Türkiye garip bir ülke: Piyasalar sallanıyor, YTL el yakıyor, eski siyasîler sahne alıyor. Piyasa dalgalanması için geçen ayın Merhaba’sında demiştik ki: “2005 yılında ortalama aylık ticaret açığımız 3 milyar, cari açığımız 2 milyar dolardı. 2006’da bu rakamlar sırasıyla 4 ve 3 milyar dolara yükseldi. Bu denli yüksek dış açıkları sürekli ‘sıcak para’ ile finanse etmenin bedeli çok ağır. Ve sadece ekonomik değil!”
Ekonomik olmayan bedel AB ile Kıbrıs müzakerelerinde; ABD ile İran/Irak müzakerelerinde karşımıza çıkacak. Ekonomik bedel ise yüksek faiz, yeniden enflasyon, yatırımdan kaçış, artan işsizlik, hayat pahalılığı ve katmerli bir rant ekonomisi olabilir. Türk milleti o meşum Ecevit-Yılmaz-Bahçeli hükümetini bu yüzden tarihin çöplüğüne atmıştı. Neler olduysa, Mesut Yılmaz bile kenarda ısınmaya başladı. Antrenörler eski siyasîleri sahaya tekrar sürecekler mi, göreceğiz!
Bu ayki dosyamızı finansal küreselleşmeye ayırdık. Eskiden liberalizm, üretim faktörlerinin mutlak serbestîsi olarak tanımlanıyordu. Yeni dünya düzeninde serbest olan, sadece sermaye. Emek, ulusal sınırlar içinde mahpus. Millî devletler, emeği köşeye kıstırıp fiyatını ucuz tutan lejyoner şebekeler. Küresel sermaye onlara minnettardır!
Temmuz ayının söyleşiyorum konuğu, Bangladeşli sosyal bilimci İmtiyaz Ahmed. Küreselleşmenin belirli merkezlerden yönlendirilen ekonomik ve entelektüel bir süreç olduğunu belirten Ahmed, “Okullarımızda İbn Arabî’ye, Mevlâna’ya, Hâfız’a yer yok; çünkü bizim Şekspir’imiz, John Donne’muz, Byron’ımız var!” diyor.
Küresel kafa, aldanmamayı öğrenendir.
Paylaş
Tavsiye Et