Başbakan “Kürt Sorunu” dedi, sivil oligarşi ayaklandı. Gerçi Sayın Erdoğan’ın bu soruna yaklaşımının, daha önceki İmam-Hatipler veya başörtüsü gibi sorunlara yaklaşımından ne denli farklı olacağını zaman gösterecek. O konularda da önce “büyük sözler” söylenmiş, sonra “kurumsal mutabakat oluşmadığı için” geri adım atılmıştı. Mehter marşı siyaseti, Türk muhafazakârlığının bir rüknü müdür?
Türklük veya Kürtlük ezelî kategoriler değil, muayyen siyasî programlardır. Amaç mülkü (devleti) korumaksa, programlar amentü haline getirilmemelidir. İslamlık, yükselen Osmanlının; Osmanlılık, dağılan Osmanlının siyasî programıydı. Türklük, Osmanlıdan geriye kalanı muhafaza ideolojisi oldu. Yüz yıl önce nasıl İslamlık siyaseti imkânsız, Osmanlılık siyaseti yararsız idiyse, bugün de Türklük siyaseti hem imkânsız, hem yararsızdır. Türkler Türklüğü, Kürtler Kürtlüğü, Araplar Araplığı terk etmek zorunda kalmadan yeni bir ‘içleyici’ siyasî programa kafa yormak zorundalar. Onlar kafa yormazsa, bu zahmete katlananlar bölgenin yeni efendileri olacaktır.
Hükümeti önümüzdeki ay zorlu bir sınav bekliyor. Avrupa Birliği ile başlatılacak üyelik müzakerelerine nasıl bir psikoloji ile gidileceği çok önemli. Türkiye, kaçmak üzere olan bir trenin son vagonuna atlamaya mı çalışacak; yoksa büyük bir medeniyetin bin yıllık mümessili sıfatıyla mı masaya oturacak?
Eylül dosyamızı eğitim konusuna ayırdık. Çocuklarımızı ve onlarla beraber kendimizi nasıl eğiteceğiz? İnsanoğlu uzayın derinliklerinde sayısız şeyler keşfetti; fakat ruhun derinliklerinde olan bitenden her gün biraz daha uzaklaşıyor. “İlim kendin bilmekse,” modern toplum koyu bir cehalet içinde.
Bu ayın söyleşi konuğu, “karpuz kabuğundan gemiler yapan” Ahmet Uluçay. Hayatında hiç film seti görmeyen, ama “Lumières Kardeşler biraz geç kalmış olsaydı, sinemayı mutlaka keşfedecek” olan bir dertli. “Derdi olmayan adamın sinemayla işi olmaz. Derdin olacak, sıkıntın olacak.” Derdi olanlar okusun!
Paylaş
Tavsiye Et