Ramazan ayına, hassas Müslümanları derinden etkileyen üç talihsiz gelişmeyle girdik. Yıllardır Fatih civarında kendi hallerinde yaşayan bir cemaat, 28 Şubat öncesini hatırlatan manipülatif olaylarla incitildi. Patrikhane’nin hemen yanı başındaki İsmailağa mahallesi, Türkiye’nin AB yolu üzerindeki bir engel olarak mı görülüyor acaba? Avrupalı Türkiye’nin görüntü netliğini sağlamak için başka neler yapılacak?
İkinci talihsiz olay, Papa 16. Benedikt’in son derece kasıtlı açıklaması oldu. Kısaca İslam ile kılıcı özdeşleştiren ve Müslümanları başından beri kan dökücü olarak tasvir eden Alman Papa, makamına oturduğu günden itibaren yeni bir Haçlı seferine zemin hazırlıyor gibi bir tavır içinde. Yüzünden yansıyan tipik Ortaçağ tefeci gülümsemesinin altında hangi çapanoğullarının yattığını zamanla göreceğiz.
Üçüncü talihsiz olayın kahramanı da Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer. Üniversite kürsülerini kullanarak 19. yüzyıldan kalma bayat bir pozitivizm ve siyantizmi (bilimperestliği) çağdaşlık etiketi altında sunmakla yetinmedi; Ramazan öncesinde Kuran kurslarının kapatılması gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitti. Oysa Çankaya’dan çıkıp, iftar vakti şehri şöyle bir dolaşsa anlar ki her Türk çocuğu Kur’an fıtratı üzere doğmaktadır.
Ekim dosyamız Birleşmiş Milletlerin barış ve güvenliği sağlama çabalarındaki yetersizliklerini irdeliyor. Bir dünya meclisi olarak BM, ya hegemonik güçlerin aleti olmaktan çıkıp, gerçekten dünya barışının teminatı olacak ya da adaletsiz yapısını sürdürüp zamanla ortadan kalkacaktır.
SöyleşiYORUM konuğumuz Amerikalı siyaset felsefecisi Charles E. Butterworth, İsrail-Hizbullah çatışmasında saldırgan tarafın kesinlikle İsrail olduğunu söylüyor. Peki ABD niçin haksız tarafı destekliyor? Butterworth’un cevabı: ABD hiç demokratik olmadı ki!
Demokrasi Ortadoğu’dan önce, ABD’ye lâzım.
Paylaş
Tavsiye Et