Türkiye’de enflasyondan başka her şey tırmanıyor: Özelleştirme, terör, sokak kargaşası. Demokratik yolla yönetime gelme, idarecilere yakın olup küpünü doldurma, sosyal hiyerarşide hak etmediği konumları kapma ümidini yitirenler tehlikeli bir “milliyetçilik” oyununa yöneliyor. Sanki Avrupa Birliği’ne üyelik meselesini Ak Parti icat etmiş; sanki bu ülkede 46 yıldır merkezî partiler, Batıcı aydınlar ve asker-sivil bürokratlar AB üyeliğine can atmıyorlarmış gibi, AB ile üyelik müzakerelerine başlayacak olan hükümet neredeyse ihanetle suçlanacak. Marazî derecedeki Avrupa karşıtlığının iç kaynağı devletçi sömürü, dış kaynağı ise Türkiye’yi Avrasya hakimiyeti arayışında ucuza kapatmak isteyen Amerikan siyasetidir.
Türk milliyetçileri bu bakımdan ilk kez hakiki bir yurtseverlik sınavından geçiyorlar. Kendilerini iç ve dış sömürücülere kullandırmama yetenekleri, gelecekteki hayatiyet derecelerini belirleyen en önemli faktör olacaktır. Büyük meselelerin çözümünü sokak kargaşasında arayanlar, büyük aktörlerin oyununa gelirler.
Özelleştirmenin de tırmandığını söyledik. Telekom ve TÜPRAŞ’tan sonra, Star grubu televizyon ve radyoları da “rekor fiyatlarla” iç ve dış tekellerin eline geçti. Sırada Erdemir, Telsim, Petkim gibi satın alanlara önemli ayrıcalıklar getirecek olan işletmeler var. Bunların devlet elinde veya şaibeli yollarla kazanç sağlamış siyasetçi-işadamlarının yönetiminde olması pek savunulur olmasa da, yeni tekel oluşumlarına kapı açmaları da pek hoş değil. Özelleştirme gelirleri çabuk tahsil edilip, Hazine’nin borçlanma ihtiyacı azaltılır; böylece hâlâ çok yüksek olan reel faizler düşürülebilirse, ülkenin en büyük kazancı bu olacaktır. (Faizde %1’lik azalma, bütçeye 3 milyar dolara yakın bir fazlalık olarak yansıyor!)
Ekim dosyamızı, muhtelif Avrupa ulus ve devletlerinin Türkiye’nin muhtemel AB üyeliğine karşı tutumlarının değerlendirilmesine ayırdık. Avrupalının kafası karmakarışık. Ahmet Taşgetiren ise, denklemin Türkiye tarafına bakıyor ve bizim kafa karışıklığımıza ayna tutuyor.
Paylaş
Tavsiye Et