğünde bayrak açtılar. Buhran, doların önce1971’de devalüasyonu, iki yıl sonra ise altına çevrilebilirliğinin feshi ile doruğa ulaştı. Sonuç, 1944’te Bretton-Woods’ta kurulan sistemin 25 yıl sonra çatlaması, 30 yıl sonra da çökmesi ve ABD hegemonyasının ciddi biçimde yara alması oldu.
Arka arkaya patlak veren Asya ve Rusya krizleri de 1973 buhranıyla kurulan kürsel ekonomik düzenin 25. yılına denk geldi. 30. yıla ise Irak’a yönelik ABD saldırısı ile döviz kurlarında dalgalanma, petrol başta olmak üzere meta fiyatlarında hızlı artış ve neticede gelişmiş ülkelerde neoklasik politikalara rağmen durgunluk içinde enflasyonist bir süreç yaşandığı bir ortamda girildi. Ekonomisi sürekli açık veren bir ülkenin parasının uluslararası rezerv olmaya devam etmesi, teorik olarak mümkün değil. İlk işaretler görünmeye başladı bile. 2002’de dünyadaki döviz rezervlerinde doların payı %66,9 iken 2003 sonunda bu oran %63,8’e düştü. Euronun payı ise aynı zaman dilimi içerisinde %16,7’den %19,7’ye yükseldi. Ama ne olursa olsun doları tahtından devirmek hiç de kolay değil.
Aslında sistem kendi içinde kilitlenmiş durumda. ABD dış açık vermeye devam etmezse zaten ekonomik durgunluk içinde olan AB ve Japonya için hiç ümit kalmayacak. Her şeye rağmen ABD ekonomisi daha iyi bir büyüme performansı gösteriyor. Ama sistemin aynen devam etmesi durumunda 2007’de milli gelirin %7,8’i ve 2010’da ise %13’ü kadar cari açık bekleniyor. Aynı tarihte bütçe açığının oranı ise %5 olacak. Bu, doların rezerv para olarak kalmasını imkansız kılmaya yetebilir.
Krizler kapitalizmin doğasında var. Bütün insanlığı krize sürükleyen kapitalizm, kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan bir kedi gibi sonunda devrilip kalır mı dersiniz?
Paylaş
Tavsiye Et